Trend

Fil olayı nerede gerçekleşti?

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğumundan 52 gün önce Kabe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan hadise fil hadisesidir. Peki Fil olayı nerede gerçekleşmiştir? İşte Fil olayının gerçekleştiği yer...

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) doğumundan 52 gün önce Kabe'yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine filleriyle birlikte yürüyen Ebrehe ve ordusunun Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları vasıtasıyla bozguna uğratılmasını anlatan hadise fil hadisesidir. Peki Fil olayı nerede gerçekleşmiştir? İşte Fil olayının gerçekleştiği yer...

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, Veda Haccı'nda Mina ile Müzdelife arasındaki Batn-ı Muhassir'den hızlı olarak geçtiler. Sahabî hayretle:

"–Ey Allah'ın Rasûlü! Ne hal oldu ki sür'atlendiniz?" diye sordu.

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Cenab-ı Hak, bu mevkîde Ebabîl kuşlarını göndererek Ebrehe'nin fil ordusunu helak etmişti. O kahırdan bir hisse gelmesin diye hızlandım…" buyurdular. (Nevevî, Şerhu Müslim, XVIII, 111; İbn-i Kayyım, II, 255-256)

Nitekim hacda bu mahalde vakfe yoktur.

Rahmet ve kahır tecellîsi, bazen cemadata dahî aksetmektedir. Bu yüzden rahmetin tecellî ettiği Kabe, mescidler, salihlerin meclisleri gibi mekanlardan istifade edilmelidir. Bunun aksine, günah ve isyanın irtikab edildiği ve dolayısıyla kahrın tecellî ettiği mekanlardan da kaçınmak îcab eder.

Cemadat da cezb ve incizab kanûnuna tabîdir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, üzerinde hutbe okuduğu hurma kütüğü, o nûranî hissiyat ile dolmuş, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, başka bir yerde hutbe okumaya başlayınca da içli içli ağlamıştır. Bu hadiseyi nakleden hadîs-i şerîfler, mütevatir olarak gelmektedir.

Mevlana Hazretleri bu hususta şöyle der:

"Hava, toprak, su ve ateş, hepsi de Allah'ın kuludur ve O'na itaat ederler. Onlar, sana bana karşı bî-rûh (can­sız), fakat Allah'ın huzûrunda zî-rûhtur (canlıdırlar)."

AKABE CEMRESİ

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Muhassir Vadisi'nden hızla geçtikten sonra büyük cemreye, yani Akabe cemresine vardı. Akabe cemresini kurban kesme günü güneşin doğuşundan sonra attı. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- küçük fiske taşlarını baş ve şehadet parmakları arasına alıp birer birer atarken, insanlar da cemre taşlarını atmaya ve kalabalık sebebiyle birbirleri üzerine yığılmaya başlamışlardı. Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Ey insanlar! Birbirinizi öldürmeyiniz! Sizler, cemre taşları atacağınız zaman fiske taşları gibi küçüklerini, parmaklarınızın arasında atınız!" buyurdu. (Ahmed, VI, 379)

Kudame bin Abdullah, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in o andaki halini şöyle anlatır:

"Rasûl-i Ekrem Efendimiz'i devesinin üzerinde cemreleri atarken gördüm. Ne vurmak ne itip kakmak ne de «çekil, çekil!» demek vardı!" (İbn-i Mace, Menasik, 66)

Peygamber Efendimiz -aleyhissalatü vesselam-, yaşadığı her bir yıl için bir deve olmak üzere altmış üç deveyi kendi eliyle kurban ettikten sonra bıçağı Hazret-i Ali'ye verdi. Geri kalanını da o kesti. Allah Rasûlü kesilen her devenin etinden birer parça alınmasını emretti. Bunlar bir çömleğe konularak pişirildi. Ali -radıyallahu anh- ile birlikte ondan yediler. Daha sonra Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali'ye develerin kalan etlerini, derilerini ve çullarını fakirlere dağıtmasını emretti.

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- kurbanlarını kesince berberini çağırarak tıraş oldu.

"Kadınlar tıraş olmaz, ancak saçlarından kırptırırlar!" buyurarak kadınların başlarını tıraş ettirmelerini yasakladı. (Darimî, Menasik, 63)

Enes bin Ma­lik -ra­dı­yal­la­hu anh-, şöy­le bildirir:

"Ra­sû­lul­lah -sal­lal­la­hu aley­hi ve sel­lem- şey­tan taş­la­ma­yı ta­mam­la­dık­tan son­ra kur­ba­nı­nı kes­ti ve tı­raş ol­du. Ber­ber sağ ta­raf­ta­ki saç­la­rı tut­tu ve tı­raş et­ti. Allah Rasûlü -sal­lal­la­hu aley­hi ve sel­lem-, Ebû Tal­ha'yı ça­ğır­dı ve bu saç­la­rı ona ver­di. Son­ra ber­ber sol ta­raf­ta­ki saç­la­rı tut­tu. Efen­di­miz -sallal­la­hu aley­hi ve sel­lem-; «Kes!» de­di, o da kes­ti. Bun­la­rı da Ebû Tal­ha'ya ver­di ve:

«–Bun­la­rı in­san­lar ara­sın­da tak­sîm et!» bu­yur­du­." (Müs­lim, Hac, 323-326; Buharî, Vudû, 33)

Peygamber Efendimiz'in alnındaki saçları kesildiğinde Halid bin Velîd:

"–Ya Rasûlallah! Alnının saçını bana ver! Bu hususta hiç kimseyi bana tercih etme! Anam, babam Sana feda olsun!" diyerek yalvardı.[3] Saçlar kendisine verilince, onları gözlerine sürdü ve külahının içinden ön kısmına yerleştirdi. Bu sayede onun savaşta karşılaşıp da mağlup etmediği hiçbir topluluk yoktu. Nitekim Halid -radıyallahu anh-:

"–Ben onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu!" buyurmuştur. (Vakıdî, III, 1108; İbn-i Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 111)

Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Kurban bayramının birinci günü öğle vaktinden önce devesine binerek "İfada Tavafı"nı yapmak üzere Beytullah'a gitti. Tavafı bitirdikten sonra öğle namazını kıldı. Daha sonra Zemzem kuyusuna gitti. O gün akşama doğru Mina'ya döndü. Teşrik günlerinin gecelerini Mina'da geçirdi. Bu gecelerde, gelip Beytullah'ı ziyaret etmekten de geri durmadı.

Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem-, kurban gününü takip eden birinci ve ikinci teşrik günlerinde güneş batıya doğru meyledince yürüyerek, Mina mescidinden sonraki ilk cemrenin yanına vardı. Teşrik günlerinin sonuncu günü, üçüncü cemresini atıp öğleden sonra Mina'dan Muhassab'a[5] hareket etti. Müslümanlar, Muhassab'dan etrafa dağılıp gitmeye yönelince:

"–Sakın, son varacağı yer Beytullah olmadıkça, hiç kimse bir yere gitmesin!" buyurdu. (Darimî, Menasik, 85) Zilhicce'nin on dördüncü günü sabah namazından önce Beytullah'ı tavafa gidileceğini îlan ettirdi. Beytullah'a gidip "Veda Tavafı"nı yaptı. Bu arada bir zat gelip Mekke'de kalmayı sordu. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"–Mekke kalma yeri değildir. Dışarıdan gelen kimselerin, hac ibadetlerini yerine getirdikten sonra Mekke'de kalacağı müddet üç gündür!" buyurdu. (Ahmed, IV, 339)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Harem-i Şerîf'e son derece tazîm gösterirdi. Bir şey yemek yahut ihtiyacını gidermek istediği vakit dışarıya çıkar, uzak bir yere giderdi. Bıkma hali zuhûr etmesin ve tazîmde kusur göstermeyeyim diye orada uzun müddet kalmazdı. Zîra herhangi bir beldede bulunup kalbin Beytullah'a bağlı olması, onun yanında durup da kalbin o mübarek mıntıkayı herhangi bir belde gibi görmesinden, laubalî hareketlerde bulunmaktan ve memleket hasreti duymaktan daha hayırlıdır.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve müslümanlar, "Veda Tavafı"nı yaptıktan sonra Medîne-i Münevvere'ye avdet buyurdular. (Buharî, Hac, 21, 70, 128; Müslim, Hac, 147; İbn-i Mace, Menasik, 84)

Ancak Cenab-ı Hak nîmetini tamamlamış ve dîn ikmal edilmiş olduğundan artık en büyük firkat ve vuslatın vakti gelmişti.

Fil Suresi manası, tefsiri ve okumanın faziletleri

Fil Suresi hakkında bilgiler