Müslüman toplumların ortaya koymuş olduğu teori ve pratiklerin, bugünün insanlık sorunlarına bir cevap oluşturup oluşturmadığı tartışma konularından birisidir. Bir kere İslam dünyasında devam eden sömürge koşulları, Batı’nın hegemonyası müslümanların muvazenesini bozmuş görünmektedir. Varolan potansiyellerinin dağınıklığı anlıksal ihtiyaçların giderilmesini sürekli öncelemektedir.
Bilindiği üzere müslüman toplumlar birkaç yüzyıldır modernleşme süreci ile etkileşim içindedirler. Modernite gerek militer güçleriyle gerekse gündelik hayat pratikleriyle müslüman toplumlarda dönüşümler oluşturacak etkiler bırakmıştır. Öyle ki bir yandan aktarılan pratiklerin zorladığı hayat tarzı diğer yandan yüzyılların içinden süzülüp gelen ve toplumsal DNA’nın belirlemiş olduğu kodlar arasında bir gerilim meydana gelmektedir. Bu gerilimin ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi de teori ile pratikler arasındaki uyumsuzluk ve muvazenesizliktir.
İlkin, müslüman toplumlarda zaten yüzyılların içinden gelen islami gündelik hayat pratikleri devam etmektedir. Bunlardan bir kısmı, yardım, hayırseverlik vb. üzerinden devam eden ve oldukça işlevsel olan bir boyuttur. Diğer gündelik hayat pratikleri giyim, insan ilişkileri, iş ve ev hayatı, evleri düzenleme biçimi vb. gündelik hayatın diğer pratiklerinde gözlemlenebilen ikircikli davranış biçimleri. Burada pratikleri ikircikli hale getiren şey; bir yanda “islam”, diğer yanda “modernite”nin aynı davranış biçiminde içerilmesi. Fakat burada pratikleri sorunlu hale getiren, İslam’ın teorisiyle meydana gelen uyumsuzluktur.
Tam da bu noktada giderek belirginleşen düalist yapıya vurgu yapmalıyız. Buna göre bazı müslümanlar (İslami cemaat pratikleri de bu yöndedir) daha sınırlı bir çevrede hatta gettolaşmış biçimde tahayyül ettikleri islamiliğin pratiklerini yaşa(t)maya çalışmaktadırlar. Burada kıyafet ve bazı düzenlemeler “islami” görünürken, sosyo-ekonomik pratiklerin birden hakim olan paradigmaya göre şekillendiği gözlemlenmektedir. Düalist yapı tam da bu noktada gerçekleşmektedir.
Bu iki pratik arasındaki düalizmin meydana gelmesi öncelikle müslümanların uyumlu bir teori-pratik ilişkisini kuramamalarıyla ilintili görünmektedir. Burada başta fıkıh, hadis, kelam, tasavvuf gibi “islami ilimler”in bugün daha çok öğretilen içeriklerinin gündelik hayatın sorunlarına takabüliyeti sorunlu gibi görünmektedir. Ya da islami ilimlerin (ki islami ilimler ifadesini ayrıca tartışmak gerekmektedir) gündelik sorunlara teorik arkaplanlardan hareket eden cevap üretemediği de söylenebilir.
Söz gelimi; bugün teknoloji bağlamında güncel tartışmalardan birisi yapay zekadır. Yapay zekanın gündelik hayata farklı katkıları değerlendirilebilir. Ancak diğer teknolojik müştemilatıyla birlikte kelam ilminin en önemli tartışma konularından birisi olan insan iradesini bu bağlamda tartışması gerekmektedir. Yine postmodern durumda giderek pekiştirilen insanın güçlendirilmiş gibi görünen konumunun aslında iradesiz kitlelere dönüştürülmesi de kelami açıdan tekrar insan iradesinin konuşulmasını gerektirmektedir. Tabii tüm bunlarla birlikte Tanrı’nın değiştirilmeye çalışılan konumu da, Tanrı-insan ilişkileri ve insanın konumuna dair güncel bir din dilini gerektirmektedir.
Bugün İslam düşüncesi üzerine tartışmanın öncelikle paradigmal bir sorun olduğu sürekli hatırlanması gereken bir kaidedir. İslami ilimler üzerine konuşmanın elbette geniş bir çerçevesi bulunmaktadır ve tarihsel birikimler üzerine de konuşulabilir. Ancak gündelik sorunları paradigmal olarak teorik zeminde tartışmadan uzaklaşan islami ilimlerin giderek gündemden çıkacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Zira şimdiden islami ilimlere kimi insanların “arkaik” muamelesi yapmaya başladıkları görülmektedir.
Bu düalizmi aşmak için müslümanların paradigmalarına göndermeleri olan teorilerini bugünün diliyle kurmaları vakit geçirmeden yapılması gereken bir görevdir.