Trend

Gazali - İhyau Ulumiddin - namazda huşu

Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Huşû Duyanların Namazları ile İlgili Hikâyeler

Huşû Duyanların Namazları ile İlgili Hikayeler

Korkunun, imanın semeresi ve Allah'ın celalinden hasıl olan yakînin neticesi olduğunu bilmek gerekir. Kime iman ile yakîn ihsan edilmişse, o gerek namazda, gerekse de namazın dışında daima; hatta tek başına hicran zaviyesinde ve def-i hacet için tuvalette iken dahi korkar.

Çünkü Allah'ın kuluna daima muttali olduğunu bilmek, O'nun celalini anlamak ve kendi nefsinin kusurlarını idrak etmek korkuyu gerektirmektedir. İşte bütün bu bilgilerden korku doğar. Bu bilgiler, sadece namaza mahsus değildir. Bu sırra binaen rivayet edildiğine göre selef-i salihînden bir zat Allah'tan utanıp korktuğu için kırk sene başını kaldırıp göklere bakmamıştır.

Rebî b. Hayseme başını ziyadesiyle önüne eğdiği ve gözlerini kapattığı için, bazı kimseler onun kör olduğunu zannederlerdi. Rebî yirmi yıl boyunca İbn Mes'ud'un evine gidip gelmiştir. İbn Mes'ud'un cariyesi, Rebî'yi gördüğü zaman efendisine koşar ve 'Kör dostun geldi' derdi. İbn Mes'ud da cariyesinin bu sözüne gülerdi. Cariye kapıyı çalan Rebî'yi daima başı eğik ve gözü kapalı olarak görürdü. İbn Mes'ud, Rebî'ye her baktığında 'Ey Rasûlüm! İtaatkar ve mütevazi olanları cennetle müjdele!' (Hac/34) ayetini okuyarak 'Allah'a "yemin ederim ki eğer Allah Rasûlü seni görseydi, sevinirdi' derdi. Başka bir rivayette 'Seni severdi', diğer bir rivayette 'Gülerdi' şeklinde gelmiştir.

Rebî, birgün İbn Mes'ud'la birlikte demirciler çarşısından geçiyordu, Demirci körüklerinin üfürdüğü, kıvılcımlar saçan ateşi görünce içten gelen bir nara atarak düşüp bayıldı. İbn Mes'ud (r.a) namaz zamanına kadar onun başucunda oturdu. Fakat Rebî bir türlü ayılmadı. İbn Mes'ud daha sonra onu sırtlayarak evine götürdü, fakat o ertesi gün aynı saata kadar ayılmadı ve bu arada beş vakit namazı da kaçırdı. Onun başı ucunda oturan İbn Mes'ud (r.a) 'Allah'a yemin ederim ki işte korku diye buna denir' buyurmuştur.

Rebî şöyle demiştir: 'Hangi namaza durmuşsam, mutlaka kendi diyeceklerimi ve bana denilecek olanları düşünmüş ve bu sahada tefekküre dalmışımdır'.

Bu tür kimselerden biri de Amr b. Abdullah'tır.98 Bu zat namaza durduğu zaman, kızı arasıra def çalar; kadınlar da ev dahilinde istedikleri gibi, yüksek sesle konuşurlardı. Fakat o bunları ne duyar ve ne de konuştuklarını anlardı. Günün birinde kendisine 'Namaz dahilinde nefsin sana birşey söylüyor mu?' diye soruldu. 'Evet; bana, Allah'ın huzurunda bulunduğumu ve yarın iki evden (cennet ve cehennemden) birine gideceğimi söylüyor' cevabını verdi.

Yine birgün kendisine şöyle sorulmuştu: 'Bizim namaz içinde hissettiğimiz dünya hadiselerini duyuyor musunuz?' Buna şöyle cevap verdi: 'Bedenime mızrakların saplanması, bana sizin namaz içinde hissettiğiniz dünya hadiselerini duymaktan daha sevimli gelir'.

Amr hazretleri şöyle der: 'Eğer Allah ile kul arasındaki perde gözlerimin önünden kalksaydı, yakînimden zerre kadar artma olmayacaktı'.

Müslim b. Yesar da bu kimselerdendi. Basra camiînde namaz kılarken, cami duvarının yıkılmasından haberi olmadığını daha önce söylemiştik.

Böyle kimselerden birinde, önlenmesi ancak hastalığa yakalanan parçanın kesilmesiyle mümkün olabilecek bir hastalık belirdi. Ancak o sözkonusu parçanın kesilmesine razı olmadı. Kendisini tanıyanlardan biri tedbir olarak şöyle dedi: 'Namaza durduğu zaman başına gelenlerden haberi olmaz. Bu nedenle, onu namazda iken ameliyat edin'. Bunun üzerine, kesilmesi gereken beden parçası kendisi namazda iken yerinden alındı ve böylece tedavisi yapıldı.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Namaz, ahiret hadiselerindendir. Bu bakımdan namaza girdiğin zaman, dünyadan çıkmış olursun'.

Seleften birine 'Namazda iken, dünya hadiselerinden birşey düşünür müsün?' diye sorulduğunda şöyle cevap: vermiştir: 'Ne namazda, ne de dışında böyle birşey düşünmem'.

Yine bir zata 'Namazda birşey hatırlar mısın?' diye sorulduğunda, 'Bence namazdan daha sevimli birşey yoktur ki onu hatırlayayım' buyurmuştur.

Ebu Derda (r.a) şöyle buyurur: Kılmaya başlamadan önce her türlü ihtiyacını görüp, namaza sade bir kalple başlamayı başarmak, kişinin fakih olmasına delalet eder'.

Seleften bazıları, vesvese korkusundan, namazlarını acele kılarlardı.

Rivayet ediliyor ki, Ammar b. Yasir (r.a) bir keresinde namazını acele olarak kıldı. Orada bulunanlardan biri 'Ey Ebu Yekzan! Namazını çok acele kılmadın mı?' diye sordu. O da cevaben şöyle buyurdu: 'Namazın hududlarından herhangi birine riayet etmediğimi ve herhangi bir unsurunu eksik yaptığımı gördün mü?'. Adam görmediğini söyleyince de şöyle dedi: 'Şeytanın unutkanlığını acele olarak geçeyim diye namazı bu şekilde kıldım'.

Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştu:

Kul, namaz kılar; fakat kendisi için, bu namazın yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri, altıda biri ve hatta onda birisi dahi yazılmaz.

Ammar b. Yasir sözlerine şöyle devam etti: "Kişi namazından neyi, ne kadarını anlarsa, kendisi için o kadarı yazılır, buyurulmuştur".

Ashabdan Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve bir grup, namazlarını herkesten daha acele ve hafif olarak eda ederlerdi. Böylece şeytanın vesvesesinden bir an evvel kurtulmayı temin ettiklerini söylerlerdi.

Hz. Ömer birgün minberde şöyle buyurmuştur: 'Kişi, sakalı İslamiyet'te bembeyaz kesildiği halde, Allah Teala için kamil ve tam bir namaz kılmamış olabilir'. Sahabîlerden biri 'Bu nasıl olur?' diye sorunca da şöyle buyurmuştur: 'Bununla namazda gereken huşû, tevazu ve Allah Teala'nın huzuruna yönelmeyi tamamlamadığını söylemek istiyorum'.

Ebu Âliye'ye" 'Onlar ki, namazlarından gafildirler' (Maûn/5) ayetinin kimin hakkında nazil olduğu sorulunca, 'Namazında kaç rek'at kıldığını bilmeyen kimseler hakkında nazil olmuştur' cevabını vermiştir.

Hasan Basrî (r.a) bu ayetin, namaz vaktini unutmak suretiyle, vakitten çıkaran kimse hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Seleften biri şöyle demiştir: 'Bu ayet-i celîle, namazını vaktinde kıldığı zaman sevinmeyen, vaktinde kılmadığı zaman da üzülmeyen; ta'cilinde hayır görmediği gibi, tehirinde de günah telakki etmeyen kimse hakkında nazil olmuştur'.

Bilmelisin ki, kişinin kıldığı namazın bir kısmı aleyhinde ve bir kısmı da lehinde yazılmaktadır. Nitekim hadîsler de bu keyfiyete delalet etmektedirler; her ne kadar fakihler 'Bir namaz ya doğru olur veya olmaz; bir kısmı doğru, bir kısmı da eğri olmak suretiyle parçalanmayı kabul etmez' deseler de... Fakat fakihlerin de biraz önce söylediğimiz gibi hükmü doğrudur. (Çünkü zahire göre verilen bir hükümdür). Birçok hadîs, bizim söylediğimiz bu manaya da delalet etmektedir.'Farzların eksikliği nafilelerle giderilir'100 diye bir hadîs-i şerif varid olmuştur.

Bir hadîs-i şerifte Hz. İsa Allah Teala'dan farz ibadetlerle kulum azabımdan kurtuldu. Nafile ibadetlerle de kulum bana yaklaştı' sözlerini naklettiği haber verilmektedir.

Hz. Peygamber de Allah Teala'nın 'Kulum, benim azabımdan, ancak kendisine farz kıldığım ibadetleri eda etmek suretiyle kurtulur'101 buyurduğunu nakleder.

Hz. Peygamber, bir namazda okuduğu sûrenin bir ayetini atlar. Namazı bitirdikten sonra arkasındaki cemaata: 'Ben ne okudum?' diye sorar Cemaat susar... Bunun üzerine aynı suali Übey b. Ka'b'a sorar. Übey 'Filan sureyi okuyup, falan ayetini terkettin. Bu ayetin neshedilip edilmediğini bilmiyoruz' deyince Hz. Peygamber 'Sen bu işin ehlisin ey Übey?' buyurduktan sonra diğerlerine dönerek şöyle der: "Namaza gelip de saflarını tamamlayarak duran ve peygamberleri aralarında bulunan sizlere ne oluyor ki, Allah'ın Kitabı'ndaki size hangi sûrenin okunduğunu bilmiyorsunuz? İyi bilin ki, İsrailoğulları da sizin yaptığınız gibi yapmıştı. Allah Teala peygamberlerine 'Kavmine söyle! Bedenleriyle huzuruma geliyor ve dillerini bana veriyorlar; fakat kalpleriyle benden uzaklaşıyorlar. Yaptıklarının batıl olduğunu bilsinler, diye vahyetmiştir".102

Bu hadîs-i şerîf. Fatiha'dan sonra imamın okuduğu zammı sûrenin dinlenip anlaşılmasının, cemaat için bu zammı sûrenin bedeli olduğuna delalet eder.

Seleften biri şöyle der: Kişi kendisini Allah'a yaklaştırdığı inancıyla secdeye varır. Oysa secdede yaptığı günahlar, bulunduğu şehrin sakinlerine taksim edilmiş olsaydı hepsi helak olurdu'. Bu sözü dinleyenlerden biri 'Bu iş nasıl oluyor?' diye sorunca, o zat şöyle karşılığını verir:

Kendisi Allah huzurunda secdeye varmaktadır. Kalbi ise, nefsin hevasına kulak veriyor ve kendisini kaplamış olan batılı görüyor'.

İşte namazlarında huşû duyanların özellikleri bunlardır!

Bu anlattıklarımız, daha önce vermiş olduğumuz hükümlerle birleştikleri zaman, namazda huşû ve kalp huzurunun esas olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Yine gafletle kılınan namazın mücerred hareketlerinin ahirette pek az fayda verici olduğu da sarahaten anlaşılmaktadır. En doğrusunu Allah bilir. Allah'tan bizi muvaffak kılmasını niyaz ederiz!

98) Zübeyr b. Avvam'ın torunu vc Abdullah b. Zübeyr'in oğludur.
99) Adı Refi b. Mehram'dır. Riyahî kabilesine mensup olup Basralıdır.
Resûlullah'ın vefatından iki sene sonra müslüman olmuş ve H. 90 senesinde vefat etmiştir.
100) Sünen shipleri ve Hakim, (Ebu Hüreyre'den); Hakim senedinin sahih olduğunu söylemiştir.
101) İmam Irakî, böyle bir hadîse rastlamadığını kaydeder. Ebu Talib el Mekkî ise Kut'ul-Kulûb adlı eserinde bu hadîsi değişik bir ibare ile rivayet etmektedir.
102) Muhammed b. Nasr, Kitab 'us-Salat, (mürsel olarak); Deylemî, (Übey b. Ka'b'dan); Nesaî, (Abdurrahman b. Ebzî'deıı sahih olarak)