Egemen güçlerin Ortadoğu coğrafyasını bölme isteği yeni değil. Bu planları çok eskiye dayanıyor desek yeridir. Mesela 1991 Irak işgaliyle başlayan, Temmuz 2011'de ise Arap Baharı'nın Suriye topraklarına sıçratılmasıyla devam eden hadiseleri, AYNI AKLIN birer yansıması olarak izah edebiliriz. Lakin planlarını sadece "böl-parçala-yönet" doktrini gereği, petrol, gaz ve iletim güzergahlarına hükmetmek şekline yorumlamak biraz eksik bir değerlendirme olacaktır. Zira KENDİ GÜDÜMLERİNDE İŞLEVSEL bir PKK/PYD/YPG devleti inşa etmeleri ve İsrail'in güvenliği de, tamamlayıcılığı hususunda eş değer nitelik taşıyor.
Hal böyleyken söz konusu hayallerinin dün ve bugün değişmediği gibi yarın da değişmeyeceğini iddia etmek hata sayılamaz elbette. Bunun idraki için Suriye'ye, Irak'ın Kuzeyine ve İran'ın maruz kaldıklarına bakmak yeterlidir. O cihetle ABD yönetiminin "çekiliyoruz" açıklamasına, başından beri hep İHTİYATLA yaklaştık doğal olarak. Günümüzdeki yaşananlar ise "Trump ne derse desin, belirlenen bir sistemin işletildiği" noktasında yanılmadığımızı ispatlıyor.
Çünkü ilan edilen çekilmenin bizim DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ TARZDA SEYRETMEDİĞİNİ, işi ağırdan almaları ve ellerinin daima buralarda dolaşacağını ima etmelerinden kavramak mümkün. Öyle ki Bolton'un "Kürt müttefiklerini koruma şartı" öne sürmesi kadar, sağladıkları binlerce TIR silahın akıbeti hakkında da bir şey söylememesi manidardır. Devletimizin Kürt kimliğine gösterdiği hassasiyet ve bu kimliği terör örgütlerinden nasıl ayrı tuttuğu ortadayken, Trump'un "Türkiye Kürtleri vurursa" ile başlayan son hadsiz tehdidi ise fazla söze hacet bırakmayan cinsten.
***
Anlayacağınız ciddi bir tezgah ile karşı karşıyayız bu dem. Türkiye'nin TERÖR ÖRGÜTÜNE olası operasyonunu engellemek, diğer yandan da maşalarını BELLİ ÜLKELERLE destekleyecek bir plan yaptıkları artık sır değil. Hatta ABD Dışişleri Bakanının; "Sorunları aşabilecek bir koalisyon ve Arap gücü istiyoruz" ifadesi bunu bir nevi teyit etmekte. Tabi MİLLİ ÇİZGİDE YÜRÜYEN ANKARA'NIN ise tüm kurgularını bozabileceklerinin hemen HEPSİ fakında… Hepsi diyorum zira bahsettiklerimiz dışında, kurulacak bir defacto oluşumu tanıyacakları bilinen Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, İngiltere vs. Batılı güçlerin, usulleri farklı olsa da hedeflerinin benzer bir payda da temellendiği kesinlikle yadsınamaz.
Aynı şey Rusya için de geçerli midir bilinmez ama devletimiz açısından buradaki en kritik meselenin Rusya'nın konumu olduğu muhakkak. Şöyle ki direk rejime etki eden Rusya'nın, PYD bağlamında ABD ile aynı noktaya gelme ihtimali kati surette yok sayılamaz. Nitekim bu açık kapıyı gören Bolton'un "Suriye'deki Kürt silahlı güçlerin güvenliği için Rusya'yla görüşebileceklerini" belirtmesi, ABD'nin bahsettiğimiz bir arayışın peşinde olduğuna delalet ettiği açık. Şayet bu gerçekleşirse, bölgenin bir anda farklı bir faza sürüklemesinden ziyade Suriye'nin son şeklini alacağı Cenevre görüşmelerine de yansıması beklenebilir. O sebeple Sayın Cumhurbaşkanımızın Rusya'nın Kommersant gazetesindeki "Türkiye- Rusya işbirliği Suriye krizi için kritik önemde" başlıklı yazısı, sadece bu haliyle bile büyük mesajlar içermektedir.
Hülasa kartların yeniden karıldığı bir fotoğraf mevcut karşımızda… Her şeye rağmen devletimizin hem ABD, hem Rusya, hem de diğer ülkelerle evvela SINIR GÜVENLİĞİMİZ (güvenli bölge), sonrada SURİYE'NİN ÜNİTER YAPISININ KORUNMASI doğrultunda başarılı bir DİPLOMASİ yürüttüğü tartışılmaz. Peki, sadece bu kadar mı? Tabi ki değil… Bir beka konusunu, bir gelecek ideallerini başkalarının inisiyatifine terkedilemeyecek kadar hayati gören Ankara'nın, henüz son sözünü söylemediği malumunuz. Netice de terör unsurlarına müdahale etmediğimiz her günün faturası ağır olacağı gibi belli HASSASİYETLERİ GÖZETEREK yapacağımız operasyonun oyun bozacağı gayet Net… Keza Sayın Cumhurbaşkanımızın New York Times da yayınlanan makalesinde; "Türkiye Cumhuriyeti olarak, DEAŞ ve Suriye'deki diğer terör örgütleriyle mücadele konusunda kesin bir kararlılık içerisindeyiz" ifadeleri bu demektir.
Vesselam…