Duyulmayan Çığlık Doğu Türkistan…

Çin Halk Cumhuriyeti, dünya kamuoyunun tüm tepkilerine rağmen Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türklerine karşı uyguladığı asimilasyon politikasına devam ederek büyük bir insanlık suçu işliyor.

2021 yılında, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu Birleşmiş Milletler Cemiyeti'ne üye kırk üç ülke, Pekin Hükümeti'nin, başta Uygur Türkleri olmak üzere, etnik azınlıklara yönelik insanlık dışı tutumunu kınayan bir bildiriye imza atmış olsa da asimilasyon politikasından vazgeçmemekte kararlı olan Çin, kendisine yöneltilen bu yöndeki suçlamaları kabul etmiyor.

Uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlarda; Çin’in azınlıklara sistemli bir şekilde baskı ve tecrit uygulayarak yaşam hakkı tanımadığı, yüzbinlerce Uygur Türkünün suçsuz yere hapse atılarak ölüme terk edildiği, bu mahkûmların aileleri ve avukatlarıyla iletişim kurabilmelerine izin verilmediği ve cezaevlerinde her türlü kötü muameleye maruz kaldıkları açıkça belirtiliyor.

Hayatını kaybetmek üzere olan bazı mahkûmların organlarının doktorlar tarafından çıkartılarak Çinli zengin hastalara nakledildiği de sıklıkla dile getirilen iddialar arasında yer alıyor. Yine bu mahkumların bazı tıbbi/askeri deneylerde kullanıldığı da biliniyor.

Kadın ve kız çocuklarına yapılan işkenceler ise insanın kanını donduracak cinsten... Taciz, tecavüz, hakaret, zorla kısırlaştırma/kürtaj gibi uygulamalar, kadın mahkûmların cezaevlerinde her gün karşılaştıkları rutin muameleler arasında yer alıyor.

Pekin Hükümeti tarafından başlatılan “Aile Olma Projesi” kapsamında Uygur Türklerine ait evlere, Çinli erkekler yerleştiriliyor. Adeta yerleştirildiği evin efendisi olan bu Çinli misafirler(!) ev halkının her hareketini kontrol ederek, aile içi mahremiyeti ayaklar altına alıyor. Uygurlu genç kızlar, etnik asimilasyonu sağlamak amacıyla rızaları alınmadan Çinli erkeklerle evlendiriliyor.

Uygur Türklerinin tüm kimlik ve biyolojik bilgileri (DNA, kan grupları, parmak izi, sağlık geçmişi gibi) Çinli yetkililer tarafından kayıt altına alınıyor. Yüz tanıma, GPS, yapay zekâ gibi gelişmiş programlar sayesinde, Çin İstihbarat Kurumu MSS'ye bağlı ajanlar, dünyanın neresinde olursa olsun, Uygurları yakından takip edebiliyor.

Küçük yaştaki Doğu Türkistanlı çocuklar, ailelerinden zorla alınarak Komünist rejime ait yurtlara yerleştiriliyor. Bu çocukların aileleriyle görüşmelerine kesinlikle izin verilmiyor. Gençler ise toplama kamplarında, son derece katı bir eğitime(!) tâbi tutuluyor. Çin propagandasına maruz kalan Uygur neslinin adeta beyinleri yıkanıyor.

Yaşlı genç demeden tüm Uygurlar, Çince öğrenmeleri için zorla kurslara alınıyor. Resmi törenlerde, bilhassa Uygur Türklerine, Çin tarihini ve kültürünü öven gösteriler yaptırtılarak psikolojik olarak da işkence ediliyor. Uygur Müslümanları ibadet konusunda da büyük zorluklarla karşılaşıyor. Müslüman kadınların başörtüsü takması ve uzun kıyafetler giymesi yasak, başörtülü kadınlara Çin polisi hemen müdahale ediyor. Uygurlu kadınlar polisten gizli başlarını örtebiliyorlar. Uzun kıyafetlerle sokağa çıkan kadınların etek boyları polisler tarafından makasla kesiliyor.

Ramazan ayı geldiğinde Çin Komünist Partisi’ne bağlı polisler, Müslümanlara ait evleri tek tek kontrol ederek oruç tutan ailelerin evlerine baskınlar düzenliyor. Yine bu mübarek ayda, Uygurlara zorla içki içirtilip, domuz eti yediriliyor. Komünist Parti, 2018 yılında aldığı bir kararla, anti-helal kampanyası başlatarak Müslüman halkların dini inançlarına uygun bir şekilde beslenmelerini de mani oluyor. Sırf bu amaçla Sincan Bölgesi’ne çok sayıda domuz çiftliği inşa ettirilmiş.

Çin sadece Müslümanların değil ülkedeki toplam nüfusu 1 milyonu aşan Hristiyanların da dini özgürlüklerini kısıtlayan uygulamalar yapıyor. Çinli yetkililerin, ağırlıklı olarak Hristiyanların yaşadığı, Çin’in Kudüs’ü olarak da adlandırılan Wenzhou şehrindeki ev kiliselerini kapattığı, İsevi sembolleri yasaklattığı ve dini merasimlere müsaade etmediği de gelen haberler arasında...

Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşanan insan hakları ihlallerini, tek bir yazıya sığdırabilmek elbette mümkün değil… Daha kapsamlı bilgi edinmek isteyenlerin, 2018-2022 yılları arasında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri olarak görev yapan, kendisi de sosyalist olan Şilili Dr. Michelle Bachelet’in hazırladığı Doğu Türkistan raporunu incelemelerini tavsiye ediyorum.