DÜN BUGÜN VE YARINA DAİR

0

Cefa, bu topraklarda yaşayanlara takılan bir ön ad olmuştu adeta. Yüzümüzden endişe kalbimizden ise sızı hiç eksik olmadı. Çünkü, birilerinin emellerini uğruna devamlı operasyona maruz tutulmuştuk yıllar yılı. Bunun için bazen hortumlanan bankalar, bazen terör, bazen de gayri milli siyasi enstrümanlar kullanılmıştı üzerimizde. Asıl faili belli olmayan korku imparatorluklarını hatırlarsınız hemen hepiniz 60'da, 80'de, 97'de. Sömürülen kaynaklar ve solan fidanlar, malzeme olmuştu sözüm ona vatanperverlere. En acısı da, Karaca Ahmet'in kimliksiz bir neslin ızdırabıyla haykırmasıydı. Adına Ahmet, Mehmet, Fatma koyduğumuz evlatlarımıza, manevi bir duruşun muhtevasını ise hiç anlatamamıştık. Doktor, Mimar, Mühendis, Ekonomist olarak yetiştirdiğimiz evlatlarımıza Müslüman'ca bir bakış kazandıramamıştık. Farkında olsak da olmasak ta kültürel emperyalizmin dümene geçmesinden, hiç rahatsızlık duymuyorduk nedense.

21. Yüzyılda tekrar yazılan ahlak kuralları yeni bir yola eviriyordu bizleri. Düne kadar ayıpladıklarımız, artık olağan karşılanıyordu. İdeallerimiz, meşguliyetlerimiz, inancımız, davamız ve ilkelerimiz 21. Asrın yeni anlayışıyla evrim geçiriyordu. Bir lüks sevdası almış başını gidiyordu toplumda. Ya rehavet ve keyif tutkusuna nedemeliydi? Artık kimse evleneceği adayın imanını, namazını sorgulamıyor sadece evinin ve arabasının kalitesine odaklanıyordu. Kurumlarda ise liyakat yanında hassasiyet aranmıyor sadece torpil ve vasat yeterli görülüyordu.

Medeniyet adına tesettür anlayışımız bile başkalaşmıştı. Kimse kimseye güvenmiyor, güvenenlerde sukutu hayale uğruyordu. 1400 yıllık gerçekleri tartışacak kadar kendini bir halt sananlarımız bile vardı. "Emri bil maruf nehyi anil münker" kavramının yerine, güftesi malum zihniyete ait "Bana dokunmaya yılan bin yaşasın" anlayışını benimsemiştik maalesef. Nemalandıklarımızı kaybetmek korkusuyla, haksızlık karşısında dahi susabiliyorduk. Koca koca adamların küçücük hesaplar peşinde koşturduğuna bile şahitlik ediyorduk.

Yeni Dünya Sisteminin maduruyduk hepimiz. Meydanları üretmeden hazıra konmak isteyen gençlerin kalabalığı kaplamıştı. Sokak lambalarının altında pinekleyen körpe beyinler, kaybolan benliğini arıyordu umarsızca. Hayattan bir beklentisi olmayan ve sahip çıkılmayı bekleyen bağımlılar türemişti ata yadigarı topraklarda. Kimse taşın altına elini koymuyor, mevcut sistemin içerisinde kapalı bir sistemle tatmin olmaya çalışıyordu kendince. Vicdanlarını rahatlatmak için "ama" lı cümleler kurmaktan geri kalmıyordu birtakım "münevverler"!.

Dünya bir oyun ve eğlenceden ibaretti. Ve bizler, bu coğrafyanın insanları, bize karşı kurulan bir oyunun parçası oluyorduk ister istemez. Hiç fark ediyor musunuz dostlar: Yaşadığımız bunca hengamede, yavaş yavaş kendimizden uzaklaşıyor muyduk? Kendimizden, özümüzden, kültürümüzden ve manevi değerlerimizden. Sizce de hayatın dişlileri arasında öğütülüyor muyduk? Yanlış anlaşılmasın dostlar; gündelik hayata bigane olmak değildir gayem. Fakat bunların, hayatımızda olması gerektiği önemde seyretmesi gerekmez miydi? Unutmayalım ki asli vazifelerimizden bizleri uzaklaştıracak her şey beyhudedir. Oysa kazanımlarımız ancak İlahi Perspektifte, vatan ve millet uğruna sarf edildiği nispette anlam kazanacaktı. Bu bağlamda "Hakka Kulluk" dairesinde kodlanmamış bir medeniyetin zombileşeceği açıktır.

Son tahlilde irili ufaklı şer güçlerin ittifak ettiği bir dönemde bizlerinde yek vücut olma vakti geldi de geçiyor. Geçelim; seçimdi, koalisyondu, falanı-filanı. Hiçbir etnisitesine ayrımı yapmaksızın "Ancak müminler kardeştir" düsturunun idrakine varma vaktidir. Yapılan yanlışları görmezden gelelim demiyorum kesinlikle. Lakin olası hataları mahremiyet ölçüsünde uygun bir dil kullanarak paylaşalım birbirimizle. Karşılıklı saygı çerçevesinde toplumsal tecridi kaldırmak muhabbete vesile olacaktır kanaatindeyim. Ancak bu sayede hayırda yarışmak ve ibadete teşvik mekanizmasını hakim kılabiliriz aramızda.

Bırakalım artık hayatı kendimize ve bir başkasına zorlaştırmayı. Kendimiz için istemediğimizi başkası içinde istemeyecek bir inanışı özümsemek zorundayız. Bu bilinçle meta ve duygusal israfın önleneceği, böylece toplumda yardımlaşma kurumunun canlanacağı içten bile olmayacaktır. Böyle bir atmosferde çocuklarımıza yatırım yapmak daha kolay hale gelecektir. Malumunuz, onların milli ve manevi değerleri kuşanmış birer vatandaş olarak yetişmesi, dünya ve ahiret saadetinin kazanımları arasındadır.

Sonuç olarak; sakın ola ki patlayan bombalara, borsaya, döviz endeksine ve sorumsuz bir takım zevatın nefret diline takılmayın dostlarım. Bizler gücümüz nispetinde işimizi yapmakla mükellefiz. İnanın sadece bu kadarı bile Osman Gazinin 1299 da Söğütte attığı temellerle aynılaşacaktır. Varın gerisini siz düşünün.

Vesselam…..