İç cepheyi güçlendirmeliyiz

1908 darbesinin hemen ardından Dünya Siyonizm Teşkilatı Başkanı Max Nardou şöyle der; ‘Eğer Herzl sağ olsaydı bu benim beratım” derdi. Demek ki güneyde güvenli bir İsrail devletinin kurulması için de faaliyet yürüten dönemin paralel örgütlenmesi işe yaramıştı.

Theodor Herzl daha 1896 yılında yazdığı “Judenstaat” adlı kitabıyla İsrail devletinin sınırlarını ve hedeflerini belirlemişti. İsrail devletinin kurulabilmesi için de Osmanlı devletinin savaşa girip parçalanması gerekiyordu.

Teşkilat vazifesini yapmıştı. Bu öyle bir yapı ki içinde her inançtan, görüşten, mezhepten, ırktan ve dilden insan barındırır. Ve bu yapının en temel vazifesi dün olduğu gibi Siyonizm’e hizmet etmektir.

Şayet bu yapıya biat etmemişseniz ülkede ne siyasetçi, ne sanatçı, ne yazar, ne televizyon yorumcusu, ne bürokrat ne de iş adamı olabilirsiniz.

Sistem sizi olduğu gibi çemberin dışına iter ve muhalif etiketiyle kıyıda köşe yaşamaya mahkûm eder.

Geçenlerde Sayın Devlet Bahçeli’nin "Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt, diğeri Alevi olsun" önerisine o kadar çok tepki geldi ki.

Normalde tatillerini Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kanada’da yapanlar ve hatta çocuklarını buralarda okutanlar ve buralarda ev alıp, ticaret yapanlar nedense hep Lübnan’ı örnek gösterdiler.

Bu kesim genellikle bölünme ve parçalanma kaygılarını dile getirdi.

Oysa aman farklılıklarımızı, çeşitliliklerimizi dile getirmeyelim bölünürüz fikri bir İttihatçı paranoyasıdır ve topluma deli gömleği olarak giydirilmiştir.

Bu fikrin kökeni Anadolu ve Mezopotamya’yı kendi vaat edilmiş toprakları olarak gören Siyonizm’dir. Siyonizm, İsrail'in güvenliğini sağlamak için çevre ülkelerin yönetimine getirdiği darbeci, baskıcı, farklı etnik köken ve inançları yok sayan, baskılayan yöneticileri desteklerken, bu yok sayılan, baskılanan kesimleri ise perde arkasından destekleyerek hep bir çatışma iklimi oluşturmuştur.

Hal böyle olunca enerjilerini iç çatışmalarda tüketen ülkeler Siyonist İsrail karşısında sürekli erimektedir. Bu kronik döngüden kurtulmak için cesur adımlar atılması gerekmektedir.

Bu adımların başında yok sayılan, baskılanan kesimlerin yönetime kendi kimlikleri ile katılması ve dışlanma, ötekileştirme psikolojisinden arındırılması gerekmektedir.

Bunun uygar ülkelerde örnekleri fazlası ile bulunmaktadır. Beğenmesek de AB bu düşünce ile kurulmuş bir birlik değil midir? ABD ve Kanada gibi ülkelerin sistemi orada bölünmeyi mi getirmiştir?

Neden bu örnekler varken Sayın Bahçeli’nin önerisi Lübnan örneğiyle kıyaslanmaktadır. Reis-i Cumhur yardımcılarından birinin Kürt diğerinin ise Alevi olması bölünmeyi değil birlik ve beraberliği kalıcı hale getirir.

Güçlü devlet, akıllı ve vicdanlı derin devleti ile sosyolojik ve psikolojik müdahalelerle bu sistemi besleyen devlettir. Bu düşüncenin entelijansiyası oluşturulmalı.

Basın yayın ile birlikteliğin halka enjekte edilmesi gerekmektedir. Ve bu birliktelik dış müdahalelere karşı ülkeyi dirençli hale getirecektir.

Ne var ki ülkede entelijansiya sınıfı yok. Hepsi İttihatçı bir mantıkla yüz yıllık parçalanma ve bölünme paranoyası içerisinde. Bunu bir türlü aşamıyoruz. Yazımın başında bu yapılanmadan özellikle bahsettim.

Çünkü ittihatçı kafa, farklılarımızın yönetime ortak olmasını istemez. Bırakın bunu hepsini ayrıştırarak, hak ve hukukunu kısıtlayarak ülkeyi dirençsiz bir hale getirmeyi amaçlar. Bu da en çok Siyonizm’in işine yarar.

Son tahlilde Türkiye’nin önünde iki farklı yol belirmiştir. Bunlar zahmetli yol ve ucuz, kolaycı, teslimiyetçi yol. İlki bedel ödemeyi göze alanların, ülkesine uğruna mücadele etmekten kaçınmayan şerefli, cesur vatan evlatlarının tercih ettiği yoldur.

İkinci yol ise ülkeyi Siyonizm’e la teslim edip huzurlu, rahat, demokrat bir ülke hayali kuranların tercih ettiği bir yoldur!

Biz zahmetli yolu tercih ettik. Farklılıklarımızla beraber, bu ülkenin şerefli ve özgür vatandaşları olmak istiyoruz.