Yoksulluk ve kalkınma politikaları uzmanı Kolleen Bouchane www.aljazeera.com.tr'de yayımlanan "21. yüzyılda eğitimli olmak ne demek?" başlıklı yazısında eğitime ilişkin çarpıcı veriler sunuyor. Eğitim sisteminde küresel bir krizin yaşandığını ve söz konusu krizin sınıf bazlı inovasyonlarla aşılamayacağını ifade etmektedir. Örneğin küresel çapta mevcut eğitsel performans sürdürülürse –ki göstergeler aksi istikamette- dünyadaki en yoksul kız çocuğu en erken 2086 yılında okul yüzü görebilecek. Zira eğitime ayrılacak finansman kısıtlamaları sıkıntı doğururken diğer taraftan mevcut eğitim düzeneğinin niteliği ve yaşamın değişim dinamiği karşısındaki çaresiz vaziyeti sıkıntıları daha da büyütüyor.
Bu iki hususu açmakta yarar var. Birinci olarak ele alınması gereken erişim engelleri salt finansman açığı üzerinden izah edilecek engeller değildir. Elbette finansman boyutu önemlidir ancak örneğin yıllarca Türkiye'de de yaşandığı gibi ideolojik-politik gerekçeler, sınıfsal imtiyazlar, SDE (sosyo-ekonomik düzey) gibi hususlar erişim engeli olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin bu hususta mesafe aldığı açık ancak yer küre ölçeğinde hala Bouchane'nin ifadesiyle 260 milyondan fazla öğrenci eğitim erişim imkanından yoksun. Erişim engeli konusunda özellikle Batı dışı toplumların sıkıntı yaşadığını ifade etmeye gerek yok sanırım. Bu açıdan küresel vizyonu ve ufku olan her bir aktörün düşünmesi-hesaplaşması gereken bir problem alanı.
İkinci husus ise mevcut eğitim düzeneğinin niteliğidir. Bizler sistemin ekstrem başarı hikayelerine odaklandırıldığımız için geneline ilişkin bir görü kazanmada maalesef kifayetsiz kalıyoruz. Yine küresel bir stratejinin işlevsel bir operasyonu olarak "sistemik sorunlar göz ardı edilmekte, devasa sistem gözden kaçırılmakta ve biyografik becerisizlikler" sorun alanı diye önümüze koyulmaktadır. Ekstrem başarı hikayeleri de zaten bu çatışma sürecinin susturucuları şeklinde işlev görmekteler. Bu hususu not ettikten sonra mevcut sistemin niteliğinden kaynaklanan sıkıntılara bakmakta fayda var. Yine Bouchane'den alıntılayarak söylüyorum: "şu an ez 250 milyon öğrenci okula gittiği halde bir şey öğrenemiyor." Bunun yanı sıra bir şey öğrendiklerini varsaydıklarımızda ne tür bir tablonun ortaya çıktığını iyice eşelemek gerekiyor. Zira defaatle belirttiğim gibi söz konusu alanda sistematik bir başarısızlık hüküm sürmekte ve bu başarısızlık planlansa dahi başarılmayacak büyüklüktedir. Dolayısıyla mevcut sistemin niteliği üzerinden hesaba çekilmesinde ciddi anlamda zaruret var.
Üstelik bu hesaba çekiş sistemin başarılı gözüken hususlarına dayanılarak asla yapılmamalıdır. Zira mevcut yapı em aksaklıkları hem de başarı olarak görülen uygulamaları ile masaya yatırılmalıdır. Zira küresel sıkıntılarımızda baş gösteren pek çok sorun başarısız olarak kodlanmış olanlardan değil başarılı görülüp taltif edilenlerden kaynaklanmaktadır. Çevre, besin, savaş, göç vs. gibi pek çok sorun araçsal aklın kıskacında uçuruma koşan ve bizi de sürükleyen hırs küplerinin boyunlarında asılı duran başarı etiketlerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla okula geldiği, erişim imkanı bulduğu halde nitelikli bir eğitim göremeyen son derece geniş bir nüfustan bahsediyoruz. Burada öğretmen niteliğinden mekan tasarımına, zaman planlamasından öğrencilerin bireysel-sosyal-kültürel ve psikolojik gereksinimlerinin-aidiyetlerine, müfredattan eğitim hatta insan felsefesine uzanan geniş bir alan karşımızda duruyor. Bunun yanında on yıllardır yapılan SED araştırmalarında görülmektedir ki eğitim işi salt sistemik bir hüviyet arz etmiyor aynı zamanda Bourdieu'nun yerinde ifadesiyle kültürel sermaye ile belirleyici bir ilişki içerisinde. Dolayısıyla sosyal hayattan yalıtık olmayan eğitim düzenlemeleri aynı zamanda güçlü-güçlenmiş-güçlendirilmiş bir sosyal-kültürel aidiyeti de gerekli-zorunlu kılıyor. Bu iş eğitim bürokrasisinin boyunu fazlasıyla aşan doğrudan toplumun el atması-omuz vermesi gereken bir husustur.
Yine bu nitelik faslında özellikle dile getirilmesi gereken husus içinde bulunduğumuz dönemdeki değişim-dönüşüm hızıdır. Yapıları itibariyle muhafazakar olan eğitim sistemleri bu dinamik hayat karşısında işlevsiz bir tortuya, ketum bir direnç odağına dönüşüyorlar çoğunlukla. Oysa bugün hayatımızda olmazsa olmaz hükmünde olan pek çok meslek bir kuşak öncesinde mevcut bile değildi. Bugünkü değişim dikkate alındığında özellikle otomasyon kaynaklı iş kayıpları ciddi bir yekûn oluşturacak. Yeni meslekler ortaya çıkacak ve bugün öğrencilerimize aktarmak için uzun mesailer harcadığımız pek çok meslek ölü hale gelecek. Diğer taraftan dünya genelinde Boucane'nin ifadesiyle işverenlerin yüzde 40'ı zaten doğru becerilere sahip kişileri bulamadıklarını belirtiyorlar.
İki gün önce açıklanan YGS sonuçlarına yakından bakıldığında durumun ciddiyeti daha net görülecektir. Doğrusu durumun ciddiyetini tespit ve teşhis için herhangi bir delile mutaç olmadığımız aşikar olmakla birlikte anlaşılan derin bir alan körlüğüne batmış vaziyetteyiz. Her tarafı küresel çapta dökülen bir sistemi tüm sonuç ve uygulamalarına rağmen sahiplenmekte, müdafaa etmekte ve hiçbir şey yokmuş gibi geleceğe taşımakta inanılmaz bir gayret ve mücadele veriyoruz. Öğrenciyi, veliyi, kültürü, MEB'i, Hükümeti sığaya çektiğimizin onda biri kadar sistemi tartışmaya açsak eminim hayli yol almış olacağız.