Büyük bir medeniyet kurmuş olan yüksek karakterli aziz bir milletin evladıyız. Tarih boyunca üç kıtada adaletle hüküm sürmüş şanlı ecdadın torunlarıyız, hamdolsun. Elbette büyük hayallerimiz, destanlarımız, fikirlerimiz ve hatıralarımız olacaktır. Bunları kayda geçirmek, gelecek nesillere emanet etmek en birinci görevimizdir.
Daha önce bu sütunda söylediğim “60 yaşını geçen herkes hatıralarını yazmalıdır.” sözü, şükürler olsun ki karşılığını buluyor. Kültür sanat dünyamızda, fikir âlemimizde ve tefekkür evrenimizde temayüz etmiş pek çok dostumuz, ömrü boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını yazmaya ve kalıcı hâle getirmeye başladı. Şüphesiz bu gelişme, edebiyatımız, irfanımız adına büyük kazançtır.
Geçenlerde arkadaşlarla birlikte Eyüpsultan’daki toplantımızı bitirmiş, Mihmandar-ı Nebi’nin türbesini ziyarete gidiyorduk. Cami avlusunda aşina bir simayı gördüm: Muhsin Duran. Yaklaşıp selam verdim. Yakınlarıyla birlikte şadırvanın önünde ayaküstü sohbet ediyordu. Bizi görünce sevindi, dostlarıyla tanıştırdı. Ayrılırken elime bir kitap tutuşturdu. Kitaba imza istedim; kırmadı, lütfedip imzaladı.
Eve gelir gelmez ilk işim bu eseri incelemek oldu. Hazırlığından haberdardım ancak yeni görebildim. İsmi Almalık-Dihoy Yazıbaşı Köyü Tarihi ve Hatıralar. Akıl Fikir Yayınları’ndan çıkan eseri dikkatle, rikkatle ve hakikaten büyük bir lezzetle okudum. Muhsin Hoca âdeta gönlünün bütün güzelliklerini bu kitapta sergiliyor. Vefasını gösteriyor, yakınlarını anıyor, hayırlı bir işe imza atıyor.
İthaf, kadirşinas bir ruh sahibinin, kadir-kıymet bilen rakik bir kalbin bütün hassasiyetlerini gösteriyor: “Beni bu topraklara bağlayan Atike Nenem, Gara Mehmet Dedem, Hancının Kızı annem, Babam Emin Çavuş ve köyümün insanlarına, bende emeği olan bütün Hocalarıma Fatiha’larla şükranlarımı sunuyorum. Kitabımı, üzerinde çalıştığım beş yıl boyunca hiçbir zaman yardımlarını esirgememiş olan eşim Şevkiye Hanım’a ve aileme ithaf ediyorum.”
1954 yılında Tokat’ın Yazıbaşı (Dihnoy) köyünde doğan Muhsin Duran, doğup büyüdüğü topraklara, memleketine en büyük hizmeti yapmış bulunuyor. Köyünün tarihini gelecek nesillere emanet ediyor. İmamlık, öğretmenlik gibi görevlerde bulunduktan sonra emekliliğini bereketli İstanbul’da yaşayan Muhsin Hoca, bir taraftan düzenlenen pek çok kültür sanat faaliyetine katılıyor, bir yandan kalbinin hilm ve şefkatini, gönlünün zarafetini, fikrinin inceliklerini kaleme döküyor.
“Başlarken” bir hakkın teslimidir: “Bir yerleşim biriminin, bir köyün, bir tarihî mekânın geçmişini yazarak veya belgeselini yaparak orada yaşanmışları, aynısıyla yansıtmak asla mümkün değildir. Çünkü siz o zamanda yaşamadınız, yaşamış olsanız bile yaşayanların hepsiyle beraber olmadınız ki… Onların ne konuştuklarına, ne gördüklerine, ne de yaptıkları işlerine şahit oldunuz. O insanların; duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, üzüntülerini, tavırlarını eserinize nasıl yansıtabilirsiniz? En kolay olanı, ‘Bu iş mümkün değil.’ Deyip vaz geçmenizdir. O zaman da gelecek nesillere dedelerinizden bir eser, bir iz bırakmamış olursunuz.”
Muhsin Hoca kolayı tercih etmiyor ve “Bismillah” deyip kaleme sarılıyor. Arkası geliyor, 448 sayfalık muazzam eser vücut buluyor. Köyün hatırladığı 1960-1980 yıllarını hafızasında biriktirdikleriyle yazan Duran, daha önceki devri de tek tek ziyaret ettiği güngörmüş yaşlı büyüklerinden öğreniyor. Bir bakıma kesif bir ‘sözlük tarih’ çalışması… Onlardan duyduklarını, işittiklerini yazıya geçiriyor.
“Ben bu köylüyüm. Elli yıla yakındır ayrıyım ama bugün hâlâ, o yıllarda çakıyla sapan çatalı yaparken parmağıma kaçırdığım bıçağın başparmağımdaki izine bakıyorum.” diyor. Hatıralarına sadık, özüne, yani hayatına bağlı bir yazar. Tespitleri mühim: “İnsanın iki vatanı vardır; birisi devletinin çizdiği sınırları kapsar. Diğeri de doğduğu, çocukluğunu, gençliğini geçirdiği oba, mezra, köy veya şehirdir.”
“İlkbahar… Haydi çocuklar çiğdem sökmeye!..” Kitap baştan sona bir bayram sevincini, Ramazan coşkusunu andırıyor. Bağlar, çaylar, yaylalar, dağlar bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçip gidiyor. Hasat mevsimi, bağ bozumu, Mahlep ağacı, harman ayı, pilli radyo, su değirmenleri, kışa hazırlık, yayla oyunları, obanın sultanları, çerçiler, Arif Ağa, camiler, çeşmeler, elma bahçeleri, kiler odaları, hıdrellez günleri, envai çeşit giysiler, yemekler, Ramazan ve bayram hazırlıkları, sürüler ve çobanlar, düğün âdetleri, Öğretmen Rıza, ekmek fırınları, köyün şehit ve gazileri, muhiti sarıp sarmalayan manevi iklim, köyün kelimeleri, sözleri, deyimleri, mânileri, mahkûm kitaplar, loş ama içi aydınlık evler. Okumaya doyamadığım bir kitap!
Muhsin Duran, “Ümit ederim ki bu kitap; ekilen bir çekirdek gibi ileride fidan olur, dal budak salan ağaçlar olur. Sonraki nesillerimizin hayal dünyalarını zenginleştirerek çoğalır, meyve veren bahçeye dönüşür.” diyor. Bu samimi temenni, halis bir duaya dönüşür inşallah. İnanıyorum ki yazarımızın hemşehrileri bu seçkin esere sahip çıkacaktır. Belgelik fotoğraflarla süslenen örnek çalışma, Anadolu’da yürekleri fethedecek, benzer kitapların çoğalmasını da sağlayacaktır.