Liyakat insanın üstlenilecek görevi hak etmesi, ona layık olmasıyla ilgili bir özelliği ifade ederken, ehliyet kişinin verilen veya üstlenilen görevle uyumunu, denkliğini, o görevi yapabilecek donanıma ve yeterliliğe sahip olma özelliğini ifade etmektedir. Bu bağlamda liyakat, daha çok kişinin görevle bağlantılı olarak kendi kişisel özellikleriyle ilgili iken, ehliyet daha çok kişinin görevle ilgili yetkinliğiyle ilgili olmaktadır.
Bütün bu boyut ve içerikleriyle liyakat ve ehliyet, bir göreve gelmeyi, bir sorumluluğu üstlenmeyi meşrûlaştıran, haklı kılan, emanete riayet edildiğini ortaya koyan iki varoluşsal niteliktir. Bir görev veya makama gelme veya getirmede liyakat ve ehliyet, o görev veya makama gelen kişinin toplum katında meşruiyetinin temelini teşkil eder. Layık ve ehil olma niteliğinden yoksun bir kişi, toplum tarafından meşrû, makul, geçerli olarak kabul görülmez. Bu durumda o kişinin aldığı kararlar ile yaptığı işler de meşru edilmez, tersine gayri meşru görülür. Gayri meşru görülen kişinin yaptığı işe muhatap olan kişiler, kendilerini güven içinde, adaletin şemsiyesi altında görmezler.
İbn-i Haldun’un "Mukaddime" adlı eserinde, liyakat ve ehliyet konuları toplumsal yapıların sürdürülebilirliği ve devletlerin uzun ömürlü olması açısından kritik öneme sahiptir. İbn-i Haldun, yönetimde, ehliyetli ve liyakatli kişilerin bulunmasının önemini vurgular ve bu konudaki düşüncelerini çeşitli örneklerle destekler.
İşte "Mukaddime"de liyakat ve ehliyet konusunu birkaç örnekle açıklayan ana fikirler:
Devlet Yönetiminde Liyakat: İbn-i Haldun’a göre, devletlerin güçlü ve sürdürülebilir olması için yöneticilerin ve bürokratların ehliyetli ve liyakatli olması şarttır. Yönetim görevlerine getirilen kişilerin bilgi, tecrübe ve beceri sahibi olması, devletin işleyişini doğrudan etkiler.
Eserde, Abbasi Halifeliği döneminde liyakatsiz kişilerin önemli makamlara getirilmesinin devlette nasıl yozlaşma ve zayıflamaya yol açtığı anlatılır. Halife Me’mun’un liyakatli bilim insanlarını ve entelektüelleri desteklemesi, Abbasi Devleti’nin kültürel ve bilimsel açıdan parlak bir dönem yaşamasına katkıda bulunmuştur.
Ancak, daha sonra liyakatsiz kişilerin göreve getirilmesi, devletin zayıflamasına ve bölünmelere yol açmıştır.
Asabiyet ve Ehliyet: İbn-i-i Haldun‟a göre, asabiyetin temel işlevi sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamasıdır. Buna karşın hayatın zorluklarına karşı yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan asabiyetin somut bir gerçekliği bulunmamaktadır. Asabiyetin gerçekliği, yerine getirdiği sosyal yardımlaşma ve dayanışma duygu, düşünce ve pratiğidir.
İbn-i Haldun, asabiyet kavramıyla birlikte ehliyetin önemini vurgular. Asabiyet yani, grup dayanışması, bir toplumun veya devletin kurulmasında önemli bir rol oynar, ancak bu dayanışmanın sürdürülebilir olması için yöneticilerin ehliyetli olması gereklidir.
Eserde, bedevi kabilelerinin başlangıçta güçlü asabiyet duygusuyla devlet kurduklarını, ancak yönetimde ehliyetsiz kişilerin göreve getirilmesiyle birlikte bu asabiyetin zayıfladığını ve devletlerin çöktüğünü belirtir. Örneğin, Murabıtlar ve Muvahhidler devletlerinin başlangıçta güçlü asabiyete sahip oldukları, ancak liyakat eksikliği nedeniyle zamanla zayıfladıkları ve sonunda çöktükleri anlatılır.