Kişi Kendine Benzeyenlerle Yol Alır

Kelimenin şemaili, kalbi, yolculuğu nasıl şekillendirip dönüştürdüğünü fark ettiğimden bu yana güzel, ince, asil, zarif, güler yüzlü kelimelerle yol almaya çalışıyorum. Çağın kötülüklerle kemirilmesine inat, ısrarla tutunduğum bir keşif alanı burası. Çevreme de kelimelerin sadece biçimlendiren değil, öğreten bir içeriğe sahip olduğunu anlatıyorum. Güzeli fark edip seçmek, güzel olanla şekillenmek, güzele emek vermek ve nihâyetinde onunla güzelleşmek. Güzele benzemek. Dünyanın oluşumu da böyle bir bilinç taşıyor esasında, verdiğimiz imtihan güzelin yanında saf tutmak üzerine tasarlanıyor ve edebiyatla kurduğu organik bağ bu inşa alanına işaret ediyor. Sonra ince edebiyat emekle, adapla, ahlâkla, edeple, ilimle, bütünleştiğinde kendini gerçekleştirmiş oluyor.

Örneğin sanatı hayatına şerh düşmek isteyen kimse, onun uğruna gezmesinden, uykusundan, uzun yürüyüşlerinden, sosyal medya kullanımından hülâsa boşluklarından feragat edip yüksek bir okuma birikimini arkasına alırken güzele varmak yolunun bir yığın çileden ve zahmetten geçtiğini anlamlandırabiliyor. Var olan kabiliyetlerini köreltmemek için kendini besleyip güçlendirecek güzel kaynaklara müracaat ediyor. Böylece, cümlesiyle birlikte diline, kültür ve sanatına da yatırım yapmış oluyor. Bu gayret bin bir çeşit renkle, sesle, suretle neşvünema buluyor kâinatta; her dönüş görünür neticelerle olmasa da insana… Bir diğerinin edebiyatı sahnede oyun havası çalıp oynamak seviyesine indirgemesi bu basamakta silikleşiyor, yitiriyor anlamını. Hakikatle bağını sıfırlayan şizofrenik hayat öyküleri, bir gerçeğe bin yalan katan kurguların; de’lerin, ki’lerin kullanımından yoksun, yoksul kelimelerle edebiyatı mütemadi bir sömürme aracına vesile tayin etmeleri kaliteli, samimi duruşlar karşısında yitiriyor anlamını. Hakiki üretimi gölgeleyebilmek adına çalışanın/üretenin/farkındalık kazandıranın hayatında bulduğunu sandığı ufacık bir boşluğa, örneğin çocukluğuna, örneğin ilk gençliğine, örneğin geçmişte bıraktığı bir ağrısına, hayatının herhangi bir cüzüne taş attığını zannetmesi yitiriyor anlamını, çaresizliğin hissedarı her taş atana geri dönerek başka bir uzvunu yaralamak dışında işe yaramıyor. Tuhaf gelse de değil, dünyayı kavradığını zanneden o küçücük pencerelerde başarabilmiş, kendini gerçekleştirebilmiş, üretimi şiar edinmiş insanlara, sığ aklıyla mazeret bulmaya çabalayanların çoğaldığı bir çağ burası.Herkes kelimeleriyle bakıyor dışarıya ve kurgusal uzaklara sığınanlar yazık ki güzeli de bir kurgu dünyası üzerinden değerlendirebiliyor ancak. Oysa dünün anlattıklarıyla avunmakyahut dünle baltaladığını sanmak bugün yeşertilen hiçbir şey olmamasından kaynaklanıyor.Çıkılamayan kürsülerin, duyurulamayan seslerin, şiir parçalarının geçer akçe olmadığı sahnelerin, gençlerin yaralarına şifa olmak için bulunamayan yolların, ezcümle kendisine bile yardımı dokunamayan ruhların acısı olan bu çığlık, bu sığ perspektif, kültürünü, okuma birikimini, hayat felsefesini de ortaya koyuyor kişilerin. Fakat artık dünya kendine itimadı olmayan o ürkünç seslerin üzerinde yükselmeye çabalayan sözlere değil, eyleme bakan bir yerde konuşlanıyor. Dolayısıyla aynada buharlaşıp yiten mecalsiz bir soluk uğruna kendi kıymetini kenara itenlerden olmamak güzel… Kendini, Rahman’ın sunduğu canı fitneye boyayanların terazisinde tartmamak hayırlı... Değil mi ki mürekkebini ruh ırmağından alan Ataullah İskenderî hatırlatır Gelin Tâcında; “en cahil kimse kendisinin kimliği hakkındaki kesin bilgisini bir yana bırakıp insanların kendisi hakkındaki görüşlerine itibar edendir (s. 84)”. Kişinin yürüyüşü onun en kadim şahitçisidir ve yerdekilerle göktekilerin ikrarına bu şehadet yeter.

Eylemin öncü olduğu bir çağda güzeli seçmek, onunla yan yana yürümek, kendini güzelliklerle tezyin etmek ve onu sabitlemek büyük konfor. Güzel kelimeleri, temaları, arkadaş ve ortamları kendine yol kılabilmek, güzellerle özünü yükseltmeyi hedeflemek hayatın çekirdeğine yaklaştırır insanı. Orada yapaylığa, görünür kılınabilmek adına başkasının gölgesinde var olmaya, tek marifeti dünün yaralarıyla oyun hamuru gibi oynamak olanlara yer yok. Orada çığırtkanlığa, samimiyetsiz gösterilere, kâğıttan dostluklarını bile gizli düşmanlıklar üzerine tesis edebilmiş kötülük ehline, orada hakikati ve terakkiyi baltalamak için uydurulmuş bahanelere, ama’lara, lakinlere, fakatlara yer yok. “Öyle kimseler var ki onlar söz konusu olduğunda güzel söylemek ne mümkün” sancısını çekmek yok orada. Byung-Chul Han’nın “güzel” olgusunu yeniden düşünmeye davet eden kitabı Güzeli Kurtarmak geliyor akla, onu kurtarmaya çalışırken onunla kurtulmak; “Adalet, güzel bir birlikte olma durumudur.”

Kişi kendine benzeyenlerle yol alır. Bir aynaya bakar gibi bakar yakının gözbebeğine. Orada imanı, yaralarını dönüştürebilmeyi, orada bir değişim ve gelişim kudretini bulur. Kişi kendisine benzeyenlerle yol alır; kalbine benzeyen kelimeleri tutup çağırır çağının içinden, o kelimelere benzeyen insanını tanır. Kişi kendisine benzeyenlerle yol alır ama bazen Ayfer Tunç’un Kapak Kızı kitabında ifade ettiği gibi “hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaşlar yeni yola uymuyordu (s. 50).” der de kendini tekrarlayanı, “ben” merkezinden ayrılamayanı, yoranı, hatıralarda bırakır. Kişi kendisine benzeyenle yolalır, fark etmez bazen de benzettiğinin güzelliğine benzemektir muradı…

Selam ile