Yazmaktan daha önemlidir okumalar yapmak, kitapların dünyasına konuk olmak, hayatın hızla akan zamanlarında. Kıymetli yazarlarımızın büyük incelik göstererek ara ara gönderdikleri kitapları ve benim ulaşabildiğim yakın zamanda neşredilmiş veya okumaya, tanıtmaya değer bulduğum eserleri ara ara yazmaya çalışıyorum. Benim ulaşamadığım, tanıtamadığım, unuttuğum çok kitaplar var. Değinilerle yaptığım tanıtımlar ancak kitap hakkında kısa bir tanıtımdır. Tüm yazarlarımıza, tüm okurlarımıza, yüreğin ve düşüncenin süzgecinden geçmiş tüm yapıtlara, okuyana, yazana selam olsun…
Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamız yakın zamanda bir
konuşmasında Filistin’i ve yaşanan savaşları anlamak için, okunması gereken 3
kitap önerisinde bulundu. 7 Ekim’den bu yana devam eden İsrail soykırımı, Gazze
halkının kahramanca direnişi hepimizi derinden etkiledi. Dünyada bu anlamlı
kıyam büyük yankı buldu. Ama ne yazık ki İsrail hala katliamlarına, dünyanın
gözü önünde devam ediyor. İşte bu katliamları neden ve ne için yapıyor,
Siyonizm nedir? Yaşanan bu insanlık dışı soykırımı anlamamıza yardımcı
olabilecek Roger Garaudy’nin 3 eserini tavsiye etti Mehmet Görmez hocamız. Bu
eserler: 1 – İlahi Mesajlar Toprağı – Filisitin, 2 – İsrail Sorunu, 3 – İsrail,
Mitler ve Terör
Ben ilk olarak, Timaş
Yayınlarından neşredilmiş olan, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin
kitabını aldım ve ara ara okumaya çalışıyorum. Kitap, gerçekleri tüm
çıplaklığıyla, delilleriyle, dehşet veren tüm gerçekliğiyle cesurca haykırdığı
için Batı’da yasaklanıyor. Hiçbir kitabevinde kitaba rastlamak mümkün değil.
Zaten kitabı okumaya başlayınca bu yasakların neden gerçekleştiğini de anlıyorsunuz.
İsrail soykırımını anlamak için derinlikli ve verimli okumalar yapmak
gerekiyor. Cesur ve samimi yaşayışıyla anlamlı eserler bırakmış olan
Garaudy’nin yazdıkları, bir bakıma içerden birisinin de öz eleştirilerini,
gerçekleri çekinmeden ifşasıyla adeta bu günün insanını aydınlatacak ender
eserlerdir.
“Bu kitap
ürkütücü gerçekleri, kaynak ve delilleriyle ortaya koyarak haykırdığı için
Batı’da yasaklandı. O yüzden hiçbir kitabevinde bulunmuyor. Kitabı okuyunca
kimlerin, neden yasakladığını görecek, yasaklayanların mı yoksa yazarın mı
haklı olduğuna siz karar vereceksiniz. Sadece şu kadarını hatırlatmakla
yetinelim: Churchill'in Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da patlak vereceğini
ve bunun da İsrail yüzünden çıkacağını söylediği rivayet edilir. Bernard
Granotier’nin de herhalde Churchill'in o sözünden hareketle kaleme aldığı
Üçüncü Dünya Savaşı’nın Sebebi İsrail adlı bir kitabı bulunuyor.
Bu kitap, bizi çok yakından ilgilendiren
Ortadoğu’nun dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili vazgeçilmez bir kaynak eser;
Batı’nın ve onun efendisi ABD’nin gerçek yüzünü gözler önüne seren bir çalışma.
İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin okunmadan
Ortadoğu hakkında yapılacak her değerlendirme eksik kalacaktır.”
Metin
Önal Mengüşoğlu
Üstat Metin Önal Mengüşoğlu, 1947 yılında Harput’ta
dünyaya gelmiş, yarım asırdır, Hak ve hakikat yolundan sapmadan, kendi
tabiriyle “önce Müslüman, sonda edip” olarak, şiirler, hikâyeler, denemeler
yazan ve kalemiyle kelamıyla yılmadan eserler ortaya koyan kıymetli bir
değerimizdir. Asyalı Ozan’dır, Anadolu gibi mümbit, bereketli, merhametli
yüreği, toprak gibi aziz ve mağrur duruşu vardır. Kavi ve güçlü kalemiyle yazar
eserlerini. Şiirleri derinden, yürekten ve samimiyetle yazılmıştır.
Okur Yayınları’ndan neşredilen 4 ciltlik nehir
söyleşi şeklinde okuyucuyla buluşan kitaplar bir bakıma düşünce kitabıdır. Yaşadığı
dönemin sancılarına, tarifi imkânsız acılarına, yokluklarına, yapılan tüm
haksızlıklara, yaşanılan adaletsizliklere dobra dobra, cesurca bir ayna
tutmaktır. Anılar ve söyleşi kitapları dönemleri anlamak, o dönemlerde
yaşanılanları daha yakından bilmek açısından önemli kitaplardır. Hayrullah
Türker’in büyük özveriyle ve Üstat Metin Mengüşoğlu’nun eşsiz çabasıyla,
cesaretiyle, ortaya koyduğu bu söyleşiler mutlaka okunmalı diye düşünüyorum.
1.
Diken Üstünde Bir Hayat, 2. Şehirdeki Haberci Bendim, 3. Düşüncenin Has
Odasında,4. Kültür Edebiyat ve Siyaset.
Dört cilt halinde yazılmış eserlerde, yazarın ortaya
koyduğu düşünce eserleri, şiir kitapları, hikâyeleri ekseninde yarım asırlık
yazı mücadelesiyle yaşadığı döneme dair cesur ve mert bir kalemin tanıklığını
okuyacaksınız.
“Üzerinde
yaşadığımız yerkürenin tarihi, bir bakış açısıyla zulmün de tarihidir. Bu zulüm
in-sanları evinden yurdundan etmek şeklinde olabildiği gibi kadın, çocuk, yaşlı
demeden öl-dürmek suretinde de zuhur etmiştir, malum. Bir münevver içinse en
büyük zulüm ifade hürriyetinin olmaması olsa gerek. Üstat Metin Önal Mengüşoğlu
da tabiri caizse bu zulmü edebiyat kamusunda boy gösterdiği ilk günden bu yana
yaşamıştır. Daha liseli yıllarda “dinî sohbet yaptıkları için” duvarında şirk
kokan yazının yer aldığı karakolla tanışmıştır. Filistin’e sahip çıkıp Altıncı
Filo’yu protesto ettiği için “sağcılar”ın attığı taş başına değmiş,
“başörtü-süne özgürlük istediği için” 28 Şubat’ta savcılığa yolu düşürülmüştür.
Bu zulüm karşısında münevverler kabaca iki
yoldan birini tercih ederler: Ya suya sabuna dokunmadan durgun sularda yol
almak ya da inandığını savunmaya ve ifade etmeye devam etmek. Birinci yol
kolaydır, her türlü beşerî otoriteye ve kamuoyunun sözüm ona kutsalla-rına
birkaç selam durdunuz mu sizden konforlusu, şöhretlisi de yoktur. Aranılan adam
da oluverirsiniz. İkinci yola dikenler döşenmiş, bu yolu tercih edenlerin
mikrofonları kapatıl-mıştır. Üstat Mengüşoğlu ikinci yolun yolcusudur elbette,
o bir Müslüman’dır zira. İşte bu sebepten de “Diken Üstünde Bir Hayat”tır
onunkisi.”
Recep
Seyhan “Sanat (özelde edebiyat), hayatımızı tanzim etmez
belki; bize dünyalık nimetler bağışlamaz, işlerimizi yoluna koymaz, dolayısıyla
karnımızı doyurmaz. Bunların da ötesini yapar: İnsanın iç dünyasını onarır
sanat; varlığına ve eşyaya anlam kazandırır, varlık bilinci verir ona, insanın
kalıbını beynini de değil ruhunu inşa eder.”
Yakın zamanda kaybettiğimiz kıymetli abimiz, hocamız
Recep Seyhan, Bana Hikâye Anlatma
kitabından edebiyata dair anlamlı cümleleri ile girizgâh yapmak manidar geldi.
Recep Seyhan, yazdığı hikâyeleri, kuramsal yazılarıyla ödül aldığı romanıyla
anlamlı bir miras bırakarak göçtü. Sağlığında kıymeti tam olarak bilinmeyen
üstatlarımızdandı. Etrafında yetiştirmeye çalıştığı ve gerçekten edebi kamuya,
yazın dünyasına girmiş yetenekli, üretken öğrencileri vardı. Mütevazı yapısı,
kuşatan, dost, samimi tavırlarıyla pek
çok kimseye dokunmuş ender şahsiyetlerdendi.
Bana
Hikâye Anlatma kitabı, Hece Yayınları’ndan okuyucu ile buluşmuş, kurmaca konusunda adeta
bir başucu kitabı olabilecek mahiyette bir eser. Kitabın ismiyle bile bir ironi
oluşturan yazar, Edebiyatın Gücü, Kurmaca Metinler Nasıl Doğar? Öykü – Hikâye
Farkı Üzerine, Dilin Varoluşsal Yolculuğu gibi konu başlıklarıyla enine boyuna
kuramsal yazıları ve psikanalitik tahlilleri merkezde tutan bir eser kaleme
almıştır. Kurmaca konusunda, derinlikli, zengin kaynak referansıyla, sıra dışı
tahlil gücüyle, özgün ve büyük bir işçilikle yazmış olduğu kitap adeta yol
gösterici konumundadır. Referans bir kitap olarak okurlar ve yazarlar için
mutlaka okunmalı diye düşünüyorum.
“Öykü
ile hikâye aynı şey midir? Psikanaliz yapıçözümleme (dekonstrüksiyon)
imge-metafor nedir? Kurmacanın kaynağı nedir? Kurmaca metin yazarları hakikati
neden gizleme gereği duyarlar? Kurmaca metinlerde belirsizlikler ve boşluklar
neyi amaçlıyor? Varoluş ile Yabancılaşma arasında bir ilişki var mı? Kendine
yabancılaşma bir problem midir? Anlatısal yabancılaşma nedir? Postmodernizmin
verilerinden nasıl yararlanılmalıdır? Deneysel edebiyat ne demektir?
Hikâyeci Recep Seyhan ontolojinin ve
psikanalizin; yer yer fenomenolojinin hermenötik verilerinden de yararlanarak
yaptığı metin tahlillerinde bu soruların cevaplarını arıyor. Kitap yazarın
hikâye kitaplarındaki öykü poetikasını yansıttığı kadar; yabancılaşmaya ilişkin
Oyuncak Krizi 'boşluk'a değgin Salon Kuramı metafora dair Kadir Gecesi gibi
özgün kuramsal önerilerini de tartışmaya açıyor.”
Ayla
Ağabegüm Yasemin Kuloğlu İsmail Zorba “Yaşı kaç olursa olsun
ondan beklenen hep annelik, hep fedakârlık, hep irade, hep vatan sevgisi, hep
ideal, hep çalışkanlıktı… Mehmet Akif’in şiirlerinden çıkıp gelmiş gibiydi.
Sadece kitap hediye etmezdi öğrencilerine. Sabah kahvaltısı yapmadığını
düşündüklerine gizli harçlık, yağmurdan ıslandığını fark ettiklerine gizlice
palto verir, eteği sökülmüş küçük kızların eteklerini teyeller, sırrını açacak
birisini arayan yatılılara dert ortağı olurdu.” Sibel Eraslan kendisine yazmayı
ve edebiyatı sevdiren hocası Ayla Ağabegüm’den böyle bahsediyor bir yazısında.
Ayla Hoca,
yüreğindeki sevdayla eğitimi aşka dönüştürmüş ender eğitimcilerdendir. Onun
özverili engin yüreği, günümüze damgasını vuran bir yazarın, nice eğitimcinin,
sağlıkçının mayasını çalmış ve yol göstericiliği ile adeta bir keşif yapmıştır.
Nerede ne yapacağını bilemeyen, aldığı puanlar tavan yapmasına rağmen iki lafı
bir araya getirip konuşamayan, özgüven eksikliği yaşayan çocuklarımıza
özverili, rehber, önder, yüreklerine mihmandar olabilecek kâşif öğretmenler
gereklidir oysa. Aya hocamız bu özverili öğretmenlerdendir.
Sözün
Eri,
Çınaraltı Yayınlarından, kendisini
gibi Edebiyat öğretmeni iki kıymetli isim tarafından; Yasemin Kuloğlu ve İsmail
Zorba’nın hazırladığı nehir söyleşi kitabı. Ayla hocamızın özverili,
hassas, dayanıklı, azimli o denli de nahif dünyasına konuk oluyoruz kitabı
okurken. Verdiği anlamlı cevaplarla yaşadığı döneme, o dönemin yaşanmış anlamlı
zamanlarına, gelenek görenek, kültürel ve sosyal anlamda meydana gelen
toplumsal değişmelere nasıl şahitlik ettiğini de yakinen okuyoruz. Elazığ’da
başlayan çocukluğunun saf anıları, Anadolu insanını dokunaklı ve asil duruşunu,
tavizsiz ve ideal sahibi gençliğini okuyoruz. Yasemin Kuloğlu’nun anlamlı ve
özenli soruları ile yine İsmail Zorbanın katkıları ile herkese hitap eden,
okunmazsa büyük eksiklik duyabileceğimiz bir eser ortaya çıkıyor. Öğretmen
olarak, Türk Edebiyatı Dergisi’nde, kanaat önderi olarak önde olan bir isim
Ayla hocamız. Onun yaşadıkları, şahitlikleri çok kıymetli, ibret nazarıyla okunan
söyleşi pek çok yüreğe ilham olacaktır. Böylesine güzide bir eserle bizi
buluşturan Yasemin Hanıma ve İsmail Bey’e, başta Ayla Hocamıza müteşekkiriz.
“Sevgili
Ayla Ağabegüm hocamızdan ve bu söyleşilerden bana kalan miras, ‘Susmak ve
alışmak yok.’ tavsiyesi… Ve gördüm ki o, yanında rahatlıkla ağlayabildiğimiz
güzel bir insan. Abla, anne, kız kardeş, teyze…
Günlük
hayatta sosyal statülerimiz çok çok başkadır ancak Ayla Ağabegüm hepimizi
kucaklayabilen engin bir kalp, dingin bir ruh, seçkin bir zihin ve akıldır.
‘Gözünüzü ağlamaya, kafanızı düşünmeye alıştırın.’ der.
Dik
duruş bir hanımefendiye bu kadar mı yakışır? Gönül eri… Sözün eri…” (Yasemin
Kuloğlu)
Şerif Aydemir’in hikâyelerini okumadan önce onun
sohbetinde bulunup, Anadolu irfanıyla, hikmetli bakışıyla, masalsı bir büyü ile
anlattığı hikâyeleri dinlemek büyük bir nasiptir diye düşünüyorum. Türk
Edebiyatında, Kızlarağası Medresesinde etrafına toplanmış olanlara anlatacağı
mutlaka bir hikâyesi, bir anısı vardır üstadın. Ve bu anı sizi alıp götürür memleketinizdeki
bir kır menekşesinin solmayan renklerine, gürül gürül akan bir pınar başına,
dipsiz bir ormana, yüzü yaşmaklı utangaç bir köy güzeline. Onun hikâyeleri bu
toprağın öz hikâyesi, acısı, derin yankısıdır adeta.
Mendilim
Sende Kalsın, Ötüken’
den okuyucu ile buluşuyor, kitapta beş hikâye bulunuyor. Bu hikâyeleri sanki
yanık bir türkü eşliğinde, şiirsel bir üslupla, temiz ve nezih bir Türkçeyle
okursunuz. Dili ağdasız, rafine, mahalle ağzını yerli yerinde kullanan,
deyimlerin, atasözlerinin harmanlandığı, geleneğe yaslı, bize ait hikâyenin, bu
toprağın, Anadolu insanının coşkunu
yürekten hissedersiniz her bir satırında. Öncü bir kuşak olarak bize ağabeylik,
hocalık yapan ustaya hayırlı bir ömür diliyorum. Nice kitaplar bekliyoruz
kendisinden.
“Şerif Aydemir, memleketine ve bu memleketin
irfanına yürekten inanmış bir münevver. Bütün hikâyelerinde, Anadolu insanının
gündelik hayatını kendisinin sade, anlaşılır, şiir tadında akıcı dilinden takip
etmek okuyucuya tarifi zor bir keyif veriyor. Şerif Aydemir; yaşayan, hisseden,
seslenseniz size cevap verecek, çoğu hasretle karılmış gerçek kahramanlarıyla
sizi bir türkü eşliğinde hayata çağırıyor.”
Muhsin Hocam, edebiyat ve sanat ortamlarında
tanıdığım, hemşerim olan hüsn –ü hat ve Osmanlıcayla da ilgilenen değerli bir
büyüğümüz. Mütebessim çehresi, aydınlık siması, az ve öz konuşması ile edip
olmanın edeplice duruşunu şahsında sergileyen ender bir şahsiyet.
Renklerin
Masumiyeti, Akıl Fikir Yayınlarından neşredilmiş, gazete
ve dergilerde yazmış olduğu yazılarının toplandığı özenli kapağıyla, içeriğiyle
okuyucuyu kendisine çeken bir kitap. Üstat neredeyse hayata, insanlara dair her
konuda kalem oynatmış. Naif yüreğiyle, hassas ve duyarlı konulara sade, akıcı
bir dille kültür ve medeniyete yaslı, bize ait duyarlılıkları denemeleriyle
okurla paylaşıyor. İlk kitap olmasına rağmen üstadın özenli diliyle ve sağlam muhakemesini
kuşanmış yazılarıyla karşılaşıyorsunuz. Şahsiyetleri, şehirleri, insanların
dramlarını, sanatı, dini ve pek çok konuyu minval alarak yazılmış yazılar
okuyana pek çok şey katacaktır diye düşünüyorum. Kapağıyla ayrı bir güzel olan
kitap mutlaka okunmalı, hocamızın kalemine yüreğine sağlık.
“İnsan;
bedeninde pençesi, zehri, parçalayıcı dişleri ve dikenleri olmayan masum
yaratılışlı bir varlıktır. İyiliğe, güzelliğe, paylaşmaya her varlıktan daha
meyyaldir. Hatta onun için yaratılmıştır. Hele muhabbeti herkese yetecek kadar
fazla, kâinatı kuşatacak müşfik, kırgın ve yaralı insanları sarıp sarmalayacak
kadar boldur. Bu kadar donanımlı yaratılmışken; mağara devrindeki avcılık
alışkanlığı sebebiyle olsa gerek, tarih boyunca hiçbir zaman elinden okunu
mızrağını ve kılıcını bırakmamıştır. O derece sürdürmüştür ki; muhteşem
yaratılmış pek masum dilini bile etkili bir av aleti olarak kullanmış, hala da
kullanmaktadır. Bu durumun farkına varan medeni insanlar; tarih boyunca
bilimin, sanatın, edebiyatın, şiirin, hatta musikinin nezaketiyle yaşanılabilir
dünyalar kurmuşlar, kurmaya da devam etmektedirler. Elinizdeki pek nâkıs
kitabım, ilk insanla akmaya başlayan o coşkun, güzellik ırmağına karışmasını
istediğim bir pınar olsun… Muhabbetlerimle.”
Hasan Aycın, kendi coğrafyasında çizgiyle
buluştuğunda, belki esin kaynağı olarak önünde yürüyen sadece Hanzala’ya
rastlayacaktı. Ama onun çizgileri, derin duyarlılığı, fıtri insanı arayış
yönündeki çabaları, içinde yaşadığı muhiti ve zulüm gören coğrafyanın yakın
şahidi olarak özgün, kendine has, şimdiye kadar eşine rastlanmayan bir minval
üzere direniş yüklü devam edecekti.
Muhacirliği, çocukluk günlerinde yaşadığı marazlı
hastalığının derin acılarıyla incelmiş yüreğinin ağır yükü, ümmi annesinin sıkı
sıkıya tembihleri, dedesinin geçmiş ve geleceği yüklenmiş acılarıyla
sarmalanmış göç hikâyeleri, komşu kadınların duaları, masalları, şifa dağıtan
elleri vardı.
Muhacir yüreği hep vardı ve uyanık bir hâl ile
yaşanan tüm acıların odağında mahrum ve zulüm gören tüm muhacirlere duadaydı.
Çizgi sanatı evrensel bir dildir. Aynı zaman da çizgiyle, resimle uğraşmak,
içinde yaşadığı muhitte taş kayıkla zorlu bir yolculuğa çıkmak, mumdan
gemilerle enginlere açılmak demekti. Mümin duyarlılığıyla yaklaştığı çizgi onu
her zaman fıtri, arınmış, duru, bozulmamış olan insanlığın özüne taşıyacak ve
kahramanı da bu öze doğru yolculuğa çıkacaktı. Bu çizgi yolculuğu onu her daim
ümmetin acılarına doğru dua makamında kıldan ince kılıçtan keskin bir yola
revan edecekti.
Güneşin
Altında Söyleşiler kitabı Ketebe yayınlarından tekrar okurla buluştu. Üstadın eşsiz
sohbetlerinin olduğu söyleşiler kitabı, ibretle, hayretle, hayranlıkla
okunurken, bu toprağın sanatçısı olan Hasan Aycın’ nın büyüleyen sohbetine
teslim olarak okunacaktır muhakkak.
40
yıllık bir serüven!
Hasan
Aycın’ın kaleminden çıkan çizgiler, romanlar ve anılara dair söyleşilerden
oluşan Güneşin Altında, ömür boyu süren bir sanat yolculuğunun izini
sürüyor. Yaklaşık 40 yılı kapsayan bu eser, farklı zamanlarda ve farklı yayın
organlarında yayımlanmış söyleşileri içeriyor. Hasan Aycın’ın hayatına,
eserlerine ve sanat anlayışına yönelik sorular, onun zihnindeki derinlikli
dünyayı okuruna açıyor. Söyleşiler, sanatçının iç dünyasını ve üretim
süreçlerini aydınlatmanın yanında, onunla birlikte geçen dönemlere, tarihi ve
sosyokültürel değişimlere de uzanıyor.
Cem Sancar, deneme, hikâye, roman yazarı. Köşe
yazıları, derinlikli etkili bir dille yazılmış, aktüel olana pirim vermeden,
güncel olanı bile büyük bir ustalıkla anlatan, estetik, kuşatan, samimi
yazılardan oluşur. İroni yüklü diliyle tekrara düşmeden yazdığı yazıları ile
büyük bir okur kitlesine sahip seçkin bir yazardır üstat. Radyo programları
yapmış, pek çok alanda eserleri olan velut bir İstanbul beyefendisi. İstanbul’u
onun kaleminden okumak, adeta İstanbul’u yaşamak gibidir. Sur içini,
Eminönü’nü, Üsküdar’ı, Nişantaşı’nı, tarihi dokuyu, kadim şehrin manevi
atmosferini onun kaleminden okumak başkadır.
“Ben
okunsun diye roman yazıyorum. Ve naçar üslubumca, dil arayışlarına çok önem
veriyorum. Tarzım bu. En ağır mevzuları da öyle anlatmak gayretindeyim.
Entelektüel züppelik en korktuğum şey! Dil üstüne düşünüyorum. Osmanlıca,
Modern Türkçe, mutedil İstanbul argosu orkestram. Tabii bu arada dili
zenginleştireceğim diye Tanzimat lisanına da tevessül etmem. Kelimelerimin
kullanılmasını isterim. Yakaya takılmasını değil” diyor
bir söyleşisinde. Nihayetinde onun köşe yazıları da, kitapları da sağlam bir
Türkçeyle yazılmış, derinlikli gözlem gücüyle, şiirsel ve ahenkli bir üslupla
oluşmuş metinlerdir.
NasReddin,
Turkuvaz’dan okurla
buluşan üstadın son romanı. Kendi derununa yolculuk yapmaya çalışan,
kaybolmalar yaşamış, yaralarını gönlüne yaslanarak sarmaya çalışan, hakikate
yaslı arayışlarla bulmaya talip kahramanın romanı. Modern ve postmodern romanın
imkânlarından yararlanan yazarın, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi pek çok
alana da göz kırparak yazdığı bir eser.
“İçimizden birinin, modern zamanların ruhani ve
toplumsal yaralarıyla mâlûl, yolunu kaybetmiş, kaybolmuş bir insanın kendini
tanıma ve bulma yolculuğu. Bu yolculukta Nasreddin Hoca, bilgeliğin ve
irfanının temsilcisi olarak tıpkı bir kimyager/simyacı gibi kahramanımızın
olgunlaşma yolundaki büyük arayışında yol arkadaşı oluyor, onu ölüp tekrar
dirilmesine şahitlik ediyor.
Bu kitabın içinde
İstanbul’un sosyolojik dönüşümü de var, tasavvuf bilgeleri de var, felsefe de
var, yüksek dozda psikoloji ilmi de var, mizahın en karası da… Yeni bir tabirle
söyleyecek olursak bir nevi 'İlim-Kurgu’
romanı! Büyülü bir gerçekçilik. Şehrin tehlikeli çatlaklarına sıkışmış bir
mizahçının dibe vura vura kendi ruhunu kurtarma macerası… Ezcümle; NasReddin
okuyucuyu, şehrin ve insan kalmaya çalışanın jiletli mengenesinden kurtarıp,
ferahfeza bir âleme çıkarıyor…”
Cevdet Karal Edebi türler içinde kuşkusuz sözün zirvesi, derin ve mistik
manalar yüklediğimiz şiir, aynı zamanda onu yüreğinden damıtan şairi de
müstesna kılıyor ve adeta kutsuyor. Şairler ki; bunlar iyi şiir yazan şairler
kutlu kişiler gibi, kanaat önderleri gibi, Cahiliye Dönemi’nden bu yana büyük
saygı ve itibar görürler. Nihayetinde Efendimiz şiire ve şaire büyük değer
verir. Ve Kutsal Kitabımız ’da Şuara Suresi vardır. Hâsılı kelam şiir sözün,
mananın, duygunun en rafine haliyle yazılmış, kelimelerin ve cümlelerin yüreğin
imbiğinden süzülerek gelmiştir.
Her eseriyle özenli
bir yayın politikası izleyen, takdire şayan eserlerle bizi müstefit eyleyen Büyüyen Ay yayınlarından, hayli estetik
bir kapakla son şiir kitabı, Tanrının
Kurduğu Saatler okurla buluştu.
Cevdet Karal şiiri
üzerine bu dar yere pek fazla bir şey yazamam. Ama şunu ifade edebilirim ki,
doğulu bir şair olarak belli bir geleneğe mensup, Türk şiirini son yıllarda her
anlamda kavrayabilmiş, yitiğini aramaya talip, hikmeti, izzeti, adaleti,
haysiyeti, onuru, kaybolan değerleri, hakikatli bir duruşla aramaya aday modern
zamanlarda yüreğine doğru yaptığı kazıyla söz ırmağını şiire akıtan bir şair
Cevdet Karal.
Şiirine, politikayı,
günceli, yaşanılan anı taşırken, mistizmi de ıskalamayan şair modern zamanlarda
yitiğini arayan söz işçisi.
Şairin yüreğine,
kalemine sağlık nice kitaplara…
Sevda Deniz K. daha çok öykü kitapları ile
tanıdığımız bir yazar. Onun öyküleri hassas ve duyarlı hayatlara, dünyada
yaşarken acemilik çeken ince ruhlara bir yolculuğa çıkarır okuru. Titiz ve
özenli dili, derinlikli ve etkili anlatımı, sağlam tahkiye ile yazdığı eserleri
edebi kamuda hak ettiği değeri tam olarak göremese de Türk Edebiyatı’nda yerini
alabilecek bir yazar bence.
Yaşamak
Denilen yazarın ilk romanı olarak Okur Kitaplığından okuyucu ile buluştu. Roman, dil olarak daha çok
öykü diline yakın bir üslupla yazılmış, duru bir anlatımı var yazarın. Daha çok
kadın duyarlılıklarını, kadınların kırılgan içli dünyalarını anlatsa da romanda
yazar erkeklerin de insani zaaflarını, zayıf yönlerini irdeliyor. Okuru
gerçekte insan olmanın zorluklarına, varolma mücadelesine şahitliğe çağırır
gibi. Hayatı yaşarken çarpık ilişkilerle sarmalanmış yaşamları, aşk, sevgi,
ihanet, merhamet, iç hesaplaşmaları konu alan sürükleyici bir romana imza atmış
Sevda Deniz. Ondan bu eseri referans alarak başka romanlar yazmasını beklemek hakkımızdır
diye düşünüyorum.
“Hikâyesi
anlatılan kadın… Hikâyeyi anlatan kadın… Hikâyelere çıkan bütün yollar
kadınların arasından geçiyor. Bir kadın ne ister? Yahut ne istemez? Bu soruların cevabı da bizi kadınların
dünyasına davet ediyor. Sevda Deniz “kadın”ı merkeze alan öykülerin yazarı….
‘Sen Uyurken’, ‘Susmak Körlük ve Kırmızı’ ve ‘Sana Anlatacaklarım Var’ yazarın
bu bağlamda adı anılması gereken önemli öykü kitapları. Sevda Deniz’in yazdığı
bütün metinlerde “kadın”, “kadın bakış açısı”, kısaca “kadın söylemi” hâkim.
Edebiyatımızda eksik bir alan olan kadın söylemine bu metinlerin katacağı çok
şey var.
Prof. Dr. Şaban Sağlık”
Hatice Bildirici’nin Hece Yayınlarından neşredilen ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle layık görülen büyük emek ürünü deneme – inceleme kitabı. Hatice Bildirici’nin, özenli, titiz, özgün bir üslup ve konuya hâkim bir şekilde yazdığı makaleleri, edebiyat teorisi, öykü, roman ve sinema üzerine eleştiri yazıları, Hece Dergisi başta olmak üzere pek çok dergide yayımlanıyor. “Sanatı insanlığın büyük bahçesi saysak; sanatçı toprağının elverdiği biçimde ürün yetiştirir orada, meyveler derer, kazar, budar; acı tatlı uğraşır. İşte bu bahçenin pek çok ürününden biri edebiyat, diğeri sinemadır. Ben de bu bahçelerde dolaşırken buldum burada yazdıklarımı. Bu yazılar öykü türündeki edebi metinlerden sinemaya yapılan uyarlamalar hakkında bir çalışma. Burada öykü ve film arasındaki geçişi araştırıyor ve aktarım sürecini inceliyorum. Bunu yaparken amacım ikisinin de sahip olduğu “ide”den hareketle aralarındaki ilgi ve onların sanat değerleri üzerine değerlendirmeler yapmak, iki eser arasında dolayısıyla iki sanatçının üslubu arasında kurulan bağı ortaya koymak, bu eserlerin temalarını oluşturabilme ve bu temayı yansıtabilme güçlerini karşılaştırmak. Bu çalışmadaki diğer bir amacım ise öykü türündeki eserlerin, başka bir anlatım düzeyi olarak sinemaya aktarım sürecinin nasıl gerçekleştiğini, konunun teorik yönünü de değinerek açıklamak oldu. Edebi metin, sinemaya güzel söz söyleyebilme yetisini verirken sinema, insana edebiyattan aldığı güçle görme duyusunun sonsuzluğunu sunar. Birçok edebî metin sinemaya uyarlanmıştır” diyerek yazar sunuş yazısında yaptığı çalışmalar hakkında okuru anlamlı ifadelerle bilgilendiriyor. Perdedeki Öykü kitabıyla yazar, öykü ve sinema arasındaki güçlü bağı, edebiyatın, sözün, kelimelerin gücüyle, görüntünün, sinemanın büyülü dünyasında edebiyatın, kurgunun güçlü bağını irdeliyor. İki sanat alanının birbirlerine nasıl ilham olduklarını, özenli bir dille, sağlam bir muhakeme ile incelerken, yazarlara, yönetmenlere ve dahi tüm sanatkârlara ilham olabilecek güzide bir kitaba imza atıyor. Büyük emek ürünü kitap için teşekkürlerimizi sunuyoruz Hatice Bildirici’ye. Nice kitaplara…
Osman Koca velut bir yazar. Kurudu Kalbim, öykü kitabı Beyan Yayınlarından okurla buluştu. Osman Koca, roman, öykü, masal dalında eserler veren, uzun bir süre Türk ve Doğu klasikleri üzerine çalışmalar yapan çok yönlü bir yazar. Türk öyküsüne kafa yoran, öyküde biçim ve biçem olarak cesur ve radikal eserler ortaya koymaktan çekinmeyen ve sürekli yazan, üreten ender yazarlardan. Eğitimciliğiyle birlikte, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Mehmet Akif Ersoy gibi değerli yazarlarımız için hazırlanan kaynak kitaplara öncülük eden, Yedi İklim Dergisi’ne büyük emek veren kıymetli bir yazar Osman Koca. Kurudu Kalbim kitabı 28 öyküden oluşan farklı temalarla okurlarla buluştu. Ayrıca Koca, genç yazarlara öncülük yaparken, eğitimci yönüyle de edebi eserleri, yazarları büyük özverili bir çabayla okullardaki öğrencilerle buluşturuyor. Kalemine sağlık, yüreğini sağlık kıymetli yazarımızın. Nice kitaplar bekliyoruz kendisinden. “Kızılcık kokuyor ellerin Büşra. Yumuş, kadifemsi. Kızmadan edemiyorum ama sana. Niyekine diye soruyorsun. Niye olacak. Beni ziyadesiyle mutlu ediyorsun da ondan. Bak şu ayrık otlarına, gerisindeki böğürtlen tomurcuklarına, beri yandaki sarmaşıklara, kevenlere, yer yer dökülü ısırganlara, ne kadar da mesutlar. Dosta düşmana nispet; iç-içe, yan-yana; ahenkle ne de güzel raks ediyorlar, öyle di mi? Hadi istersen alatavda yürüyelim. Sonra dut ağaçlarının gölgesinde eğleşiriz az biraz. Tepe üstü hoyratlanan cevizlerden toplar, hangisi daha sert anlaşılsın için kozalaklarla çarpıştırırız.”
Süleyman Ceran, eğitimci yazar. Sivas’ta ikamet ediyor. Yüreği Sivas’tan ümmet coğrafyasının acılarına akıyor. Yıllardır Kudüs, Filistin, Arakan, Suriye ve pek çok ümmet coğrafyasının yaşadığı yokluğu, zulmü, soykırımı, uğradıkları eşsiz yıkımı yazıyor. Yazmakla kalmıyor bizzat bu bölgelere gidiyor oralara samimi yüreğinin dualarını ram eylerken, maddi manevi desteğini esirgemiyor. Aynı zamanda çok yönlü bir eğitimci. Gönül ister ki evlatları teslim ettiğimiz tüm eğitimcilerimiz onun gibi duyarlı, donamlı, vicdanlı olsunlar. Gazze soykırımından bu yana Süleyman Ceran sosyal medya hesaplarında, okullarda, seminerlerle, yazılarıyla yapılan bu zulmü anlatıyor durmaksızın büyük bir heyecanla. Yaralı Ev kitabı Temmuz Kitaptan okurla buluştu. Bir halkın göçe, yokluğa, ölüme sürüklenişinin hazin hikâyesi var onun denemelerinde mutlaka ibret nazarıyla okunmalı. Ortadoğu’da yaşanan zulümleri, haksızlıkları, soykırımları yazıyor durmaksızın. Süleyman Ceran’ nın kalbine, kalemine sağlık. Vicdanlı kaleminin mürekkebi hiç kurumasın.“Yoklukların içinde birbirlerinin yaralarını sağaltan adamlar gördüm. Birbirlerinin acılarını yüklenen adamlar. Siperde, pusuda ve taarruzda yan yana durmuş, ölümün kıyısından kan revan içinde dönmüş adamlar. Tek varlıkları olan vücutlarını, sahibine karşılıksız vermiş adamlar. Dünyayı, ahiret azığına çevirmiş adamlar. Vücudu paramparça iken bile tevekkülle gülümsemeyi yüzlerinde harmanlayan adamlar.”
Ömer Vural’ı, Çarşamba Kitap Fuarı vasıtasıyla tanımıştım. Özverili, sıradışı bir eğitimci olarak, okumaya değer veren, gençlerle anlamlı faaliyetler içinde olan gayretli, entelektüel bir öğretmen olarak tanımıştım. Okuma aşkı, edebiyata verdiği değer, onu yazının kıyılarına taşıdı. İlk öykülerini yirmili yaşlarda yayımlayan Vural, yazdığı öykülerde içinde bulunduğu muhitin insanlarını, hayatı, yaşanmışlıkları, sahici bir bakış açısıyla anlatırken, gündelik hayatta varolan şahsiyetleri, olayları, tabiatı ustalıklı bir kurgu ve gözlem gücüyle ilk kitapta anlatmayı başarmıştır. Anlatımında yer yer fazlalıklar göze çarpsa da zamanla bunu aşacağını düşünüyorum. Şehrin insanını, doğayı, küçük kasabaların yalnızlıklarını, amaçsız kalabalıkları anlatırken öykülerinde bazen büyülü gerçekçiliğe yaslı bazen de gerçekçi bir anlatımı tercih edebiliyor. Öyküdeki ısrarı sürerse Ömer Vural büyük emek vererek yazdığı ilk öykü kitabına eklemeler yapabilir. Pek çok konuya değindiği öykü evreninde, konu bulmakta zorlanmadığı gözlenen Vural’ın bereketli, kuşatıcı, ustalıklı nice eserler yazmasını umuyoruz bu maya onda var çünkü.“Dağın, taşın, ağacın, kuşun, bismillah denip başlanan günün çocuğuyum ben. İzler taşırım her birinden; ağaç kökleri nasıl sızlatırsa toprağı, öyle acır tenim. İyice bak bana, dünya tuvalinde göğe yansıyan renk takını yeşile verdim. Çocuktum, en yumuşak cennet düşünü yeşille sırladım. Kâh bir ağacın serininde kâh bir çiçeğin seyrinde, sustum ve dinledim. Her anlatıdan bir ülke çizdim, kuzeyde kocaman bir dut ağacı, güneyde elma, batıda muşmula, doğuda kiraz, ara yönlerde armut, erik, ıhlamur, ayva. Bir de uzak coğrafyada incir ağaçları.”
Bayram Karaçor hocamız yazdığı eserlerle, yaşantısıyla bir meselesi olan bir yazar. Yazdıklarıyla, yaşadığı dönemde insanlığa anlamlı bir duruş sergilerken, hakikate yaslı, insana dair, muhkem ve ilahi olandan aldığı ilhamla, yazılarıyla rehber olmaya, yol açmaya, yol olmaya çalışıyor. Kimi zaman İnsana Yön Veren Değerler diyor, kimi zaman, Barışa Yön Veren Değerler, Kalbin Sözü, Kalp Her Şeydir diyerek sesleniyor. Diğer adıyla Bir İç Konuşma olarak, kadim yayıncımız Beyan Yayınlarından, Kibirli Kimlikler okurla buluştu. Kitapla ilgili çok fazla bir şey yazmak istemiyorum o hakkı yazara vererek bu kısıtlı alanı ona bırakıyorum. Nice kitaplara, kalemine yüreğine sağlık üstadın.“Günün birinde sizi kibirli yapabilecek olanaklara kavuştuğunuzda insan olduğunuzu unutmak istemiyorsanız; kibirli müşriklerin, şımarıkların ve hukuki sınırları çiğneyenlerin yüz vermedikleri güzel işleri hiç aksatmadan uygulayın. Ana – babaya, akrabaya, öksüze, yetime, yoksula, yakın komşuya, arkadaşa, yolcuya, hastaya, yaşlıya iyilik yapın ve iyi davranın. Gülümsemek, sadakadır. Yürürken, otururken ve konuşurken böbürlenmeyin. İnsanlarla güzel konuşun; kaba davranmayın, sözleriniz ve üslubunuz güzel olsun. Eski arkadaşlarınızı ve eski mahallenizi hep hatırlayın, ziyaret edin. Ara sıra yoksul bir arkadaşınızla yemek yiyin, sohbet edin ve yoksulluğun eziyetini gidermeye çalışın. Fırsat buldukça; hastanelere, yaşlılar yurduna ve mezarlıklara gidin. Varsa, kibrinizin törpülendiğini; yoksa, semtinize uğramamasını sağlamış olursunuz.