Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2486.09
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Senarist Yönetmen Derviş Zaim: Suriyeli nefretine karşıyım

Suriyeli karşıtlığını hiçbir şekilde tasvip etmediğini ifade eden Derviş Zaim: “Suriyelilerin yaşadıklarını anlatan bir film tasarlıyorum. Onları asla bir kurban ya da aciz olarak resmetmeyeceğim. Aksine kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve buna muktedir olan özneler olarak çizmek niyetindeyim” dedi.
Senarist Yönetmen Derviş Zaim: Suriyeli nefretine karşıyım
17 Haziran 2019 09:03:00
Suriyeli karşıtlığını hiçbir şekilde tasvip etmediğini ifade eden Derviş Zaim: “Suriyelilerin yaşadıklarını anlatan bir film tasarlıyorum. Onları asla bir kurban ya da aciz olarak resmetmeyeceğim. Aksine kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve buna muktedir olan özneler olarak çizmek niyetindeyim” dedi.

SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN

Türk sineması kimi zaman durağan dönemlerden geçse de izleyiciyi içine alan filmlerle son dönemlerde yerli yapımlar yabancı yapımlardan daha fazla ilgi görüyor. Bununla birlikte gişe filmi ve sanat filmi tartışmaları da sinema eleştirmenlerinin baş konuları arasında yer alıyor. ‘Tabutta Rövaşata‘yla başladığı sinema yolculuğuna önemli ödüllerin de eşlik ettiği Yönetmen Derviş Zaim’in ödüllü ilk romanı ‘Ares Harikalar Diyarında’dan sonra ikinci romanı olan Rüyet de kitapseverlerle buluştu. Kitapta geçmiş ve gelecek, özgürlük ve zorunluluk, arzu ile gerçeklik arasında sıkışmış insanın kendisine bir anlam, bir kimlik, bir hikâye, tutarlı ve bütünlüklü bir “metin” yaratma çabasını anlatan Zaim’le, Türk sinemasını ve Rüyet’i konuştuk.

Türk sinemasının şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlgili sinema var olduğu koşullarla ne kertede hesaplaşabiliyor ve sinema sanatının kendisiyle ilgili özellikle plastiği ile ilgili ne tür denemelerde bulunuyor, cüretinin menzili nedir, yaptığı denemeler sahih midir buna bakmak lazım. Ayrıca bunları kendiliğinden gelişen organik bir sürecin sonucunda mı neşvünema bulacak şekilde vücuda getiriyor, yoksa bunlar daha çok dışardan dayatmalar biçiminde söz konusu oluyor, kendi iç dinamikleriyle birlikte ele almaya başarıyor mu sorularını da irdelemek gerekiyor. Buradan bakıldığında Türk sineması, bardağın yarısı dolu mu boş mu sorusuna benzer bir soruyla karşı karşıya kalır.

Türk sinemasında potansiyel var

Bardağın yarısı dolu mu peki?

Evet yarısı dolu. İyimser biriyseniz bunu söyleyebilirsiniz. Türk sineması potansiyel ihtiva ediyor, olumlu tarafları var. Fakat artık her ülkede olduğu gibi bizim sinemamızda da tehlikeler, tuzaklar ve fluluk söz konusu. Önemli olan sinemanın bu bulanıklıktan neyi çekip çıkardığıdır. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir zaman hiçbir sinema için tozpembe dönem olmadı. Aslolan sinemanın hangi darboğazlardan süzülerek kendini oluşturduğu meselesidir.

Bu anlamda sinemamızın ne gibi bir artısı var?

Birçok ülkeyle kıyaslandığında sinemamızın market derinliği artısı var. Günümüzde sinemasının geldiği yer bağlamında market derinliği çok önemli bir husus. Mesela Çin’de, İspanyolca konuşulan ülkelerde de aynı şey söz konusu. Türkiye’nin market derinliğini de Türkçe konuşulan ülkelere ve Ortadoğu’ya genişletmemiz lazım. Bunun adımları atıldı. Sinemamızın momentumu iyi bir yerde.

Market derinliğini biraz açarsak…

Çince konuşulan bir film yapıyorsanız Avrupalı ve Amerikalı film satan şirketlerin peşinden koşmanıza gerek yoktur. Bir Türk filminin Ortadoğu pazarının dışında dünyada dolaşıma girebilmesi için de özellikle Batı Avrupalı, Kuzey Amerikalı Anglosakson, Frankofon ya da Alman dağıtım şirketleriyle işbirliği içinde olması gerekiyor. Bir Çinlinin böyle bir derdi yok, dünyanın üçte biri orada yaşıyor zaten.

Çok satmak değil uzun satmak önemli

Gişe sineması mı sanat sineması mı sizce?

Şeyh Galip, ‘kamunun takdiri benim için önemli değildir’ demiştir. Fakat bana göre hem derinleşebilen işler yapabilmeyi başarmak hem de insanların ilgisine mazhar olmak en idealidir. Bu da en zoru ve en istisna olanı. Belki de insanın çok satmaya değil de uzun satmaya endekslenmesi lazım. Best seller yerine long sellere kendisini odaklaması gerektiğine inanıyorum. Fakat sanatçı kısıtlanamaz çok aristokrat bir iş de yapmak isteyebilir.

Hikâyelerin filme yansımaları yani hikâye anlatımları ülkeden ülkeye değişiyor mu sizce?

Güneşin altında yeni bir şey yok. İnsanlık, meselelerini birkaç değişik şekilde anlatabilir. Ya klasik ya da anti-klasik stili tutar. Klasik stil Aristo’dan beri süregelen 5000 senelik bir stildir ve Türk sineması da bu stilin peşinden gitti; klasik Hollywood sinemasını kendine model olarak aldı. Fakat kendisine ait şartlarla hafif sulandırdı. Anti-klasiğe de Fransız sinemasından mülhemle merak saldı. Buna itirazım yok ama anlamı yaratan şey bağlamdır. İlişkisellikle olgular önemlidir, bunları ön plana almak gerekiyor. O zaman hikâye anlatma yeteneğimiz yükselecektir.

Geleneğimizi hâlâ ele almadık

İyi hikâye anlatıcılarımız var mı?

Var ama sayıları çok değil. Müthiş bir geleneğimiz var ama henüz el atılmadı. O gelenekle nasıl bağ kurulabileceğini ve bugünün dünya mirasıyla nasıl bir araya gelinebileceğini konuşmak gerekiyor. Bu bize daha farklı açılımlar verir.

Buna gelenekle geleceği birleştirmek diyebiliriz öyle değil mi?

Evet. Benim yapmaya çalıştığım şey de bu. Geleneğin yapılarından bir takım örüntüleri alıp sinemaya tercüme etmeye çalışıyorum.

İnsan bir kaide üzerine yaşar

Yeni romanınız Rüyet neler anlatıyor? Mesela gelenekle bugünü nasıl birleştiriyorsunuz?

Rüyet’in bir insanın kendi kendini nasıl kurabileceğine ilişkin sorular ortaya atan bir roman olduğunu söyleyebilirim. İstanbul’da yaşayan mimar bir kadının yaşadığı savrulmalardan çıkmaya çalışma hikâyesi. Romanımda kadim yolculuk hikâyelerden de yararlandım. Yolculuk ve yolculuktan olgunlaşan kahramanlar var. Zira insan bir kaidenin üzerinde durur, o kaidenin üzerinde oturur ve yaslanır.

Nedir o kaide?

O kaide gelenektir, tarihtir, geçmiştir, sizi saran o rayihadır. Bunun bir parçası olarak da bu ilişkisellik içerisinde Rüyet’in geçmişle, bizim edebiyatımızla, kimliğimize ilgisi var. Batıyla da ilgisi var ama… İstanbul’da yaşayan bir yazarın bunları yapmaya salahiyeti vardır.

Korku filmlerin kökeni Hristiyanlıktır

Sinemamızda çeşitli türleri göremiyoruz. Mesela animasyon ve korku alanında pek de verimli olduğumuz söylenemez. Neden sizce?

Animasyon her şeyden önce bütçe işidir. Korku filmi ise dünya sinemasındaki Katolik geçmiş ve Hristiyanlıkla ilgilidir. Öyle bir gelenekten gelmediğimiz için bizim saldıracağımız noktalar daha farklı. Bizde mezarlıklardan korkulmaz, iç içe yaşıyoruz. Üstelik mezarlığın yanında oturmak insanın gönlünü dinginleştirir, huzur verir.

Yeni film projeleriniz var mı?

Suriye ile ilgili bir film yapmayı tasarlıyorum. Bu yıl çekmeyi düşünüyorum. Ayrıca beş yıldır takip ettiğim gerçek bir dolandırıcının hikâyesini de çekeceğim. Muhtemelen Suriye filmi daha önce çıkacak.

Suriyelileri aciz göstermeyeceğim

Türkiye’de yaşayan Suriyeliler mi yoksa Suriye’deki savaş üzerinden mi anlatım yapacaksınız?

İkisi birbirinden çok ayrılacak şeyler değil. İkisi de olacak. Fakat acının pornografisini yapmayacağım. Suriyeli insanların maruz kaldığı zorlukları göstermek istiyorum. Bununla birlikte Suriyelileri asla bir kurban ya da aciz olarak resmetmek niyetim yok. Aksine kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve buna muktedir olan özneler olarak ele alacağım.

Son dönemde Suriyeli mültecilere yönelik acımasız tepkilere ve yasaklara denk geliyoruz. Tam da Suriyeliler üzerinde film çekmeye hazırlanırken bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu bir anda ortaya çıkmadı, bunun kökleri vardı, uyuyordu. Bastırılan her şey bir şekilde geri döner ve büyür. Bu hayaletleri dindirmek gerekiyor. Suriyeli karşıtlığını hiçbir şekilde tasvip etmiyorum.

Rüyet, yazmaktan zevk aldığım bir roman oldu. Herkes beni daha çok sinemacı kimliğimle bilir ama bu 25 sene sonra gelen ikinci bir romanım. Bundan sonra arayı açmayacağım.

Dede Korkut’un hakkının verilmediğini düşünüyorum. Layıkıyla yorumlanmadı. Nasrettin Hoca da aynı şekilde. Türk halkı ironiktir, komiktir. Kendi kendine alayvari olmadan dalga geçmeyi bilen insanlarımız da var. Bu insana rayiha katar.

DERVİŞ ZAİM KİMDİR?

1964’te Limasol, Kuzey Kıbrıs’ta doğan Derviş Zaim, Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletme okudu ve ardından Birleşik Krallık Warwick Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar dalında master yaptı. 1994’te Yunus Nadi Roman ödülünü kazanan Ares Harikalar Diyarında adlı kitabından sonra 1997’de ilk filmi Tabutta Rövaşata’yı çekti. Film, Yurtiçi ve yurtdışında birçok ödül kazandı. Yine benzer biçimde, prestijli birçok ulusal ve uluslararası festivallerden başarıyla dönen Filler ve Çimen (2000), Çamur (2003), Cenneti Beklerken (2006), Nokta (2008), Gölgeler ve Suretler (2011) ve Devir (2012) adlı uzun metrajlı kurmaca filmleri ile Paralel Yolculuklar (2003-Ortak yönetmen: Panicos Chrysanthou) adlı belgeseli izledi. 2014’te Balık, 2016’da ise Rüya adlı filmini çekti. Rüya birçok yurtiçi film festivalinde başarı sağladı. Son romanı Rüyet’i okuyucuyla buluşturan başarılı yönetmen, halen çeşitli üniversitelerde sinema konusunda ders vermektedir.