Reşid Halid Gönç’ün Tanıdığım Eski Sanatkârlar ve Osmanlı Ricali kitabında, geçmişte yaşamış sanatkâr ve devlet adamlarının bilinmeyen hususiyetleri anlatılıyor.
Merhum Cavit Ersen hakkında ESKADER olarak yıllar önce "Bâbıâli Sohbetleri"nde düzenlediğimiz anma toplantısından bir fotoğraf karesi... Sağdan itibaren: Ömer Süreyya Ersen, Üstün İnanç, Gürbüz Azak, Erol Ülgen ve Mehmet Nuri Yardım.
Kıymetli edebiyatçı dostum Muhsin Karabay, aylardan beri Anadolu’yu dolaşıyor, muhtelif şehir ve ilçelerimizde, kasaba ve köylerimizde kültür sanat muhitlerini ziyaret ediyor. Önceki gün kendisini telefonla aradım. Nerede olduğunu sordum. “Darıca’dayım.” dedi. Buna çok sevindim. Zira İstanbul’a yaklaşmıştı, demek ki yakında dönecekti. Bu arada kendisine, “Hazır Darıca’da iken merhum yazarımız Cavit Ersen’in mezarını ziyaret etsen çok iyi olur. Dua eder, Fatiha okursun.” dedim. Muhsin Hoca zaten kabristanlara meraklı. “Tabii giderim ama yerini bilmiyorum ki.” dedi. Ben de tarif etmeye çalıştım. Yıllar önce romancımızın oğlu Ömer Süreyya Ersen ile Darıca’ya gidip merhumun kabrini ziyaret etmiştik. O sırada çektiğim birkaç fotoğrafı yolladım. Kendisi orada bazı kişilerle görüştü ancak bulamadı. Ben de kendisine buradan yardımcı olmaya çalıştım. Bu arada yol göstermesi için Ömer Süreyya Bey’i aradım Ancak telefonu cevap vermedi. Dönüş bekledim, olmadı. Her ihtimale karşı telefonu Muhsin Bey’e de yolladım. Dostum Karabay aramış, o da ulaşamayınca internetten bakmış. Aradığımız Ömer Süreyya Ersen’in bir yıl önceki vefat haberini görüp bana gönderdi.
TGC, Ömer Süreyya Ersen için 1 Ağustos 2024 tarihinde bir duyuru yayımlamış. İlanda, Ersen’in 31 Temmuz 2024 Çarşamba günü vefat ettiği bildiriliyor ve şöyle deniliyordu: “Uzun yıllar mesleğimize başarıyla hizmet veren üyemiz Ömer Süreyya Ersen’i kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Meslektaşımızın ailesine ve basın topluluğumuza başsağlığı diliyoruz.” Ömer Süreyya Ersen’in cenazesi, 3 Ağustos 2024 Cumartesi günü öğle namazının ardından Ataköy 9. Kısım Yunus Emre Camii’nden alınarak Kilyos Mezarlığı’nda toprağa verilmiş. 1949 yılında Adana’da doğmuş, Adana Erkek Lisesi’nden mezun olmuştu. Bâbıâli’ye 1966 senesinde girmiş, Sabah gazetesinde çalışmaya başlamıştı. Yeni İstanbul, Günaydın, Hürriyet ve Aydınlık gazetelerinde görev almıştı. Evli ve üç çocuk babasıydı. Merhum babası Cavit Ersen hakkında geçmiş yıllarda düzenlediğim toplantılara davet etmiştim kendisini. Memnuniyetle katılmış ve konuşmuştu. Ayrıca yine romancımıza dair kendisiyle mülakat yapmıştım. Cavit Ersen’in bazı romanlarını Mihrabad Yayınları’nda neşrederken sıklıkla görüşüyorduk. Şimdi vefat haberini bir yıl sonra duymanın derin hüznü içindeyim. Eskiden gazeteler böyle vefatları okuyucularına mutlaka duyururdu. Bırakın oğlunu bir zamanların efsane yazarı, romancısı Cavit Ersen’in vefat haberi bile medyada yer almamıştı. Ne diyelim? Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun inşallah.
ESKİ SANATKÂRLAR
Hakiki sanat da kıymetli sanatkâr da hiç eskimez aslında. Her dem yenidir, tazedir. Ancak yaygın tabirdir, böyle söyleniyor. Ömrünü kültürümüze, sanatımıza ve edebiyatımıza hasretmiş olan, ilginç kişiliği ile tanınan, hoş bir üslubu bulunan gazeteci yazar Reşid Halid Gönç’ün Tanıdığım Eski Sanatkârlar ve Osmanlı Ricâli isimli kitabı, Ötüken Neşriyat’tan çıktı. Hazırlayan İbrahim Öztürkçü. Kitap 110 sayfadan ibaret, ince ama içi hazine değerinde bilgilerle dolu. Az ve öz yazılarıyla tanıdığımız Gönç, yakın çevrelerinde bulunduğu musiki, tiyatro ve temaşa sanatkârlarını, bazı edipleri ve devlet adamlarını gerçekçi, dikkatli ve rikkatli gözlemleriyle anlatıp tasvir ediyor. Âdeta her biri için bir portre yazısı kaleme almış mübarek. Yayınevi iyi ki Reşid Halid Gönç’ün gazetelerde dağınık hâlde neşredilmiş bulunan bütün yazılarını ve tefrikalarını kitaplaştırıyor. Kanaatimce edebiyat, fikir, kültür ve sanat hayatımıza yapılan en büyük hizmetlerden biri de bu tür neşriyattır. Bir bakıma ihmal edilmiş değerlerimiz, nisyana gömülmüş kıymetlerimiz ete kemiğe bürünüyor ve yeniden günışığına çıkıyor. Eserin birinci bölümünde “Tanıdığım Eski Sanatkârlar” var. Bunları başlıklarıyla görelim şimdilik. Siz zaten kitabı edinip tamamını okuyacaksınız: Muhsin Ertuğrul’un Gençliği, İki Rakip: Hayali Şair Ömer ile Kâtip Salih, Udî Ali Bey ile Nevres, Udî Nevres, Udî Hasan Bey, Kavuklu Hamdi, Neyyire Neyyir Ertuğrul, Nâdir Yetişen bir ses Sanatkârı Nasip Hanım. İkinci kısmın başlıkları ise şöyle: Said Paşa, Tanzimat Ricâlinden Said Efendi, İbrahim Hakkı Paşa, Ahmed İzzet Paşa, Mehmed Ali Aynî, 109 Yaşında Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın Yaveri Anlatıyor. Son bölüm dört ayrı yazı hâlinde kaleme alınmış. Kitabın en çok dikkat çeken bilgilerini bu yazılarda bulmak mümkün. “Muhtasar ve müfit” bilgilerle donatılan kitabın son bölümünde ek yazılar bulunuyor. Yakın devrimizde yaşanan ilginç hadiseleri merak edenlerin ilk elde okumak isteyeceği kitabı herkese hararetle tavsiye ediyorum. Titizlikle neşre hazırlanmış, dipnotları düşülmüş, rahat okunan ve okuyucuyu engin bilgilerle, bâkir hatıralarla donatan iyi bir eser.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
“Milliyetçilik” kavramı günümüzde çok konuşuluyor ve tartışılıyor. Bilen bilmeyen herkes nedense bazı konularda ahkâm kesmeyi seviyor. Milliyetçilik hakkında fikir beyan edenlerin büyük kısmı bu konuda kaleme alınmış temel eserlerden bîhaber olduğunu düşünüyorum. Okumadan, araştırmadan konuşmak günümüzde yaygın bir haslet ne yazık ki. Hâlbuki okusak daha doğru ve iyi fikirlere sahip olacağız ve bunları topluma aktarmış olacağız. Düşününüz ki “milliyetçilik” ile “ırkçılık” kavramlarını hâlâ aynı sanıp karıştıran anlı şanlı yazarlarımız var, yazık. Ne diyelim, onlara da bol bol kitap okumalarını tavsiye edelim. Bugünlerde İstanbul Türk Ocağı Başkanı Cezmi Bayram’ın Türk Milliyetçiliği kitabını okuyorum. “Tarihî Seyri, Yeni Hedefleri” ara başlığı ile okuyucuya sunulan kitap aslında ikinci baskı ama genişletilmiş. Yıllar önce neşredilmişti. Ancak yazarımız bu eseri bir daha ele alıp, bazı makalelerini ekleyip âdeta yeni bir kitap olarak okuyucu ile buluşturdu. Kanaatimce zamanlaması da çok iyi. Çünkü bugünlerde en çok münakaşa edilen meselelerden biri de “milliyetçilik”tir.
Ama hangi milliyetçilik? Ola ki bu konuları ele alanlar bu eseri de alıp okurlar. Ön Söz’ün ilk satırlarında mühim bir tespit var. Şöyle deniliyor: “Milliyetçilik, emperyalist devletlerin bütün menfi propagandalarına rağmen hâlâ en canlı fikirdir. Milletlerin siyasi ve iktisadi istiklallerini muhafaza için ihtiyaç duydukları enerji ve gücü sağlayan ülküdür. Küreselleşme gayretleri bunu ortadan kaldıramamıştır. Milliyetçiliğin bu hâli, onun donuk bir ideoloji olmaktan öte, canlı ve her zaman kendini yenileyebilir olmasından gelir. Yani milliyetçilik, milletin menfaatlerini esas almak hedefini muhafaza ederek zamanın şartlarına göre hedef ve üslubunu yeniden tayin eder.
” Kitaptaki makaleler Türk Yurdu dergisinde yayımlanmıştır. Yazar makalelerin özünü şöyle hülasa ediyor: “Bu makalelerde, milliyetçiliğin cemiyetin hayatını yönlendirici, insanları feragat ve fedakârlığa sevk ederek, milletin büyük hamleler yapmasında önemli bir rol oynadığı hakikatini hatırlatarak, her dönemde kendini yenileyen bir fikir hareketi olduğuna dikkat çekilmek istenmiştir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ortaya çıkan Türk milliyetçiliğinin, dünyadaki diğer milliyetçiliklerden farklı olarak, muhafaza edici, kapsayıcı yönüne işaret edilmiştir. Elbette, devletin sahibi bir milletin milliyetçiliği, bağımsızlık mücadelesi veren toplulukların milliyetçiliğinden farklı olacaktır.” Kitabı okuyunca, hakiki bir milliyetçinin ırkçı olamayacağı ve inanç ve kültür temelli yürümek zorunda kalacağı gerçeği ile yüz yüze kalıyorsunuz. Böylece bu kavram doğru biçimde yerine oturuyor.
MALTA MEKTUPLARI
Limni ve Malta Mektupları, Ziya Gökalp’in eseri. Eseri daha önce neşre hazırlayan rahmetli araştırmacı yazar Fevziye Abdullah Tansel. Birçok edebiyatçının mektuplarını, büyük emekler vererek, kütüphane mesaisi yaparak yayımlayan Fevziye Abdullah Tansel, bu kitabında da Ziya Gökalp’in yakınlarına, ailesine, eşine ve kızlarına yolladığı samimi mektupları toplu olarak okuyoruz. Yazarlar, bilhassa yakın aile efradına gönderdikleri mektuplarda bütün his ve fikirlerini, duygu ve düşüncelerini âdeta iyi çekilmiş bir fotoğraf karesi gibi yalın ve net bir şekilde aksettirirler.
Dolayısıyla edebiyatçıların, sanatkârların ve mütefekkirlerin mektuplarını okumak onları daha yakından ve doğru anlamamızı sağlıyor. Fevziye Hanımefendiyi 1980’li yıllarda İstanbul’da düzenlenen ve büyük faydasına inandığım Türkoloji Kongrelerinde görürdüm. Bir ara ayaküstü de olsa kısa bir sohbette bulunmak nasip olmuştu. Ona Ziya Osman Saba’yı çalıştığımı ve kitaplarında olmayan şiirlerini bulduğumu söylemiştim. İlgiyle dinlemiş ve “Bende de bazı şiirleri var, göndereyim.” demişti. Kitabın başında Prof. Dr. Abdullah Uçman Hocamızın “Ziya Göklap’in Limni ve Malta Mektupları Üzerine Birkaç Söz” başlıklı on sayfalık yazısını okuyoruz. Ön Söz, Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ İğdemir’e ait.
DENEMEDEN BİLEMEZSİN
Deneme, edebiyatımızın en sevimli, rahat, anlaşılır ve özel türlerindendir. Yazı derslerimde okuttuğum Yazı Masası kitabımda bu türe geniş yer ayırdım. Denemenin farklı tarifleri, tasnifleri vardır. Her deneme yazarı, bu türü başka türlü tarif eder. Ama hepsinin de kendine göre çekiciliğini, güzelliği vardır. Orçun Öçer’in Denemeden Bilemezsin kitabı, bu anlamda zevkle okunacak ilgi çekici metinlerden meydana geliyor. Arka kapak yazısını okuyalım: “Bir edebî tür olarak denemenin bizim edebiyatımızda öne çıkan türlerden biri olduğu söylenemez.
Tanzimat’a kadar hâkim edebî tür şiirdir. Tanzimat sonrası roman, hikâye ve tiyatro, kurmaca türler olarak görülmeye başlar;- ama deneme yoktur! Deneme, yazarın birey olarak öznelliğini ifşâ eder. Deneme yazarına göre her şey, ‘ona, yazara göre’dir. Osmanlı entelijansiyası, öznelliğini açığa çıkarmada dâimâ isteksiz davranmıştır: Şiir, öznelliği örtbas eder; denemeyse, açığa çıkarır. Deneme, Cumhuriyet’le birlikte var’dır. Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Suut Kemal Yetkin, Vedat Günyol, Salâh Birsel, Nermi Uygur, Memet Fuat... Nedense, bu ilk kuşaktan sonra, deneme gözden düşmüş gibi görünür. Füsun Akatlı ve Enis Batur dışında, deneme türüne ehliyetle iltifat eden pek kimse yoktur…. Entelektüel donanım, gülen düşünce, ‘ruha da göze dört kol çengi’ ‘aylak bir üslûp’…ve cesur bir öznellik… Daha ne olsun ki!”
Bu eserlerle birlikte şu iki kitap da Ötüken Neşriyat’tan vitrinlere çıktı, kütüphanelere taşındı, okuyuculara ulaştı: Bozoğlan Destanı -Fergana Nüshası- (Hazırlayanlar: Osman Karatay, Zeynep Güler, Avazkhon Umarov). Üyge Taba Eve Doğru, Ayaz İshaki (Hazırlayan Ufuk Aykol) Bu yaz aylarında herkese, iyi ve donanımlı eserleri bol bol okumasını, okudukları üzerinde de düşünmesini tavsiye ederim.