Kemalist Tanrı’nın Komedisi

Oh, sevgili Türkiyem, canımın içi, Kemalist rejimin kutsal mabedi! Anayasamız, o mukaddes metin, sanki gökten inmiş bir vahiy gibi, ilk kelimesinden son harfine kadar Mustafa Kemal’in kutsal nefesiyle yazılmış.

Vatandaş mı? O, sadece bu ilahi senfoniye uymakla yükümlü bir figüran. Anayasa dediğin, vatandaşın devlete karşı kalkanı olurmuş, hani nerede? Bizde anayasa, Kemalist tapınağın kurallarını milletin kafasına vura vura öğretmek için yazılır. 1924 mü? Hah, o bir istisnaymış gibi davranılır ama gerçekte o bile bir tiyatro sahnesiydi. Mustafa Kemal, “Hadi bakalım, şu anayasayı bir yazalım,” demiş, atadığı tiyatrocular da alkışlarla onaylamış. Al sana Türkiye Cumhuriyeti Anayasası! Ne ala memleket, değil mi? Ama dur, sakın ha, buradan M. Kemal’e laf çakıyorum sanma! Ben sadece manzarayı resmediyorum, tuvale fırça sallıyorum. Mustafa Kemal, belki birkaç yanlışı görüp düzeltmek istedi, ama ömrü yetmedi.

Sonra?

Sonrası tam bir trajikomedi! İsmet Paşa geldi. Ne oldu peki? “Geldi İsmet, gitti kısmet!”, Hak, hukuk, özgürlük, eşitlik, üretim? Hepsi birer masal. Türkiye, Orwell’in “Hayvan Çiftliği”ne döndü; ama domuzlar bile bizdeki kodamanlara bakıp “Yahu, bu kadar da olmaz!” dedi. Yurttaş dediğin, İnönü ve tayfasının gözünde “kıçı yamalı Hassolar, Hüssolar” ya da “öküz Anadolulu”dan ibaret. Ne namus, ne şeref, ne haysiyet… Bunlar, rejimin elitlerinin lügatinde yok.

Sonra Batı bastırdı, “Hadi biraz demokrasi oynayın,” dedi. Çok partili sisteme geçtik, ama o da ayrı bir vodvil. Tepede yazılı tanrımız, faşist anayasa, bir sopa gibi duruyor. Kıpırdayanı darağacına; Başbakanı, Bakanı demeden asıyoruz. Gençleri asıyoruz, asamadıklarımızı infaz ediyoruz, infaz edemediklerimizi birbirine kırdırıyoruz. Ne güzel memleket, değil mi? Milletin kırılıp dökülmesi kimin umurunda? Kemalist rejimin kodamanlarının tavuğuna “kışt” diyen mi var? Asla!

Peki, bu curcunada ne üretiyoruz? Marka! Ama ne marka! Batı’nın sanayi devrimine, patent yarışına gerek yok; biz siyasette marka üretiyoruz, hem de öyle markalar ki, dünya tarihine altın harflerle yazılır. Güneş Motel? Tuncay Mataracı? ANAP’ın prensleri? Süleyman Demirel’in “ailem” dediği hırsızlar, vurguncular, banka hortumcuları? Mustafa Sarıgül’ün renkli dünyası, İSKİ skandalının efsanevi kokusu, Murat Karayalçın’ın naif dokunuşları… Bunlar bizim yerli ve milli gururlarımız! Batı’nın Armani’si, Gucci’si ne ki? Onlar bizim Muhittin Böcek’in eline su dökemez! Ama dur, asıl bombayı sona sakladım: Ekrem İmamoğlu! İşte dünya ekonomi literatürüne armağanımız: “Belediye Ekonomiciliği”! Bu öyle bir marka ki, İtalyan modacıları, Alman mühendisleri, Japon teknoloji guruları toplansa, böyle bir fırıldak üretemez. Ekrem, adeta bir sihirbaz; bir elinde ihale, diğerinde algı, hop, ortaya bir marka çıkıyor! Mustafa Sarıgül desen, dünya parlamentolarında onun karizmasına rakip çıkmadı, çıkamaz da. Hırsızlar, akbabalar… Bunlar bizim global çapta patentlerimiz.

Ve tüm bu şaheserleri kime borçluyuz? Tabii ki Kemalist rejime ve onun kutsal anayasasına! Hadi, biraz daha ileri gidelim. Batılı gibi ekonomi döngüsü kuralım, özgür düşünce üretelim, toplumsal devinim yapalım dediğimiz an, ne oluyor? Karşımıza anayasa tanrısını dikiyorlar: “Anayasal düzeni yıkmak!” diye bağırıp ebemizin don lastiğini bile suç aleti yapıyorlar. E, sen bana bu oyunu oynarsan, ben de sana Güneş Moteller, Çörtükler, Tuncay Mataracılar, Ekrem İmamoğulları üretirim. Ne sandın? Türk’ü köşeye sıkıştırırsan, o kendi çaresini bulur. Son 50 yılda öyle markalar yarattık ki, Batı’nın sanayi devrimi halt etmiş yanında. Peki, bu kader mi? Bu kutsal Kemalist düzen, bu rejim keneleri, bu anayasa tanrısı hep başımızda mı olacak? Tanrım, bize bir yol göster! Musa aleyhisselamı mı gönderirsin, yeni bir “On Emir”le mi gelir? İsa aleyhisselamı mı yollarsın, eni bir “Ahit” mi yazar? Yoksa Muhammed Mustafa aleyhisselamı, sağında Hamza, solunda Ali’yle mi salarsın üstümüze? Artık yeter, bu markalaşma şenliğini bitirelim! Özgür Özel’ler, Ekrem’ler, Muhittin’ler üretmekten yorulduk. Bize bir çıkış göster, yoksa bu hiciv bitmez, kalemim durmaz! Hadi bakalım, Kemalistler, Ekremciler, alın size ayna! Öfkelenin, köpürün, ama şu gerçeği unutmayın: Bu memleket, sizin kutsal metinlerinizin gölgesinde bir komedi sahnesi oldu. Ve biz, bu sahnede hem oyuncu hem seyirciyiz. Ne dersiniz, oyunu mu değiştirsek, yoksa bir perde daha mı oynasak?