Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2492.92
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hat sergimi devrime ters buldular

Bugünlere kolay gelinmediğini ifade eden Mücellit Rafet Güngör, “1974’te Türkiye’de ilk defa hat sergisini ben açtım. Bu sergiyi yaptığım zaman bana dava açtılar. ‘Harf devriminden haberin yok mu, bu ne hal’ diye sordular.” dedi.
Hat sergimi devrime ters buldular
05 Mart 2019 08:21:00
Bugünlere kolay gelinmediğini ifade eden Mücellit Rafet Güngör, “1974’te Türkiye’de ilk defa hat sergisini ben açtım. Bu sergiyi yaptığım zaman bana dava açtılar. ‘Harf devriminden haberin yok mu, bu ne hal’ diye sordular.” dedi.

SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN

Günümüzde dünyada milyonlarca kitap basılıyor, kimi çok okunuyor, kimi uzun süre raflarda kalıyor. Artık kolayca ulaşabildiğimiz kâğıt ise yerini dijitale bırakmaya hazırlanıyor. Kitabı, dergiyi, gazeteyi hâlâ matbu olarak okumayı sevenler bir yana, yeni neslin tercihi dijital ortamlar oluyor. Bununla birlikte yüzlerce yıllık el yazması eserlerin birçoğu da dijital ortama aktarılmış durumda. Fakat bu eserler günümüze kadar nasıl ulaştı? Bakımları nasıl yapıldı? Bugün çoğumuzun ne anlama geldiğini bilmediği, kitabın ömrünü uzatan, birkaç neslin daha sayfalarına ulaşabilmesini saplayan geleneksel sanatımız mücellitlik sayesinde... Eğitim döneminde büyük ustalardan ders alan ve artık ulaştığı yarım asrın tecrübelerini gençlere aktaran mücellit Rafet Güngör bu kadim sanatı hala sürdürenlerden biri. Kitapların her bir ayrıntısını çok iyi biliyor, hücrelerine kadar tanıyor, dillerinden anlıyor. 1974’te Türkiye’nin ilk hat sergisini açan Rafet Güngör’le kitaba ve mücellitliğe dair her konuştuk.

Mücellitlik yolculuğunuz nasıl başladı?

1969’dan 1981’e kadar hizmet içi eğitim kurslarında eğitim aldım. 1981’den sonra bizzat mücellitlik işine başladım. Süleymaniye Kütüphanesi’nde 23 yıl çalıştım. 1983 yılında UNESCO kültür anlaşması gereği Suriye’ye öğretici olarak gittim. Nizamiye medresesi nakil olduğu için yeni atölye kurulması işlemi bize verildi. Vazifemi tamamladıktan sonra İstanbul’a dönüp Osmanlı arşivlerinde görevime devam ettim. 2000 yılında emekli oldum.

Mesleğimde yarım asrı doldurdum

Bu meslekte emeklilik var mı sizce?

Ben atölyemde işlerime devam ediyorum. Osmanlı, Selçuklu ya da Memlukler döneminden gelen eserlerin ciltlerini yapmaya devam ediyorum. Mesleğimde 50 yılı doldurdum. Tek bir eser bile kurtarmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Türkiye dışında mücellitliğini yaptığınız bir eser oldu mu?

2011 yılında Afganistan’da dünyanın en büyük Kuran-ı Kerim’inin cildini yapmakla görevlendirildim. Dev Kuran-ı Kerim'in uzunluğu 230 santimetre eni ise 1,5 metreydi. Yapımında kumaş ve kâğıt kullanıldı. 500 kilo ağırlığındaydı ve tüm ayetlerin 218 sayfaya sığdırıldığı kitabın sayfalarını, ancak iki kişi çevirebiliyordu. Türkiye'de yaptığımız cildi için 21 keçi derisi kullandık. Sekiz ay da Afganistan’da cilt üzerine çalıştım ve yurduma döndüm.

Osmanlı’da ciltçilik ne zaman başlıyor?

16. ve 17. yüzyıllar Osmanlı’nın cilt ve hat sanatında zirveye çıktığı dönemlerdir. Devletin yükselişiyle birlikte tüm sanatlar büyük gelişim göstermiştir. Örneğin Çinili Köşk, ‘Ehli Hiref’in toplandığı bir merkezdi. Devrin sanatçıları Hatayi, Rumi, köşebent, ciharı köşe ebru ve kumaş, barok ve rokoko ciltler yaparak kendilerini sürekli yenilemişlerdir.

Mücellitin bildiği değil, kitabın istediği önemli

Bir mücellitten beklenen nedir? Mücellit neler yapar?

Bizim vazifemiz bu eserlerin hangi dilde yazıldığı ve hangi ekole ait olduğunu belirleyip kendi orijinalini muhafaza ederek yeniden yapmaktır. Bir cilt Endülüs dönemine aitse ona o dönemin cildini yapmak gerekir zira hepsinin kendine has özellikleri var. Biz, kitapların devirlerini esas alarak ciltlerini yapıyoruz. Mücellit bildiğini değil, kitabın istediğini yapmak zorundadır. Bu da tecrübe gerektirir. Gayemiz; ecdadımızın eserlerine sahip çıkıp onları gelecek nesillere aktarmak.

Kitapları ameliyat ediyoruz

Bir nevi kitap doktorusunuz öyle değil mi?

Kitabı patolojik olarak ameliyat ediyoruz, yapraklarını tamir ediyoruz. Zaman neleri yıpratmıyor ki… Önce rutubetten kaynaklanan arızaları gideriyoruz. En küçük nokta bile bir eser için çok önemli olduğundan çok dikkatli çalışıyoruz. Kitabı yıpratmadan ve özelliğine zarar vermeden dikişlerini yapıp formaları tanzim ediyoruz. Arapça kitaplarda sayfa sayısı yoktur, sonraki sayfaya işaret eden reddadiyeleri takip edebilmek için yaptığınız eserin dilini bilmek gerekir.

Bir kitabın yeniden ihyasında en önemli nokta nedir?

Şiraze, yazma kitaplara yapılır. Halı örer gibi kitabın formalarını örmek demektir. En kuvvetli ip olan ibrişim kullanıldığı şirazenin üzerine Besmele yazıldığını da gördüm. Bir kitap şirazeden çıktıysa dağılmış demektir. ‘şirazem kaydı’ tabiri de buradan geliyor.

En güzel ciltler Türkiye’de yapılıyor

Atölyenize Osmanlıca matbu kitapları ve el yazması eserleri görmeye, almaya kimler geliyor?

Genelde sahaflar, koleksiyonerler ve resmi kuruluşlardan geliyorlar. İlmin devamı kitaplarla, kitabın devamı cilt iledir. Kuran Mekke’de yazıldı, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı. Ben ilave olarak İstanbul’da ciltlendi diyorum. Birkaç ülkedeki çalışmaları bizzat görmüş biri olarak en güzel cilt yapan ülkenin Türkiye olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Rami Kışlası Kütüphanesi muazzam bir fikir

Mücellitlik kütüphanelerimize de girdi mi?

Süleymaniye Kütüphanesi’nde kitap hastanesi kuruldu. Bulgaristan’da 50 seneden beri kitap hastanesi var. Biz biraz geç kaldık ama zararın neresinden dönsek kardır. Şu an sevindirici gelişmeler yaşanıyor. Rami kışlası kütüphane oluyor. Bu fevkalade bir kazanım zira hem duvarları kalın olduğu için rutubet olmaz hem de iklim yönünden yüksek bir yerde.

Kitabın tamirini rüyamda görerek çözdüm

Sizi mesleğiniz boyunca tadilatı üzerinde çalışırken etkileyen bir kitap oldu mu?

Beni çok etkileyen Muhammed Sivasi’nin gümüş plaka üzerine oyma olarak yazılmış eseridir. Hem önü hem de arka kısmıyla bir delail-i hayrattı. Gümüş olduğu için oksitlenmişti. Süleymaniye’de çalışırken işin ağırlığı benim üzerimdeydi. Çok dikkatli olmak gerekiyordu. Birleştirici kısmı bulamıyordum. Bir gün rüyamda ustamı ameliyat ettiğimi ve karnını diktiğimi gördüm. İğnenin şeklinden ne yapmam gerektiğini anladım. Hemen kalkıp eserin başına gittim ve göremediğim delikler gözüme göründü ve hemen tamiri tamamladım.

Atölyeniz İstanbul Üniversitesi’yle yan yana. Bu açıdan yeni nesil Osmanlıca eserlere ilgi gösteriyor mu?

Şu an eskiye dönüş var. Osmanlıca eserlere büyük bir ilgi başladı. Zaten geçmişimizi bilmezsek geleceğimizi göremeyiz. Suriçi bu manada çok önemli fakat toplum olarak daha duyarlı olmamız gerekiyor. Tarihi çeşmelerin içindeki izmaritleri ve taşlardaki yazıları görmek çok üzücü.

Kitabı çok iyi tanımak ve sevmek lazım

Usta bir mücellit nasıl olur?

İyi bir mücellit olmak için kitabı çok iyi tanımak ve sevmek lazım. El yazması kitap nedir, matbu kitap nedir, taş baskı nedir, yazma kitabın restorasyonu nasıl yapılır, bunlara vakıf olmak gerekiyor.

Mücellit aynı zamanda yazı ekollerini de iyi tanıyan kişi öyle değil mi?

Evet. Peygamberimiz döneminde nebati denilen bir yazı ekolü verdi. Hz. Muhammed’in gelişiyle kufi yazı icat oldu. Kâğıt olmadığı için deriye, hurma dalları ya da deve kemikleri üzerine yazı yazılıyordu. Yazının gelişmesiyle beraber yazı yazmak sanat haline geldi. Zaman geçtikçe her devlet kendine has bir yazı ekolü ortaya çıkardı. İran’da talik yazı, Osmanlı’da nesih ve sülüs, Afrika’da Gubari, Afganistan’da bakla ekolünü örnek gösterebiliriz. Yazı yanında tezhip sanatı da gelişti. Hat, tezhip ve cilt sanatı birbirinin akrabasıdır. Biri olmazsa diğeri eksik alır.

Biz bugünlere hiç kolay gelmedik

Mesleğinizde başınızdan geçen ilginç bir anınız oldu mu?

Vakıf Gureba Hastanesi hekimlerinden Hattat Dr. Sadi Belger ve Türkiye’nin en büyük hattatlarından Hamit Emin Barın gibi o zamanlar bize öncelik eden büyüklerimiz vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa 1974’te ilk hat sergisini ben açtım. Bugünlere kolay gelmedik. Bu sergiyi yaptığım zaman bana dava açtılar. ‘Harf devriminden haberin yok mu, bu ne hal’ diye sordular. Hocam ‘mahkemeye gidince ben sanatçıyım, bu işi hobi olarak yapıyorum’ demem için beni tembihledi, ceza almadım.

Geçen sene ‘Bir Usta Bin Usta Projesi Klasik Cilt Kursu’ kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu Sigorta ve Türk Arşivciler Derneği işbirliği ile atölyemde eğitim verdim. Dört ay sürdü. Katılımcıların çoğu üniversite mezunu gençler ve akademisyenlerden oluşuyordu. Kursu başarıyla tamamlayan kursiyerlere katılım sertifikaları verildi.

RAFET GÜNGÖR KİMDİR?

1947 yılında Çanakkale’de dünyaya gelen Rafet Güngör İmam Hatip Lisesi mezunudur. 1969’da Süleymaniye Kütüphanesi’nin memurluk sınavını kazanarak burada memur olarak çalışmaya başladı. İyi derecede Osmanlıca ve Arapça bildiği için tasnif işiyle görevlendirildi. İslami Seçen, Muammer Ülker gibi ustalardan ders alan sanatçı, 1982 yılında Nevzat Kaya'dan icazet aldı. Yurtiçi ve Yurtdışında çeşitli sergilere katıldı ve ödüller aldı. 1989 yılında UNESCO’nun davetiyle Suriye’ye gönderilerek İbn-i Asakir’in Tarihu’l-Medinet-i Dımaşk adlı eserini tedavi etti. İstanbul’a döndükten sonra aynı işi Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ve sonra da Süleymaniye Kütüphanesi’nde yürüttü. Afganistanlı Nadirhan sülalesinden Hacı Seyyid Masur el-Nadirî’nin talebi üzerine dünyanın en büyük Kur’an-ı Kerim’ini ciltledi. Güngör, halen atölyesinde çalışmalarına ve öğrencilere, akademisyenlere ders vermeye devam etmektedir.