Sosyolog Georg Sımmel "kültürün trajedisi" tespiti ile insan ruhunu ıslaha ve mükemmelliğe götürecek bilim, teknoloji ve sanatların, tam da başarıları nedeniyle, gittikçe kendilerini var eden amaçlardan uzak düştüklerini vurguluyordu. Bir anlamda Frankfurt Okulu'nun "araçsal akıl" eleştirilerini de çağrıştıran bu okuma hayli erken sayılacak bir dönemde dile geldi. Bugünü deneyimleme ve gözlemleme imkanına sahip olsaydı Sımmel, muhtemelen "kültürün ölümü", ölüm nedenleri ve ölüme gidiş süreçleri üzerine otopsi yapıyor olacaktı. Modern hikayenin isimlendirmede güçlük çektiğimiz dönüşümünden, radikalleşmesinden, kopuşundan, sosyal- ekonomik-siyasal-teknolojik evriminden hareketle kültürün ne tür bir zombileşmeye maruz kaldığını, sosyal bir fosile dönüştüğünü ifade edecekti.
Toplumun amaçlı bir eylemin nesnesi olarak devletin elinde şekillenecek balmumuna indirgendiği süreçte kültür imalatı için devletin pek çok plan, proje, strateji işe koştuğunu, eğitimden sanata, mimariden kılık-kıyafete total bir mühendislik ameliyesi yürüttüğünü biliyoruz. En kaba totaliter uygulamalarından en soft örneklerine değin bu hiyerarşik imalat sürecinin tüm motivasyonuna rağmen başarısız kaldığını acı şekilde tecrübe ettik. Tecrübe ettiğimiz şey yeni olanın, arzu edilenin, kurgulananın gerçekleştirilememesidir. Ancak daha acı ve trajik olan ise eskinin yitip gitmesi, işlevsiz ve itibarsız bir şekilde savrulmasıdır. Modern hikayenin bir başarısından bahsedilecekse o da eskiyi tasfiye, tahkir ve tezyif etmedeki had bilmez cüretkarlığıdır. Dolayısıyla formasyon kazandırmada yetersiz deforme etmede pek mahir işleyen süreç yapıcı değil yıkıcı niteliğiyle önümüzdedir. Süreklilik ve değişim nitelikleriyle tanımlanabilecek olan kültür, çözülmeler, garip eklemlenmeler ile frankeştaynvari bir türediye dönüşüyor.
Bugün itibariyle küresel ilişki ağında 'kültürel değerler hiyerarşisi çökmüş' vaziyettedir. Kültürün istikrar merkezinin biteviye kundaklandığı bir sürecin işler halde olduğu önümüzdedir. Fukuyama'nın "tarihin sonu"ndan mülhem kuşaklar arasında aktarımda yaşanan tıkanıklık nedeniyle, yeni neslin önceki nesle ve deneyimlerine ihtiyaç hissetmemesi nedeniyle bu duruma "kültürün sonu" diyebiliriz. İnsanın kültür ile varlık ve mana bulduğu dikkate alındığında yaşanan sürecin nasıl küresel bir soruna, kasvetli bir post-modern insanlık durumuna işaret ettiği görülecektir.
Böyle bir vasatta yapılan "Kültür Şurası"nın açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan "konuya ilişkin uygulanabilir proje istiyorum ve takipçisi olacağım" şeklinde haziruna hem bir çağrı hem de bir itirafta bulundu. Çağrı ve itiraf daha önceden de "eğitim ve kültür alanında başarısızız" şeklinde dile geldiği gibi şimdi de alana ve alanda yaşananlara karşı ne yapılacağına dair çaresizlikte karşımıza çıkıyor. 15 yıldır iktidarda Cumhurbaşkanı'nın bu çağrısı hem karşı karşıya olduğumuz sorunun karmaşıklığını hem de siyaseti ziyadesiyle aşan karmaşık boyutlarını işaret ediyor. Diğer yandan siyaset-toplum arasındaki ilişkinin doğasına ilişkin trajik imaları barındırıyor: Normalde toplumun siyasete uygulanması için çözüm ve öneri götürmesi, bu yönde baskılaması ve yönlendirmesi gerekirken bugün siyaset topluma çağrıda bulunuyor ve uygulanması için öneri ve proje talebinde bulunuyor. Bu durum bile kültür mevzusunun ahvaline dair çarpıcı bir örnektir.
Cumhurbaşkanının çağrısından da anlaşılacağı üzere mevzuya ilişkin toplumsal bir hayatiyet belirtisi mevcut görünmüyor. Bırakın projesi-talebi-önerisi olmayı konuya ilişkin gözetilen bir hassasiyet, bir derin tefekkür de mevzu bahis değil.
Kültürün bir gösteri metasına dönüştüğü, tüketim pazarında vitrine yerleştirilen albenili bir ürün olduğu ortadadır. Küresel cangılın karmaşasında yeni tatlar peşinde koşan dimağların beğenisine sunulmuş bağlam bağımsız yüzergezer çerezi hükmündedir. Kültür ve kültürel ortam Bauman'ın ifadesiyle yerele mahkûm olanlar için zincir, turist halinde mekanla bağı kayıtsız hale gelmiş kişiler içinse tüketilecek bir çeşniye dönüşmüştür. Dün devletin kıskançlıkla tekeline aldığı, gözetleme ve disiplin üzerinden biçimlendirmek istediği süreç bugün yeni tarihsel-toplumsal dinamik ve ilişki ağıyla birlikte başka bir noktaya evrilmiş vaziyettedir. Alternatif varoluş biçimleri ve iddialarından ziyade "ne olsa gider"in aymazlığında sürüklenen nevzuhur bir anomi ile karşı karşıyayız. Sosyalizm, Liberalizm veyahut başka bir anlamlı seçeneğin kitlesel anlamda etkileyiciliği bir spor-magazin figüründen fersah fersah geridedir.
Artık meydanlarda yasaklanıp yakılacak kitaplar yok. Gençlerin aklını ve ahlakını bozan muzır fikirler de yok. Hepsi serbest, hepsi orta yerde. Lakin ilişki ağında böyle bir gereksinimi mümkün kılacak bir vasat yok. 'Kültürün sonu' dalgası Justin Bieber üzerinden geliyor, onun ilişki ve yaşam stili üzerinden geliyor. Tüketim kalıpları üzerinden geliyor. Hassasiyetler, öncelikler burada biçimleniyor. Ahlakı, hissi, hissiyatı görünmez kılan, görünmez kıldığı için de biçimselliği fetişleştiren bu dalga karşısında uyanık olmak, siyasetçe de teyit edilen itiraf ve çaresizliği de dikkate alarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmek mecburiyetindeyiz.