Özgürlük, eşitlik, hak, hürriyet, demokrasi köken olarak kardeştirler. Belki her biri çok büyük şeyler ifade etse de asıl benzerlikleri sihirli yanlarıdır. Başka bir değişle, özü itibariyle farklı farklı yorumlanır ve her nasılsa her yorum doğrudur. Bir anahtarı tefekkür edersek, bu saydığımız değerler tıpkı anahtarın şifresini oluşturan dişlere benzetilir. İşte beşeri ve toplumsal hukuk kapısını açan bu anahtarın dişlerinde en ufak bir sapma olduğunda kapı açılmayacaktır. Yani bahsi edilen olgular gerçek manasında kullanıldığı ve uygulandığında (ifrat-tefrit) ancak karşılık bulacaktır.
Meydanlarda yasalar dahilinde gösteri eylemi gerçekleştirmek nasıl demokratik bir hak ise, burada şiddete başvurulduğunda demokrasiden söz edilemez. Ya da özgürlük adına bir başkasının özgürlük alanına kast edildiğinde ise buna tecavüz denir. Yine çalışarak kazanmak hak ise başkasının hakkına girerek kazanmak eşkıyalık olacaktır. Buna rağmen demokrasi, hak ve özgürlük kavramlarını kendi zıt uygulamalarına kılıf yapanlar, ya cahil ya da yalancıdırlar. Bu minvalde PKK Terör Örgütünün demokrasi için çatıştığını savunmak cahillik değil, elli ayaklı bir yalancılıktır. Buna destek verenlerin masumiyetine inanmak ise cehaletten başka bir şey değildir. Nihayetinde hürriyeti, "Cinsel hürriyet" sanan bir kısım gençliğe, başka ne denebilir ki?
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, sanki dış bükey aynaya bakıyor gibiyiz. Nerdeyse hiçbir gerçek asıl görüntüsünü yansıtmıyor maalesef. Yalanlar, iftiralar, hakaretler, entrikalar altın çağını yaşıyor. Temiz ve saf duygular sinsice öğütülüyor. İlişkiler arasında güvensizlik ortamı hat safhalarda. Tebessümler yapmacık, sevgiler sığ, sözler mesnetsiz. Herkes ağzında bir menfaat türküsü tutturmuş gidiyor. Neredeyse ibadetlerimiz bile şekilcilik ihtiva eder hale gelmiş. Medya ise sanki fetva makamı olmuşcasına emirleri harfiyen dinleniyor. Ne yazık ki "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" ve "Ölmektense sıtmaya razı ol" değimleri kişisel anayasa ilan edilmiş durumda. Giyim kuşam, düşünce tarzı hatta konuşma mimiklerimiz dahi falanca aktörün rol modelliğinde seyrediyor. Dolayısıyla ne biz gerçekten biziz ne de dünya bizden.
İnsan her şeye sahip olma uğruna nefsine yenilebilir. Sonunda ise sahip olduklarımız bizlere sahip olur. Köleleşen zihinler doğru ve yanlışı ayırt edemez bir süre sonra. "A"' yı "Z" zanneder ve gerçeği öğrendiğinde de hatasında ısrar eder umarsızca. Bir cihette akıl süzgecinden geçirmeden ne söylendiğinden ziyade kimin söylediğine odaklanır. Böyle bir toplumdan sağlam irade göstermesini beklemek boş hayaller peşinde koşmak gibidir. O sebeple, insani ve ahlaki sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra zuhurata tabi olmak gerekir bazen. Zira su akar yatağını bulur sabredenler nezdinde.
Yıllar önce lortlar kamarasında zikredilen "Kuran ile Müslümanların arasını açmalıyız" tezi üzülerek belirtmeliyiz ki adım adım "başarıya" ulaşıyor. Yani yukarıda değindiklerimizin yegane müsebbibi Kur2an dan uzaklaşmamızdır diyebiliriz. İslam'ı sadece ibadete indirgeyip hayat görüşü halinde getirmediğimizden "yönümüzü bulamıyoruz" dersek yanılmayız. Tıpkı kalbi körleşenin gözleri görse de aslında hiçbir şey göremediği gibi. Ne var ki bir mühendisin kendi yaptığı cihazın hangi hallerde verimli çalışacağını, hangi hallerde bozulacağını, bozulduğunda ise neler yapılması gerektiğini bilmesi doğaldır. Ve bu bilgisini kullanma kılavuzunda kullanıcısına bildirir. Aynı perspektifte düşünüldüğünde bizleri Yaratan da, insan ve toplumun huzur ve refahı için neler yapılması gerektiğini sonsuz ilmi ile bilir ve gönderdiği İlahi Kitapta (Kur'an) bize bir yol gösterir. İşte bu gözetilmediğinden, her alanda bir bozulma ve yozlaşma söz konusudur günümüzde.
El hasıl hayata dair karmaşıklaşan her denklemi, ancak Kur'an formülü ile çözebiliriz. Manasını anlayarak tefekkür ettiğimiz "İlahi Mesajlar", yaşadığımız ve yaşayacağımız her çağı aydınlatacak güçtedir. Bu manada bir alimin Kur'ana itafen "Dün gece mi indin mübarek" ifadesi oldukça çarpıcıdır. O halde saf, duru bir akılla Kerim Kitabımızı tekrar okumak artık elzemdir. Tabi sadece okumak değil zamanımıza kıyas yapmak ve öğrenileni tatbik etmekte… Kur'an ımız, günümüzde en azından yarım saat vakit ayırmamızı hak etmiyor mu dostlarım? Elbette ki fazlasını hak ediyor dediğinizi duyar gibiyim. Öyleyse kişisel kalibrasyonumuzu yapmak adına sizleri Kurana davet ediyorum. Unutmayın! Dünya ve ahiret saadeti orada gizli. Bizimkisi sadece bir hatırlatma.
Ha unutmadan belki konumuzla alakalı değil ama TRT TARİH KANALI niye kurulmuyor? Bence Devletimiz buna ivedilikle el atmalı…
Vesselam….