Hüseyin Yorulmaz, Türk edebiyatında çok kıymetli eserleri irfanımıza kazandıran araştırmacı yazarımızdır. Koca Ragıp Paşa, Divan Şiirinde Nabi Ekolü, Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca, Bir Neslin Üstadı Necip Fazıl Kısakürek, Bilge Lider Aliya, Erdem Bayazıt ve Yedi Güzel Adam, Sadeliğin İhtişamı Orhan Okay gibi seçkin eserlere imza atan Yorulmaz, şimdi de Aslı Yok Sözleri Mecnûn Söyler adlı çalışmasını meraklı okuyuculara armağan etti. Kadim Şiirden Yeni Hikâyeler alt başlığıyla çıkan kitabı, Dergâh Yayınları neşretti.
Bizim yaygınlaştırılmış yanlışlar arasında şu da var: “Divan edebiyatı seçkinlerindir.” Külliyen kasıtlı ve vahim bir yalan! Duyan da zannedecek ki, asırlar boyunca koca Divan şiirini sadece küçücük bir zümre okudu, geniş halk kesimleri bu muhteşem edebiyattan, bu güzel şiirlerden mahrum kaldı. İşte Hüseyin Yorulmaz bunun doğru olmadığını eserinde ispat ediyor. Bir şairin mısraının, beytinin veya kıtasının nasıl yüzyıllar boyunca dalga dalga nesilleri beslediğini gösteriyor. Kadim şiirin sadece bedii zevk vermediğini aynı zamanda bir dünya görüşünün oluşmasına vesile olduğunu da hatırlatıyor.
‘Eski’ diye küçümsenen, anlaşılmıyor’ diye iftira edilen Divan şiirimiz, sınırsız ölçüde haksızlıklara uğramıştır. Hüseyin Yorulmaz sağlam bir kalem erbabıdır. Hakikaten soy ismine layık tarzda yılmadan, yorulmadan, gına getirmeden bu muhteşem edebiyatın bulunduğu deryaya dalıyor, inci mercan hakikatleri çıkarıp sunuyor. Hakikatin, iyiliğin, güzelliğin peşinden koşanlar, bu kutlu çabayı takdir etmeli, üstün hizmeti görmeli, sahibini yürekten alkışlamalıdır.
Eseri satır satır okudum. Yazar, sadece bu edebiyata aşina olanlara hitap etmiyor. Eski/mez şiirimizin kenarından geçmemiş olanlara da davette bulunuyor. Onlara şairlerimizi tanıtıyor, şiirimizi sevdiriyor ve ihmal edilmiş renkli bir dünyanın keşif yolculuğuna herkesi çağırıyor. Eserin başına alınan, Sabri F. Ülgener’in şu sözleri sarsıcıdır: “Çağın insanını yeni baştan kurma ve şekillendirmede araştırıcı sanat tarihinin başka dalları ile beraber edebiyat tarihini de (halk edebiyatı, divan edebiyat vs.) yanı başında bulacaktır.”
Müellifimiz “Bin yıllık kültür atlasımızda yer alan şairlerimizin kimi beyit ve mısraları arasında seyahate çıktık.” diyor. Ama ne yolculuk! 140 sayfa içinde Âdemoğlunun devr-i âlemi… “Eskiden şiir toplum hayatımızın her kademesinde vardı ve toplumun çoğu kesimi şiirle haşir neşirdi.” diyen Yorulmaz, devam ediyor: “Bunun için âlim olmak gerekmiyordu, ârif olmasının yolu herkesin önünde açıktı. O yolda yürümek gerekiyordu sadece. İşte bu insanlar yerine göre meramını atalar sözü gibi bir şiirle taçlandırarak duygu ve düşüncesini ifade etmeye çalışırdı. Bazen cami kürsülerinde ve minberde görünürdü bu, bazen de tezgâhının başında müşterisine mal satan esnafın dilinde. Kimi zaman muallim çocuğu eğitirken söylerdi, kimi zaman da yaşlı kadınlar çevrelerine toplananlara mesnevi okuyarak.”
Sayfalar boyunca şiirler, şairler, şehirler ve asırlar arasında mekik dokuyoruz. Farklı çağlarda eserleriyle hüküm sürmüş söz sultanları olan şairler arasındaki ruh akrabalıklarına şahit oluyoruz. Farklı söyleyişlerde aynı mananın nasıl tezahür ettiğini görüyoruz. Girdiğimiz gül bahçesinin bülbülleri arasında kimler yok ki: Ahmed Yesevi, Yûnus Emre, Nail-i Kadim, Fuzuli, Nâbi, Sabit, Keçecizade İzzet Molla, Şeyh Galip, Taşlıcalı Yahya, Ziya Paşa, Yahya Kemal, Dertli, Leyla Hanım, Nergisi, Hersekli Ârif Hikmet, Abdülaziz Bekkine, Fethi Gemuhluoğlu… İnsanoğlunun meziyetleri, zaafları, hususiyetleri mısralara nasıl aksetmiş? Şiirlerde ne güzel anlatılmışız.
Seçilmiş izahlı mısralar güldestesi ile bambaşka âlemlere doğru seyahat ediyoruz. Kitapta bahsedilecek hususlar çok ama yerimiz sınırlı. Yazarımızın orijinal tespitleri var. Mesela büyük şairlerin kurduğu mektepler/ekoller… Bu kurucu sanatkârlardan biri de hikemî şiirleriyle tanınan Nâbi’dir. O kısmı okuyalım: “Nâbi Mektebi’ni biz ‘üniversite’ olarak kabul edersek, tarihî süreç içerisinde bir takım fakültelerden ve bu fakültelere bağlı bölümlerden söz edebiliriz. Urfalı şair, bu mektebin/üniversitenin tartışmasız kurucu rektörüdür. Bu üniversite Alaaddin Sâbit, Koca Ragıp Paşa, Sümbülzâde Vehbî ve Ziya Paşa gibi fakültelerden oluşur. Söz konusu fakültelere bağlı Seyyid Vehbî, Diyarbekirli Hâmî, Çelebizâde Âsım Efendi, Arpaeminizâde Sâmî, Haşmet, Antakyalı Münif, Yenişehirli Avnî, Keçecizâde İzzet Molla, Muallim Nâcî, Hersekli Ârif Hikmet gibi bölümler vardır. Şüphesiz bu bölümler İzzet Ali Paşa, Kâni Efendi, Fıtnat Hanım, Selim, Vecdî, Lem’i gibi kürsülerden meydana gelir. Bugün bu şairlerin etkileri ve geride bıraktığı izlere dayanarak böyle bir tasnifin yapılması yadırganmamalı. Belki bakış açımıza ve bulunduğumuz yere göre bölümler ve fakülteler, hatta kürsüler yer değiştirebilir. Ama hepsinin de ittifak üzere Nâbî’nin tartışmasız otoritesi hiçbir zaman değişmez.” Hayatımıza şiiri katarsak güzelleşir.