Türkiye zor ve sancılıbir süreçten geçtiği gibi toplum olarak bizlerde ağır bir imtihandan geçiyoruz. Devlet içve dışsaldırılar karşısında yol bulmaya çabalıyor. 15 Temmuz kalkışmasının ardından girdiği OHAL süreci vaziyetin kırılganlığınızaten teyit ediyor. Hakeza bölgesel ve küresel gelişmeler de üstüne tuz biber ekiyor. Diğer yandan söz konusu dönem toplum açısından da belirtildiği gibi ağır bir imtihan dönemi. Olağanüstükoşullardan geçiyoruz. Reel tehditlerin yanına eklemlenen kişisel-kurumsal zaaflar koşullarıiyice ağırlaştırıyor, üstelik görece süresi kestirilebilir bir süreci kalıcılaştırıyor. Toplumsal bağlarıçözüyor, ötekine karşıkonumlanmayıpekiştiren, ötekinin bizatihi varlığınısorun eden kapalıbir cemaat düzeni ortaya çıkıyor. Eleştiri, özeleştiri mekanizmalarışartlar gereği askıya alınıyor. Dışarıya, ötekiye karşıbizi zaafa düşürecek, bizi açık vermeye götürecek birşey olarak algılanmaya başlıyor eleştiri, özeleştiri. Hatta bırakın eleştiri ve özeleştiriyi kendi talep ve beklentilerine ket vuran otosansüre ve otokontrole savuruyor.
Belirsizliğin, korkunun bu topraklarda son iki yüzyıldır varlığımıza ilişen, genetiğimize sızan varlık-yokluk endişesinin işin içine karıştığıbu süreci anlamak, anlamdırmakşüphesiz çok zor değil. Bu anlaşılabilir bir şey. Lakin bu anlaşılabilir şey aynızamanda korku ve endişeli halimizin sürgit devamıiçin münbit bir kaynak. Korku ve endişeyi giderecek olan şey korku ve endişenin anlayışla karşılanmasıve sürekli beslenmesi değil korku ve endişeyi besleyen dinamikleri kontrol etmek, endişe ve korkuya gark olan bünyenin direncini güçlendirmektir.
15 Temmuz hadisesinin başlangıcından itibaren FETÖile mücadelenin bir kaçboyutlu olduğunu dile getirmiştik. Birincisi kalkışmayıgerçekleştiren FETÖ'nün ve ilişki ağının açığa çıkartılması, hakkın ve adaletin titizlikle korunduğu bir mücadeleyle de hesap sorulması. Bu talebin muhatabıve şüphesiz sürecin temel aktörüdevlet idi. Zira en az, darbeye kalkışanın mahiyeti kadar darbeye maruz kalan yapının kurumsal vaziyeti de sorun edilmeliydi. Aynızamanda devletin kapanın elinde kaldığı, içerisinde karanlık odakların cirit attığı, belirli kesimlere imtiyaz sağlayan bir yapıolmaktan çıkararak herkesin hak ve hukukunu gözeten, özgörülebilirprosedürler doğrultusunda işleyen bir mekanizmaya çevirme çabasıda özen ve gayretle verilmeliydi. Ölüm, zulüm, acıve kederden tecrübe damıtmaktan yorgun düşen toplumun da bu sürecin işlerliğine ilişkin hakemlik etmesi, ayartmalara, çarpıtmalara, manipülasyonlara, sulandırmalara ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak isteyen fırsatçılara fırsat vermeyecek bir pozisyon takınmasıbekleniyordu.
15 Temmuz kalkışmasının üzerinden bir yılıaşan bir süreyi geride bıraktık. Geçenlerde Adalet Bakanı'nın açıkladığıverilere göre 5 Temmuz kalkışmasının yıl dönümünde dönemin Adalet Bakanı'nın verdiği bilgilere göre "168 bin 801 kişi hakkında adli işlem yapıldı. 615 kişi gözaltında, 8 bin 69 kişi hakkında yakalama kararıvar. 50 bin 504 kişi tutuklu, 48 bin 371 kişi adli kontrol altında serbest bırakılmış. Bunlardan ayrıca 8 bin 551 kişi de tutuklandıktan sonra adli kontrolle serbest bırakılmış, 433 kişi de adli kontrol olmaksızın serbest bırakılmış". Bunların içinde veya ek olarak açığa alınmışolup haklarında verilecek hükmübekleyenler ile işten atılmışinsanlar var. Kalkışmanın ciddiyeti ve sayının büyüklüğüsürecin hem aciliyetine hem de titizliğine ilişkin ikazıkendi içinde barındırıyor zaten. Bu noktada yargıve emniyet başta olmak üzere devletin içinde bulunduğu durum tek başına süreci göğüslemekte zorlanacağınısöylüyor zaten. Dolayısıyla milletin bir türlükaldırılamayan vaziyetin hal çaresi için tekrar omuz vermesi elzemdir. Yapılacak olan şahıslar hakkında hüküm ihdas etmek değildir elbette. Ancak sürecin titizlikle yürütülmesi, insanların hak ve hukuklarının korunması, adalet duygusunun incinmemesi için eleştirilerin, ikazların, yönlendirmelerin, yanlışların, hataların, yüksek sesle dile getirilmesidir. Gukuki süreci gözetleyen maşeri vicdan olarak rol almak, böyle bir ortamın tesisi için çabalamaktır.
Tutuklandıktan sonra ilk duruşmasıyarın yapılacak olan Gültekin Sincar, daha önce mağduriyetine ilişkin CumhurbaşkanıErdoğan'a hitaben yazdığıve köşemde yer verdiğim mektubun sahibi Yusuf Kılınçgibi pek çok kimse her hangi bir makul gerekçe gösterilmeden mağduriyeti devam etmektedir. Bürokratik işleyişteki keyfi veya kasti girişimlerin yol açabildiği bu tür mağduriyetlerin önlenmesi doğasıgereği devletin varlığıve meşruiyeti ile doğrudan ilinitilidir. Ancak bir haksızlık- mağduriyet karşısında toplumun dirençgöstermesi insan olmanın gereğidir ve içinde bulunduğumuz olağanüstükoşullar bahane edilerek gözardıedilemez. Sınanan ve ağır bir imtihandan geçenler Gültekin Sincarlar, Yusuf Kılınçlar değil sadece. İmtihanıen az onlar kadar ağır olan bizleriz. Ve FETÖile mücadele spesifik olarak 15 Temmuz günüalınan pozisyonda tüketilemez. 15 Temmuz'da FETÖ'ye karşıhangi saiklerle pozisyon alındıysa bugünde aynısaiklerle pozisyon alma mecburiyetimiz var. Haitili tarihçi Trouıllot'un sömürgecilik bağlamında dile getirdiği "günümüzde hiçbirimizin Afrika kökenli Amerikalıların köleleştirilmesi karşısında sahici bir tavır takınması, karşıda olsak desteklesek te mümkün değildir. Gerçek bir tavır takınabileceğimiz mevzular, şu an sürmekte olan ayrımcılıktır."Kan davasıdeğil her hal ve şart altında hakkın ve hukukunun öncelenmesi, korunması. Bunun içinde gerçek suçluların tespiti ve cezalandırılması, suçsuzların ise mağduiyetine son verilmesi. Unutmayalım hepimiz imtihandayız ve sınanıyoruz.