GENÇLERİMİZ ve GERÇEKLERİMİZ

0

Kışın ayaza açılan kapısı. Yağmur. Yürüyorum; ellerimi kesen bir soğuk var. Yine de inatçıyım bugün, araba ya da vasıta kullanmayacağım. Caddeden sokağa dönen köşe başında "birkaç nefes" gayesiyle duruyorum. Yaşları on beş, on altı, belki on yediyi bulan gençler kendi aralarında yüksek sesle ve gülüşerek konuşuyorlar. Bir ya da ikisinin koltuk altında kitap, defter, ellerinde sigara… Dudaklarından dökülen küfürlerin anlamını biliyor yahut idrak ediyorlar mı; sanmıyorum. Sabırsız tavırlarına bakınca birini daha beklediklerini anlıyorum. Aramızda on, on beş adım bulunuyor, yüzlerinde dikkatle bekliyorum; samimiyet… Henüz kir tutmayacak kadar duru bir masumiyet… Hala çocuk, hala çocukluk…

İçlerinden biriyle göz göze geliyoruz, dikkat kesiliyor. Sükût…

Yüreğim acıyla irkiliyor. Birkaç kelime etsem faydası olur mu diye düşünsem de bir an, düşüncemi devam ettirecek gücü bile kendimde bulamıyorum. Şu dem de, yüzleri gözümün önünden gitmeyen o çocuklar, akşama kadar etkileri altına almaya muvaffak oluyorlar beni…

Çocuklar… Bizim çocuklarımız. Canlarımız. Yarınlarımız…

Onları irfan yuvalarında ilim gayesiyle tutamayan ve en çirkin kelimelerle sokak aralarına bırakan sebepleri düşünüyorum. İsteseler fikirler keşfedecek, gönüller fethedecek bu ışıl ışıl cevherler, hangi nedenlerle kendilerine değer değil de değersizlik yükleyecek eylem ve sözlerin içerisinde yer almayı tercih ediyorlar?

Soru daha açıklayıcı olsun;
Bu gençler, değerlendirilmesi, istifade edilmesi, topluma kazandırılması gereken değerler olduklarının niçin farkında değiller? Hissedemiyorlar, niye? Gerçek manada hissetseler, bir kaybın içinde yürüme yolunu seçerler mi?


Anne babadan eğitimciye, eğitimciden siyasilere varıncaya dek suçu birbirimize atfetmekte üstümüze yok! Bayılıyoruz tenkide, söze düğüm atmaya, hatayı başkasında aramaya… Bir türlü onarmaya vakit bulamıyor, bir yerlerden başlayamıyoruz.

Çok mu zor bu çocukları bağrımıza basmak? Onları, gözümüzde çığlaştırdığımız yanlışlarıyla kucaklayabilmek… Cep telefonlarına, televizyonlara, bilgisayarlara ayırdığımız vaktin hiç değilse onda birini onların ruh dünyalarına armağan edebilmek çok mu zor?

Hayata, içindekilere, sayısız olumsuzluğa sergilediğimiz takat ve tahammülü neden evlatlarımıza karşı gösteremez olduk?

Allah Resulü yürüdüğü yollara ümmeti için en güzide örnekleri bırakmış. "Biz çocuklarımızı sevip okşamayız" diyen bedeviye "Allah senin kalbinden merhameti almışsa ben ne yapabilirim?" buyurmuş. Sayısız misalden sadece biri…

Kal, halin sözcüsü… Halin ispatlayamadığı söz, ehemmiyet arz etmez. Kişi, kendine değer verene, kendini değerli hissettirene değer yükler.

Bizden ilgi, alaka, şefkat ve muhabbet bekleyen çocuklarımızın gözleriyle gözlerimizi buluşturamıyor, sohbetlerimize onları katmıyor, fikirlerine müracaat etmiyor, ruh halleriyle ilgilenmiyor, kocaman meşguliyetlerimiz içerisinde dünyalarını hakir görüyor, sonra da "her şey onlar için!" diyorsak, burada bir çelişki var demektir. Halimiz her koşulda yalanlıyor iddiamızı… Onlardan "biz" olmalarını bekliyor (aslında olamadığımız her ideayı sırtlarına yüklüyor) ihtiyaçlarını maddî manada yorumlamaya kalkıyor; rüzgarlarını, depremlerini, yangınlarını görmeye yetemiyoruz. Yetmek için gayret sarf etmediğimiz menzilde suçlu arıyoruz.

Başımızı yastığa koyduğumuzda kaybolmaya aday çocukların korkusu yüreğimizi titretmiyor, uykularımızı kaçırmıyorsa, hassas bir mü'min kalbinden söz edemeyiz.

Selam ile.