Gençlik bir mizansene kurban edilemeyecek kadar değerli!

Geçtiğimiz aylarda anoreksiya sebebiyle beslenmeyi ret ederek hayatını kaybeden Nihal Candan’ın ardından yapılan yorumlar bitmedi. Kamuoyunun yakından takip ettiği trajik olay, toplumsal bellekte daha uzun süre kalacak gibi görünüyor.

Nihal Candan’ın ölümü sonrası herkesin bir yargıç, psikolog, sosyolog cübbesi giyerek yargısız infazda bulunduğuna tanıklık ettik. Ailesinden, yetiştirilme tarzına, annesinden babasının mesleğine kadar her alan tarumar edilerek tek taraflı yargılandı. Bu infazdan en büyük payı ise Nihal Candan’ın babası almıştı. İlgisizliğiyle diploması arasında kurulan ilişki bir yana bazıları tarafından günah keçisi olarak da ilan edildi.

Kamuoyu önüne çıkmayan, gözlerden uzak durmayı tercih eden acılı baba ilk kez kameralar önüne çıkarak ailesi, kızı ve kızını ölüme götüren durumu kendi bakış açısıyla yorumladı. Babanın ifadeleri her ne kadar öznel bir bakış açısını yansıtıyor görünse de satır aralarındaki gerçeklikler tüm toplumu özellikle gençleri ilgilendiriyor. Baba Hakan Candan’ın kimi zaman gözyaşları içerisinde söyledikleri gençliğin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi dönüp duran şöhret olma, kolay yoldan para kazanma arzusunun insanı sürükleyebileceği yeri açıkça gösteriyor.

“Çocuklarım çok efendi çocuklardı ama şöhretin etkisiyle değiştiler. Benim o yarışma programına katıldıklarından haberim olmadı. Olsa kesinlikle izin vermez ve müdahale ederdim. Ama sözleşmeler çoktan imzalanmıştı. Ben o yayınları izleyince dehşete kapılıyordum; reyting uğruna korkunç bir mizansen yapılıyordu! Bana dedikleri ‘realite şov’ ama bu benim içime sinmiyordu. Resmen bir şiddet vardı orada. O yarışma hayatımıza girene kadar normal bir aileydik. Ben çocuklarımı tanıyamaz hale geldim. İzlemedim o programları, sosyal medyadan uzak kaldım ve oradan çocuklarım nedeniyle bana rahatsız edici mesajlar geliyordu. Çocuklarım aslında beni dinlemek istiyordu ama içlerinde bulundukları sistem onları akıntıya sürüklüyordu. Ben onları oradan çıkaramadım. Konya’da yaşıyor ve Karaman Üniversitesi’nde görev yapıyorum ama buna rağmen çocuklarımı korumak adına İstanbul’a taşındım. Derslerimin olmadığı günler sürekli İstanbul’a geldim, amacım onları bu rahatsız edici durumdan kurtarmaktı.”

Babanın ifadelerinde en çok “realite şov” kısmına takıldım. Yığınla insanı ekran başına toplayıp reytingleri kıran, bu yolla kolayca değerlerle oynayan, milletin hassas çizgilerini tarumar eden programlar basit birer mizansen ürünü müydü? Aileleri yok eden, gençleri ölüme sürükleyen bu yolculuk birilerinin yazdığı kurgusal formlar üzerine mi inşa ediliyordu? Ekrandaki tartışmalar, absürt giyimler, davranışlar bütün bunlar bir metin yazarının devşirdiği kelimeler bütününden mi oluşuyordu?

Bizler istediğimiz kadar gençlere, kadınlara, çocuklara ekranda gördükleri çoğu yapımın birer mizansen ürünü realite şov olduğunu söyleyelim kimi ikna edeceğiz? Daha da önemlisi biz bu bombardımana maruz kalan kime, nasıl ulaşacağız? Kurgusal şöhrete kapılmanın sakıncalarını hangi yolla anlatacağız? Gençlik bir mizansene kurban edilmeyecek kadar değerli, lütfen hepimiz elimizi taşın altına koyalım!