Fikret Bayram kimdir, ceraimi nedir bilmem. Mensubu olduğu örgüte, cemaate atfedilen cürümlerin hiç birini tasvip etmiyorum. Siyasi anlayışlarına da birçok rezervim var. Ancak birinin veya birilerinin tasvip etmediğimiz fiil, fikir veya emelleri yüzünden onlara zulmedilmesine göz yummak ya da zalimlerle aynı safta durmak, Hizbuşşeytan olmaktır.
Kaldı ki, bu siyasi anlayış mensubu olanlar, hem dünya hem de ahiret kardeşimizdirler. Siyasi anlayıştaki farklılık, kardeşlik hukukuna halel getirmez. Çünkü biz, "Mü'minler kardeştir"e iman etmişizdir.
Fikret Bayram ile alakalı ailesi, çilekeş eşi yıllardır çırpınıp duruyor.
20 yıldır tekerlekli sandalyeye mahkûm. 14 yıldır cezaevinde yatalak vaziyette tutuklu bulunuyor. Ailesinin ilgili makamlara verdikleri dilekçelerde belirttiklerine göre vücudunun yüzde 92'sini kullanamıyor. Yani özetle bu insan, yemek dahi yiyemeyecek kadar zor durumda.
Bu haliyle 14 yıldır cezaevinde tutulan Fikret Bayram'ın affı için Cumhurbaşkanlığına gönderilen tüm dilekçeler sonuçsuz kalıyor.
Bayram'ın karşılaştığı hukuksuzluk ve adaletsizliği bir kenara bırakarak ailesinin iddia ettiği son zamanlarda yaşadığı zulümlere bir göz atmakta fayda var. Fikret Bayram'ın kardeşi Abdullah Bayram, yaklaşık 10 gün önce tutuklu bulunduğu Batman Cezaevinde tek katlı koğuşlara verilmesini yazılı olarak talep ediliyor. Çünkü çok katlı cezaevi Fikret Bayram için tam bir işkence. Tekerlekli sandalye ile merdivenlerden inip çıkmak İ-M-K-A-N-S-I-Z!
Abdullah Bayram'ın iddiasına göre kardeşinin tek katlı koğuşlara nakledilmesi ile alakalı dilekçeleri işleme dahi konulmamış.
Dilekçeyi işleme koymamakla kalsalar iyi. Çünkü ailenin belirttiğine göre Fikret Bayram'ın Bayburt cezaevine sevki çıkmış.
Yuh dediğinizi inanın tüm duyu ve his organlarımla duyuyorum. Yuh ki ne yuh. Ama yine de bu tutumu garipsemiyorum. Çünkü İnsan, insanlığından çıkıp zalimleşince, vahşette alemlerin şahikasını olduğunu hepimiz ve tarih biliyor.
Maddi durumu çok kötü olduğu resmi makamlarca bilinmesine rağmen, cezaevinde herhangi bir cürüm işlemeyen, teşebbüs etmeyen ve kimse ile kavga etmeyen bir mahkumun yaklaşık 1000 kilometre uzağa ve sapa bir şehre gönderilmesi, kelimenin tam anlamı ile zulüm ve vahşettir. Bir insan hükümlü ve hatta mücrim olabilir. Ancak bu insanın cürmünün bedeli ailesine ödetilmesi, en az o cürüm kadar bir suçtur.
Doğrusunu isterseniz Fikret Bayram ile alakalı haberi dün gelen bir mailden görmezsem haberim bile olmazdı.
Bu, gazetecilik olarak benim kusurum, ayıbım. Ancak, Türkiye'de Domuz etini helal gören ve görmeyen iki ünlü, afurlu tafurlu insan hakları adını taşıyan derneğimiz var. Domuzu helal görenler "dağa adam" ayartırken, "domuzu helal görmeyen"ler ise maaşalllah barekallah, ülkemin müteahhit sayısını her geçen gün arttırmaya çalışıyor.
Söz konusu Uludere olunca Ramazan mamazan dinlemeyip ortaya dökülerek namaz vaktinde cami avlusunda höykürmeyi bilirler. Ancak Güngören katliamı ile Fikret Bayram'ın on yılı aşkındır yaşadığı bu zulmü görmezler, göremezler. Çünkü bu "iş"te de ekmek yok.
14 yıldır aralıksız devam eden bir zulme sessiz kaldıktan sanro hangi yüzle hala toplumun içine çıkıp bazen höykürerek, bazen tepinerek, "insan hakları, mazlum hakları" diye yırtınıyorsunuz? Söyler misiniz size kim inanıyor, birkaç bordoklavye militan ve hevallerden gayrı.
28 Şubat faşist darbesinin etkisiyle alınan mahkeme kararlarının tümünün iptal edilmesi ve yeniden yargılama yapılması gerekir. Özellikle Hizbullah Davası başta olmak üzere, MGV, Refah, Sincan davası bir an önce yeniden yargıya açılmalı.
Burada bir çift sözüm Fikret Bayram'ın gönüldaşları olan kardeşlerimize olacaktır.
Hiç külahımızı önümüze koyup düşündük mü, neden bunca insan hakları savunucusu dernek, vakıf, sivil oluşum vs. yanımızda yer almıyor?
Biz ki, Peygamber Sevgisi'ni sokaklardan taşırdık, milyonları Muhammed Mustafa aleyhisselam sevgisi etrafında topladık. Peki, ne yaptık ki, Muhammedi olan din kardeşlerimiz kamuoyu baskısı oluşturmada yanımızda yer almıyor?
Bir sözüm de, daha önce, Hizbullah ile ilgili bir eleştirim için, bu cemaatin internet sitesinde Hüseyin Kaya mahlasını kullanan arkadaşa (ismini bilsem kardeşe diyeceğim):
Bana verdiğiniz pek müeddeb ve hakaret dolu ve eline "İmanometre" alıp imanımı ölçmeye çalışan cevabınızda, "o yazıyı CIA'nın bana yazdırdığını" öne sürmüştünüz.
Tevafuka bakın sizin yazınızın çıktığı gün, Mustazaf-Der ile alakalı yargı kararını yerden yere vurmuştum.
Şu anda acısını içimde hissettiğim Fikret Bayram ile alakalı, onun yanında yer alan ve o özgürlüğüne kavuşana kadar bunu hep gündemde tutmaya çalışacağım inşallah.
Ve Hüseyin Kaya mahlaslı arkadaş, bu iki yazıyı da mı CIA yazdırdı bana?
Nerede yitirdik seni ey HÜSNÜZAN!?!