Peygamber Efendimiz evliyalar için 'onları gördüğünüz zaman aklınıza Allah gelir' demiştir. Peki evliya ne demek?Veli ne demek? Evliya kime denir? Veli kime denir? Evliyada bulunan özellikler nelerdir? Detaylar haberimizde...
Veliler, Allah'ın sadık dostları, Allah'ın şerîatına bağlı olan kimseler. Kur'an-ı Kerîm'de evliya kelimesi, insanların sahte ilah ve mabudlar hakkındaki çeşitli inanç ve davranışlar ortaya koymaları; "Allah'tan başka veliler edinmek" şeklinde ifade edilmektedir: "Allah'ın dışında birtakım veliler edinenler ise; Allah, onların üzerinde gözetleyicidir. Sen onların üzerinde bir vekil değilsin" (eş-Şûra, 42/6). Bu ayette geçen veliler kelimesi şu anlamları kapsamaktadır:
1. Bir kimsenin başkasının gösterdiği yola göre amel ederek onun koyduğu kurallara, kanunlara ve adetlerine uyması (en-Nisa, 4/118-120; el-A'raf, 7/3, 27, 30).
2. Bir kimsenin başkasının yol göstericiliğine inanması, o şahsın gösterdiği yolun itimat edilir, diğerlerinin yanlış olduğuna iddia etmesi (el-Bakara, 2/257; el-İsra, 17/97; el-Kehf, 18/17-50; el-Casiye, 45/19).
3. Bir kimsenin başkasının yaptığı kötülükleri gözardı ederek kendisini öbür dünyada kurtaracağına inanması (en-Nisa, 4/123-173; el-En'am, 6/51; er-Ra'd, 13/37; el-Ankebût, 29/22; el-Ahzab, 33/65; ez-Zümer, 39/3).
4. Bir kimsenin bir başkasının yüce kerametleri dolayısıyla kendisine yardım ederek afetler ve musibetlerden kurtaracağına inanması (Hud, 11/20; er-Ra'd, 13/16; el-Ankebût, 29/41).
Geniş halk kitlelerinden bazı kimseler, İslam hakkında ciddi bilgileri olmadığı için salih zatların kendi kaderlerini değiştireceklerine inanarak batıl yola sapmışlardır. Oysa Allah'tan başka hidayet edici yoktur. Bu tür davranışlar, Allah'tan yüz çevirme ve ondan başkasına yönelme demektir. Allah onlara veli olmayacak, onlara azap edecektir. Allah'tan başka veli yoktur, velayet yalnız O'nun hakkıdır: "Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka veliler edinmeyin. Ne az öğüt alıyorsunuz" (el-A'raf, 7/3).
Lügatte veli; dost, arkadaş, itaatkar, komşu, işi üstlenen kişi anlamlarına gelmektedir. İslami ıstılahta; Allah dostları, Allah'ın sevgili kulları demektir: "İyi bil ki, gerçekten evliyaullah için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar'' (Yûnus, 10/62).
Hz. Peygamber (s.a.s.) de evliyayı şöyle tarif etmiştir: "Onlar görüldüğü zaman akla Allahu Teala gelir. Yüzleri nurludur. Onlarla beraber bulunanlar şakı olmaz."
Evliyanın kerameti haktır. Evliya, kerametini din için bir delil olarak kullanır.
Lügatte veli; dost, arkadaş, itaatkar, komşu, işi üstlenen kişi anlamlarına gelmektedir. İslami ıstılahta; Allah dostları, Allah'ın sevgili kulları demektir:
"İyi bil ki, gerçekten evliyaullah için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.'' (Yûnus, 10/62).
Hz. Peygamber (s.a.s.) de evliyayı şöyle tarif etmiştir:
"Onlar görüldüğü zaman akla Allah Teala gelir. Yüzleri nurludur. Onlarla beraber bulunanlar şaki olmaz."
Evliyanın kerameti haktır. Evliya, kerametini din için bir delil olarak kullanır.
Hak ve hakikati insanlara duyuran "kudsî mürşitler"den herbirisi, kendilerine mahsus irşat metodları ile hizmet etmişlerdir. Bu zatlar gerek manevî makamları, gerekse tebliğ usulleri bakımından düşünülecek olursa şu şekilde tasnif etmek mümkündür:
Peygamberler, sahabîler, asfiya, müçtehidler, evliya, ulema. Peygamber ve sahabîlerin manevî mertebeleri sadece kendilerine mahsus olmakla birlikte, hiçbir insan kendi gayreti ve hizmetiyle -haşa- ne peygamber olabilir, ne de sahabî derecesine yükselebilir. Çünkü, artık o yol ve kapı kapanmıştır.
Fakat, bunların dışındaki diğer mana büyükleri, Asr-ı saadetten sonra her devir ve asırda görülmüş ve Müslümanların manevî imdadına yetişmişlerdir. Resul-i Ekremin (a.s.m.) irtihalini müteakip asırdan sonra hak ve hakikat iki koldan yayılmıştır: Kalb ve akıl yoluyla. Kalbi esas alan ve keşif-keramet kanalıyla iman hakikatlerinin inkişafını temin eden mürşidlere "evliya", ilham feyizlerini doğrudan Kitap ve sünnetten alan, akıl, fikir ve ispat yoluyla hakikatlerin künhüne vakıf olan iman rehberlerine de "asfiya" denmektedir.
Asfiyanın kimler olduğunu daha iyi anlayabilmek için Bediüzzaman'ın bu husustaki tespitlerine bakmak icap eder. Asfiyayı "veraset-i nübüvvet muhakkikleri"1, yani Hz. Peygamberin (a.s.m.) miras bıraktığı sünnet-i seniyye erbabı olarak tarif eden Üstad, Şualar'da ise "ulemanın ilmelyakin suretinde kat'î ve kuvvetli delillerle, enbiyaların Aleyhimüsselam davalarını ispat eden ve asfiya ve sıddîkîn denilen mütebahhir, müçtehid muhakkikler"2 ifadeleriyle onların metodlarını anlatmaktadır. Onlar iman hakikatlerini ilmî olarak kesin ve kuvvetli delillerle ispata çalışırlar.
Yine aynı eserde enbiya, evliya ve asfiyanın bariz hususiyetlerini de şu şekilde görmekteyiz:
"Bütün ervah-ı neyyire ashabı olan enbiyalar ve kulûb-u nûraniye aktabı olan evliyalar ve ukûl-u münevvere erbabı olan asfiyalar,.."3
Burada da görülmektedir ki, evliyada kalb hakim durumda iken, asfiyada akıl ve ilim başta gelmektedir. Yine Mektubat'ta İmam-ı Rabbanî'den nakille, velayet-i suğra, vusta ve kübra olarak üçe ayıran Bediüzzaman, veliliğin en yüksek makamı olan "velayet-i kübra"yı,
"Veraset-i nübüvvet yoluyla tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."4
şeklinde ifade eder ki, asfiyanın takip ettiği yol bu olmaktadır.
Yine Mesnevî-i Nûriye'nin mukaddimesinde her iki irşad yolunu birleştiren bir izaha yer verilmektedir. Bu yolda, istiğrak ehli olan ve akıl gözünü kapayarak, hakikate sülûk eden zatların aksine, kalb, ruh ve akıl gözü açık olarak manevî ve ilmî mücahede vardır. Zira "cadde-i kübra" adı verilen bu hakikat yolu "Sahabe ve tabiîn ve asfiyanın caddesidir." Bu yol İmam-ı Gazalî, Mevlana ve İmam-ı Rabbanî ile gelmiş, asrımızda da Bediüzzaman'la devam etmiştir.5
Bütün ulemanın ittifak ettiği husus şudur ki:
"Derece-i şühûd, derece-i îman-ı bilgaybdan çok aşağıdır."
Yani îman hakikatlerine gaybî olarak inanmak, bazı evliyanın tariki olan müşahede etmek sûretiyle îman etmekten ve îmanını kuvvetlendirmekten daha üstündür. Bakara Sûresinin 3. ayetinde "Onlar gaybe îman ederler" buyurularak bu hakikate işaret edilir.
Ancak bütün bunlarla birlikte, milyonları bulan evliya, îman hakikatlerini manevî keşif, keramet yoluyla görüp tasdik ederken; milyarlarla gelip geçen ve asfiya denen tahkik ehli zatlar ise, bu hakikatleri kesin delillerle aklen, fikren ve kuvvetli bir şekilde ispat etmişlerdir.
Fakat evliya ve asfiyanın manevî makam ve derecelerini, fazilet ve üstünlüklerini ayırmak ve tayin etmek kesin hatlarla çizilecek şekilde mümkün olmaz. Ancak meşgul oldukları saha ve dayandıkları esas bakımından asfiyaya misal olarak verilen dört mezhep imamı ve diğer hadis, kelam ve fıkıh uleması "velayet-i kübra" makamı olan "Peygamber varisliğini" devam ettirdikleri için, sırf keşif ve keramet yoluyla hakikata ulaşan ve "velayet-i suğra" sahibi olan Muhyiddin-i Arabî, Hallac-ı Mansur gibi zatlardan daha yüksek mertebededirler. Bunun için Risale-i Nur'un çeşitli yerlerinde geçen "yüz yirmi dört bin enbiya, yüz yirmi dört milyon evliya, yüz yirmi dört milyar asfiya" tabirlerine bakarak asfiyanın evliyadan makamca daha aşağı olduğu manası çıkmamalı. Fakat Abdülkadir Geylani Hazretleri gibi bazı zatlar, aynı zamanda birer müçtehid olduklarından hususî fazilet bakımından daha parlak bir makam sahibi olsalar da, manevî derece bakımından dört imam gibi asfiyanın sultanı olan zatlar sahabe ve Mehdi'den sonra en yüce makam sahibidirler.