Medine'de gül ve hurma ikramcısı olmak vardı, elinde kitap Gül Yüzlünün ahlakını okumak vardı, zikir sadasından başka hiçbir şey duymamalıydı işitsel metabolizma, koku duyusuyla o deruni iklimin heyecanında iliklere kadar bir hoş olmak vardı. Rüzgar uzaklardan ta en uzaklardan bin dört yüz yıl öncesinden nur harmonisini getirmeliydi gönlümüze, gönlümüzün kabesinin burçlarına. Hücreler, beyin ve kalp üçlüsü aşk-ı alanın tabiatüstü zarafetini orda yaşamalıydı, Medine'de yaşamamıza, yaşamın yüce anlamını katmak vardı…
Ve nezaket bürünmeliydi Medine'nin yaratılmış en medeni sokaklarındaki gül mihmandarına ebedi kucak açan, kadife ahlaklı yolcuya sığınan bizlere nezaket yüklenmeliydi, evreni heyecandan bir hoş eden nezaket bürünmeliydik, ahlak ve nezaket kaynağı o Gül Yüzlünün dergah-ı ala-ı makamında…
Onunla, Muhammed'le kuşanmalıydık zarafetin en soylu esvabını…
Seninle var olduk, seninle ey yaratılış ölçüsü, ey alem-i nizamın dilinde ismi yankılanan kutlu hakikat, ey gönüllerin en yüksek manasına denk gelen Muhammed Mustafa… Biz seninle edep evreninde aşka kanatlandık, ahlak kainatında vav gibi eğilmenin şerefinde elif gibi yücelmeleri gördük, ey nur-u mukaddes deryası, ey güzelliğinde ve sadeliğinde şefaat lisanı gördüğümüz, ey aşkın her hali, ey aşkın ta kendisi Muhammed…
Nasıl da özlem sarmalına düğüm düğüm gönüllerimiz, nasıl da hasret ve hayret çığlığıyla sükût bürünmüşüz sana, en bedii varlığa sana, gönüller özleminle azap faslında, isminin takva hecelerinde salavatlar sararken her halimizi, bizi şefaat yağmurlarıyla sulasın diye ulu Rabbimiz, ricacıyız ey kutlu nebi… Bizi senle buluştursun diye Rabbe ricacıyız…
Bütün yüzsüzlüğümüzle nedametten hüzün yağmurlarıyla sarhoş olmak, Cennet'in Kevser meydanında seninle olmak için, ey kainatın en seçkini, seninle olmak için…
Medine'de olmalı ve kalplerimizi huzur nefesleriyle coşturmalıydık, her nefeste yeni ömürler kadar uzun huzurlar yaşasaydık, dokunabilseydi ellerimiz Medine medeniyetinin en saygın toprağına, nasip olur mu acaba bir gün dünya gözüyle görmek o kelebek hafifliğindeki sonsuzluk saadetini, nasip olur mu hayatın tüm gayesinin o olduğunu, Muhammed Mustafa olduğunu, orada hissetmek, ölümsüzlüğün şerbetini içtiğimiz bir huşu ile, nasip olur mu geceyi ve gündüzü ve zamanın tüm dehlizlerini aynı lahzada görebilmek ve yaşayabilme heyecanını…
Eyy aşıklar Peygamberi, ey maşukların gönül rehberi, ey muhabbet Muhammedi, ey ahlak Nebisi, merhamet Peygamberi, ey sevgi devletinin önderi, ey şefkat vatanının en kutlu neferi, ey mana memleketinin gaye-i ala eri, ey bize namuslu olmanın tarifini sunan, ey bize şeref ölçülerinin şifrelerini deşifre eden, ey kalbin mutmain sanatı, ey varlığın coşkun bilgesi, eyy adaletin sonsuzluk meşalesinin ateşini yakan, ey karanlığın ve küfrün yangınlarını söndüren…
Eyy aşıklar Peygamberi… Sana, sen kutlu nura, nur deryasına gelsek, kabul buyursan, sen kabul buyuracaksın, günahlarımızı yüzümüze vurmadan, anadan babadan yardan daha yakın, sen yar, sen Medine'den alemlere yükselen nur, sana gelsek, medeniyet Medine'sinde gül ikramcısı olsak…
Olur mu acep, nasip olu mu ey ulu Rabbim…
İnşallah… Biiznillah…