Her şey 7 Şubat 2012'de başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 yıl süren çatışma dönemini bitirmek için ciddi hamleler yapıyor, radikal kararlar alıyordu. Türkiye, oyalansın diye egemen güçler tarafından coğrafyasında yakılan ateşi bir daha yanmamak üzere ya söndürecek ya da 30 yıldır olduğu gibi bu ateşin yanmasına seyirci kalarak içeriye gömülmeye devam edecekti. Bu keskin tercihi hissedenler elbette arada kalmıyor, tercihlerinin gereğini yapıyorlardı. Özal bunlardan bir tanesiydi. Ancak çözüm iradesi ona pahalıya patladı. PKK sorununu çözmek için tam da esaslı bir hazırlık içerisine girdikten sonra "meçhul bir ölüm" ile hayata veda etti. 93 yılı, Türkiye tarihinin en karanlık yılı olarak tarih sayfalarına kaydedilmişti.
Eşref Bitlis'ten Bahtiyar Aydın'a, Uğur Mumcu'dan Adnan Kahveci'ye, Özal'a kadar birçok suikast gerçekleşti. Bütün suikastlar, pusulanın PKK sorununu gündemine alanlara çevrildiğini gösteriyordu.
Nihayetinde Türkiye'nin içinde ateş yakanlar, bu ateşi söndürmeye çalışanları da yaktı. Kim bu soruna dokunduysa yandı, yok edildi, öldürüdü.
Sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gelmişti. Erdoğan, 30 yıldır süren terörü bitirmek ve akan kanı durdurmak üzere üst üste adımlar atmış, İstihbarat Teşkilatı marifetiyle İmralı ile görüşmeler başlamıştı. Erdoğan'ın görevlendirdiği MİT ekibi, yapığı görüşmelerden ciddi sonuçlar elde etmiş, çalışmaların kamuoyuna açıklama zamanı gelmişti.
İşte ne olduysa o günden sonra oldu. 40 yıldır Türkiye'nin hemen her kurumunda mevzilenerek "talimat bekleyen" hücreler harekete geçti. Pensilvanya'nın Çözüm Süreci'nin derinliğini öğrendikten sonra "savaş" kararı alması, bir doktora tezini hak edecek kadar düşündürücü ve bir arkeologon kazı çalışmalarındaki titizliği kadar ince araştırmaya muhtaçtır.
7 Şubat 2012'de, tam da Erdoğan'ın ameliyat olacağı bir günde, MİT Başkanı Hakan fidan, Özel Yetkili Savcı Bilal Bayraktar tarafından ifadeye çağrılmıştı. Pensilvanya örgütünün bu hamlesi şüphesiz taktikseldi. Zira amaç Fidan üzerinden Erdoğan'a, ardından diğer bakanlara ulaşmak, hükümeti düşürmek, ülkeyi yönetemez hale getirmekti.
Ancak işler tersine gitti. Erdoğan, usta bir hamleyle Fidan'ı ifadeye göndermedi. Meclis'ten yasa çıkartarak Fidan'ı ve müzakere masasını yasal güvence altına aldı. Pensilvanya örgütü de boş durmadı. 17-15 Aralık'ta heybesinden "yolsuzluk sosuna" bandırılmış kasetler, bilgi ve belgeler çıkardı. Ne var ki, bu darbe girişimi de Erdoğan tarafından bertaraf edildi.
Paralel Yapı, artık bütün kozlarını oynamaya başlamış, bütün enstrümanların sahaya sürülmesiyle savaş kızışmıştı. Karşıtları bir cehpede birleştirmek için mide bulandırıcı ittifaklar ardı ardına geldi. CHP, MHP, HDP, Türk Solu, aydınlar, liberaller ve PKK, Paralel Yapı'nın "kara trenine" vagon oldu.
Bu savaşın şüphesiz bir gerekçesi olmalıydı. İşte o gerekçe, Ak Parti'nin gösterdiği "Çözüm İradesi"ydi. Tarihinde ilk kez Türkiye, terörden kurtulmanın eşiğine gelmişti. Ancak, kendi iç sorununu çözmüş Türkiye, bölgesel ve küresel güçler için ciddi bir tehdit sayılırdı. Buna müsaade edilmemeliydi. Türkiye, PKK sorununu çözer de demokrasisini güçlendirirse Ortadoğu'ya örnek bir ülke haline gelecek, kukla yöneticilerin ve diktatörlerin yönettiği Müslüman ülkelerdeki halk da bu "iyileşmeden" etkilenerek "başkaldırılar" başlatacaktı.
Batılılar, bu filmi daha vizyona görmeden gördü ve Türkiye'yi durdurmanın aslında Ortadoğu halklarının "uyanışını" durdurmak olduğunu keşfederek hareket etti.
Fakat ne yaptılarsa olmadı. Masa başındaki yaptıkları hesap çarşıya uymadı. Türkiye halkı, liderine sahip çıkmak için meydanlara akın etti. Gezi Olayları'nda yurtdışında olan Erdoğan'ı İstanbul'a döndüğünde yüzbinler karşıladı. Erdoğan'ın Ankara Keçiören'deki konutuna kadarki güzergahın tamamı coşkulu kalabalıkların sloganlarıyla inledi. Halk, Menderes'te, Özal'da, Erbakan'da yaptığı hatayı tekrar etmek istemiyor, bu defa seçtiği liderin devrilmesine müsaade etmiyordu.
Sonra, bütün çalışmalar "PKK/PYD/Suriye denklemi" üzerinden uygulamaya konuldu. Plan çok sinsiceydi. Mavi kanlı liberaller, akademisyenler ve merkez medya psikiyatri bilim dalına konu olacak "PKK güzellemesi" yaparak barışın bozulması için ter döktü. Amaç, PKK'yı Çözüm Süreci masasından kaldırmaktı. Nitekim masada yarı kalkar/yarı oturur durarak kaldırılacağı günü bekleyen Kandil, masayı terk ederek çatışma dönemine geri döndü.
Şimdi özgürlük ve esaret dikotomisinin zirvesindeyiz.
"Biz"e göre tünelin ucu göründü. Esasen tünelin ucunun göründüğünü "onlar" da farkettiği için bu aralar "bahar çok güzel olacak" mottosunu dolaşıma soktular.
Türkiye'yi Suriye'ye çevirmek isteyenler, Kandil'in kapısında çadır kurmuş durumda. PKK'nın, militanlarını kentlere, bilhassa Batı illerine göndererek son kozunu kanlı eylemlerle oynamasına yönelik ciddi bir beklenti var. Denklemde ise PYD'den IŞİD'e, DHKP-C'ye kadar bütün devşirme örgütler bulunmakta.
"Yeni Türkiyeciler" için mücadelenin pik yapacağı bir dönem oldukça yakın
Bilhassa, Yeni Türkiye bünyesinden kopup Ak Parti'nin çeperlerinde akbaba dalışları yapan kamikazelerin olduğu bir konjonktür, rasyonaliteden ödün vermeden titizlikle yönetilmeli mutlaka!
Zira en büyük karşı hamle, yine Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinden gelecek.
Ak Parti, yakın bir zamanda kendi hazırladığı, içerisinde Başkanlık Sistemi'nin de olduğu Yeni Anayasa taslağını TBMM'ye sunacak. Görüşmeler neticesinde oylamaya geçilecek.
Görünen o ki, 330'un üzerinde Milletvekili Yeni Anayasa'ya "Evet Oyu" verecek.
HDP, MHP ve CHP'den bazı Milletvekilleri, Türkiye'nin menfaatlerinden yana tercih kullanacaklarını açıkça beyan ederek "Evet" oyu kullanacak.
Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, halkoyuna sunulmak üzere Anayasa Değişiklik Paketini 15 gün içerisinde Resmi Gazete'de yayınlaması için Başbakanlık'a gönderecek.
Tahminen Türkiye, Eylül'de Yeni Anayasa referandumuna gidecek.
Referandum tarihinin belli olduğu günden itibaren Türkiye'yi çok zor günler bekliyor olacak. Zira o günden sonra aydınlığın geleceği son nokta olan zifiri karanlık günleri yaşıyor olacağız.
Beş benzemez yapılar, emir bekleyen hücreler, ipi okyanus ötesinde olan örgütler ve yok ederek var olmaya alışmış devletlerin tamamı son kozlarını sahaya sürecek.
Türkiye, "İkinci ve son Bağımsızlık Savaşı"nın arifesinde artık!
Hazırsanız eğer…
"Ya Bağımsızlık-Ya Esaret Sandığı" kurulacak Eylül'de…
Eğer bağımsızlığı seçerseniz, yaklaşık bir yıl sonra da "Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Başkanı"nı seçeceksiniz…
Kendinize inanın, güvenin.
Kuşanın ve bilenin şimdiden.
Çünkü eğer inanmışsanız, kazanacak olan sizlersiniz...
Twitter: @bayramzilan