Aşk ve sevgi gibi temel duygular, bugünlerde ekranlarda didik didik edilip reytinge dönüştürülüyor. Televizyonların gündüz kuşağı programlarında “ilişki uzmanı” kılığındaki figürler, insanların mahremlerini ortaya dökerek milyonların önünde aşkı tartışıyor. Oysa ne konuştukları aşk ne de aradıkları sevgi. Geriye kalan sadece içi boşaltılmış ilişkiler, itibarsızlaştırılmış insanlar ve ekran başında normalleştirilen duygusal yıkımlar…
Oysa aşk da sevgi de medyatik bir sunum değil, içsel bir derinliktir. Aşk geçici bir tutkudur; gelir ve zamanla solabilir. Ama sevgi, emek ister; sabırla büyür, zamanla olgunlaşır. Bu nedenle bir evliliği ayakta tutan şey aşkın ateşi değil, sevginin kökü derin bağlılığıdır.
Günümüz insanı her şeye hızla erişebiliyor ama duygusal anlamda derinleşemiyor. Çünkü duygular, ekranlardan değil, kalpten öğrenilir. Ve insan ancak kendini tanırsa, kendiyle barışırsa gerçek bir sevgiyi başkasına sunabilir. Kendi ruhuna yabancı, kendi benliğini ihmal eden biri; başka birini sağlıklı bir şekilde sevemez.
Bugün daha fazla kazanıyoruz, daha büyük evlerde yaşıyoruz, daha gelişmiş cihazlara sahibiz ama daha az mutluyuz. Çünkü hayat kalitesini teknoloji değil, sevgi belirler. Ve ne yazık ki sevgi, gündüz kuşaklarında çözülemeyen “ilişkilerden” daha fazla ekran süresi bulamıyor.
Kendimizi sorgulamalıyız: Birbirimize ne kadar zaman ayırıyoruz? Hızla tüketilen ilişkiler, aceleye getirilen duygular, ekrana bakarken arkamızda bekleyen insanlar... Çoğu zaman bir eş, bir çocuk, bir anne ya da baba sadece bizim bir tebessümümüzü, bir bakışımızı bekliyor. Ama biz onların farkına ya çok geç varıyoruz ya da hiç varamıyoruz.
Oysa bir teşekkür, bir minnet ifadesi, bir ilgi gösterisi hiçbir şey kaybettirmez; tam aksine ilişkileri onarır. Her gün, ekranlardan değil, kalplerden beslenen bir sevgi dili kurmamız mümkün.
Bir benzin istasyonunda yaşanmış şu küçük hikâye bize bunu hatırlatır:
Bir adam, yağmur altında arabasını durdurur ve görevliye camı aralayarak yakıt doldurmasını ister. Üzerine düşen yağmur damlaları için özür dilerken, görevli tebessüm eder: “Vietnam Savaşı’ndan sağ çıktığımdan beri, hangi şartta olursam olayım mutlu olmaya çalışıyorum. Bu yağmur beni mutsuz edemez.”
Mesele şudur: Mutluluğu ve sevgiyi dışarıda değil, içeride aramalıyız. Televizyonlarda reyting uğruna parçalanan kalplere değil, yanımızda sessizce bizi bekleyen gerçek duygulara kulak vermeliyiz.
Ekranlar her şeyi gösterebilir ama sevgiyi öğretemez ve’s-selam.