Bilindiği gibi sufilik düşüncesinde ruh bedene hapsedilmiştir. Ruh bu nedenle dünyada sıkıntı içindedir.
Ayrılık hasreti taşımaktadır. Bu ayrılık ya ölümle veya fena ile son bulur.
İnsanın içinde bulunduğu bu sıkıntı hali, Hıristiyanlıktaki (özellikle Agustinousçuluktaki) umutsuzluk hali gibi değildir.
İslam dininde bu sıkıntı "beyne havf ve reca" yani korku ile ümit arasında olmak şeklindedir. "Havf ve reca" hali kişinin kendine güvenini sağlar. Ne tam emin, ne tam ümitsiz.
Mevlana Mecnun ve Devesi arasında geçen bir hikayede bu dünyadaki sıkıntının varoluşsal sürece (süluk) etkisini anlatır.
Hikaye şöyle:
"Bu, Mecnun'la devesine benzer... o, ileriye gitmeye savaşır, bu geriye gitmeye! Mecnun'un sevdası, önde bulunan Leyla'ya kavuşmak, devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak! Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi. Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkan yoktu. Kendisini gözetleyen akıldı... fakat aklını, Leyla'nın sevdası kapmıştı! Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... yularını gevşek hissetti mi, Anlardı ki Mecnun daldı gitti... hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı. Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı. Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, adeta yıllarca tereddüt içinde kaldı. Nihayet dedi ki: Ey deve, ikimizde aşığız ama birbirimize aykırıyız... arkadaşlığa layık değiliz! Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da. Senden ayrılmak gerek! Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada...tenden aşağı inip ayrılmayan ruh, yol azıtır gider! Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... teninse diken aşkıyla deveye dönmüş! Ruh, yücelere kanatlar açmada... ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!"
Deve ile insan bedeninin varoluşa engel olması arasında kurulan ilişki insanın bedensel ihtiyaçlardan arınmadan benliğini ve bilincini yönlendiremeyeceği anlamındadır.
İnsanın farklı varoluşsal eğilimleri olan ruh ile beden arasında sıkışmışlığı aslında bütün yaratılmışlar dünyasında gözlenebilir. Bu insanın kaçınılmaz olarak her an karşılaşabileceği paradoksal bir durumdur.
Mevlana bu insanın içinde yer alan nefs, şühe ve zan gibi sıkıntıyı oluşturan durumların ancak aşk ateşi ile yok edilebileceğine inanır.
Bu varoluş bilincinde olmayı sarhoş olmakla eş değer tutar. Burada sözünü ettiği sarhoşluk aklın verdiği gafletten sıyrılmışlık halidir.
Aklın sınırları içinde düşünmek ve "akıl perdesi"ni aşmak bilincin farklı evreleridir Mevlana için.
'Ben,' aklın esaretinden kurutulunca varlığın bilincine ulaşır. Ona göre akla çok güven iman zayıflığındandır. Bu da kurtuluşa mani olur.
Ümitsizlik iman zayıflığına neden olur. İman zayıflığı da iç sıkıntısının büyümesine neden olur. Böyle bir durumda "aşkın Ben"e ulaştıracak tek şey sabır ve aşktır.
@mustafacevikMC