Birinin terfi aldığını duydum. Gerçekten de inanılmaz bir gayret gösteriyordu. İnsanüstü bir çaba harcıyor, yılmadan çalışıyor, sürekli anlamaya ve öğrenmeye odaklanıyordu. Asla sıradan ve basit şeylerle zaman kaybetmiyordu. Tembellik etmiyor, ciddiyetle çalışıyordu. Önünde net bir hedef vardı ve tüm varlığıyla ona kilitlenmişti.
Elbette o da bir insandı. Yeri geldiğinde dinleniyor, yiyor, içiyor ve kendini eğlendiriyordu. Ancak bu uğraşıların hiçbiri onu ana gayesinden, hedeften uzaklaştırmıyordu.
O biliyordu ki bu dünya geçiciydi, faniydi. Bu kısacık ömürde elde edilen hiçbir şey, kalbin asıl alakasına değmezdi. O, bu dünya perdesinin arkasındaki ebedî hakikatlere doğru yolculuk yaptığını biliyor ve yolculuğun gereğini yapıyordu.
Peki o kim mi? O, hayatı gerçekten ciddiye almış, basit meselelerle vakit kaybetmemiş, içimizde sessiz sedasız ilerlemiş ve fani dünyadan ebedî âlemlere asıl büyük terfiyle göç etmiş, inançlı insanlardır.
Gürültü ve Uyanış Arasında
Etrafımızda öylesine büyük bir gürültü ve şamata var ki! O kadar çok engel ve mesafe koyuluyor ki, çoğu zaman hayatın ve kâinatın gerçeklerini görmeye, anlamaya fırsatımız kalmıyor.
Oysa insan, şu sıradan, basit, kararsız ve gelip geçici dünyevî meşgaleleri – özellikle de o incir çekirdeğini doldurmayan gürültü ve dedikoduları – bir kenara bıraksa; gözünün önünde sergilenen ilahî sanat eserlerini, muhteşem manzaraları ve yaratılmış her şeyi fark edecek. Onları gözlemleyecek, düşünecek. Basit bir düşünceden derin bir tefekküre köprü kuracak. O köprüden, varoluşun bilgisine (Marifetullah'a) ulaşacak. O bilgiden sevgiye (Muhabbetullah'a) yönelecek. Ve o sevgiyle, ibadet ve itaatle boyun eğerek bu dünyadan kat kat terfiler almış olarak sonsuzluğa yürüyecek.
Sineklerin Vazifesi ve Bakış Açımızı Kurtarmak
İşte büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursi, hayatı bu ciddiyetle ele almış, dönemin kargaşasını (ahir zaman fitnesini) fark etmiş bir isimdi. En basit görünen şeylere bile en önemli ahlaki ilgiyi göstermiş ve bunun neticesinde çok derin hakikatleri yakalamıştır.
Bir keresinde hapishanede sinekler ilaçla öldürülürken, o, bambaşka bir hakikati görüyordu: O minicik kuşların dahi çok büyük vazifelerle donatıldığını, çok kıymetli olduklarını ve Allah’ın onları yüksek tirajla, büyük bir sanatla yarattığını... İnsanlığa ve hayvanata hizmet ettiğini, toprağa bile faydasının olduğunu idrak etmişti. Hatta çamaşır ipindeki dizilmiş sineklerin rahatsız edilmemesi için talebesini uyarmış, çamaşırları başka yere asmasını istemiştir. Adeta o küçük canlıları, yüksek görevlerinden dolayı ödüllendirmiş, rahatlarının bozulmasını istememiştir.
Bakın ne diyor Bediüzzaman:
"Evet bir kitabın değeri kadar nüshaları çoğaltılır. Demek sinek cinsinin de önemli vazifesi ve büyük kıymeti var ki; sonsuz hikmet sahibi olan Yaratıcı, o küçücük kader mektuplarının ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok çoğaltmıştır."
Bediüzzaman sadece inancımızı değil, bakış açımızı (nazarımızı) da kurtarmış, eşyanın hikmetli olduğunu görmemizi sağlamıştır. Risale-i Nur’u okuyanlar ve de bilinçli Müslümanlar, kâinata ve her şeye Kudretin eserleri olarak bakıyor, hiçbir şeyin boşu boşuna yaratılmadığını, hiçbir şeyin vazifesiz ve başıboş olmadığını görüyor.
Bir Sinek Kadar Vazifedar Olmak
Böyle şuurlu bir bakış açısıyla bakınca, insan ister istemez kendine çeki düzen veriyor. En azından bir sinek kadar vazifedar olmayı, görevini layıkıyla yapmayı arzu ediyor.
Evet, biz bu dünyada bir görev için varız. Görevlerimiz bittikten sonra paydos edilecek ve ebedî âlemlere göçeceğiz. En azından bir sinek kadar, bir çiçek kadar, hatta bir taş kadar vazifemizi yapmış olmalıyız ve "yürüyen taş" olmaktan kurtulmalıyız. Çünkü bizde ruh var, duygular var ve bunlar tefekkür ile işlettirilmeli, parlatılmalıdır.
İşte o zaman biz, tüm varlıkların halifesi olduğumuzu ispatlamış oluruz.
Günümüzde de, geçmişte de yaratılış gayesine uygun yaşayanlar ve terfi edenler daima var olacaktır. Yüzleri nur, gönülleri nur olan bu terfi etmiş insanlar, yeryüzüne huzurun gelmesine vesile olacaklardır.
Vakit geç olmadan, bizler de yaratılış gayemizi bilip ona göre davranarak hakiki insan olma mertebesine terfi etmeli ve Allah’ın bize verdiği nimetlere karşı en bilinçli teşekkürümüzü yerine getirmeliyiz.
Dışarıda milyonlarca insan tehlikeye, uçurumlara doğru ilerlerken, bizim rahatlık içinde zaman geçirme lüksümüz olamaz. Peygamber Efendimiz (sav) dahi uzun ömrü ve saltanatı değil, insanlığın selamete kavuşmasını arzu etmiş ve bunun için son nefesine kadar mücadele etmiştir. Bizi asıl kurtaracak olan, sadece bireysel imanımız değil; insanlığın kurtuluşuna gayret etmektir. Bu büyük mesuliyet, bizi hem Allah huzurunda mahcup olmaktan kurtarır hem de gerçek ve sonsuz terfiyi kazanmamızı sağlar. Cennet bütün insanlığa yeter. Allah, iman ve Kur'an nasip etsin...