Küresel Kıtlıkta Hitleşmeler, Kitschleşmeler ve Hiçleşmeler

Tarihi epey geçmiş haberlerden birinde şöyle yazıyor: Rönesans döneminin en önemli eserlerinden biri olan Mona Lisa'yı tanımayan, bilmeyen neredeyse yok gibidir.

Mona Lisa’yı tanıyan ve bilenler”denseniz bu görüşe muhtemelen katılıyorsunuzdur. Zaten haber de tabloya dair lâf-ı güzaflı tartışmalardan biri. Bu da tanıyan ve bilenlerin tabii karşılayacağı bir rutin. Dünyada haberiniz olmasa ayıplanacağınız bazı -Amerikan Başkanı, Shakspeare, Mona Lisa vs gibi- konuları, çağın ‘ortak’ dilini kullanmadan izah etmek öylesine zor ki. Bu anlaşılması güç duruma şu şekilde yaklaşmayı deneyelim:

Mona Lisa, efsane ressam Leonardo Da Vinci’nin şaheseri kabul ediliyor. Dünyanın -bir istisna olarak- yüzyıllarca modası geçmeyen en önemli hit’i olduğunu etrafınızdan okuyabilirsiniz. Ve en önemli kitschleşme ve klişe örneklerinden biri…

Hit: Liste başı. (TDK Sözlüğü)

Kitsch (kiç): Sanatta ve yaşamda ucuz taklit, özenti, estetik ve sanatsal üretimin yetersiz ve fason tekrarı, abartılı tekdüzelik. (Kolektif tanım)

Klişe: Basmakalıp (söz, görüş vb.). (TDK Sözlüğü)

Bu kelimelerin pratik yaşamda da önemli karşılıkları var. Hit; popüler kültürün demirbaş kelimelerinden biri. Kitsch; gündelik hayatta neredeyse hiç bu isimle anılmamasına rağmen, sanayileşmeden bu yana burun buruna kaldığımız her türlü “eğlencelikler” olarak tanımlansa yeridir. Klişe’den kasıt ise çoğu kere aynı iletişim unsurlarının sürekliliği ve tekrarı olması.

Yukarıdaki cümleleri çağıran bir kitap kapağıydı aslında. Kitap; sanat ve fikir alanındaki hukuksal düzenlemelerle ilgili akademik bir çalışmaydı. Ve sanki sanat nerede ise Mona Lisa da orada olmalıymış gibi, yine kapağın tam ortasına kurulmuştu. Kapak ironisinin ilgi çekiciliği dışında, kendisiyle alıp veremediğimiz olamazdı elbette. Tasarımcı da bu ezberden mesul sayılmamalıydı. Onu Mona Lisa temalı çalışmaya iten toplum algısındaki her türlü güdümleyici sorgulanmalıydı.

Yakın tarihin en güçlü görsel taşıyıcısı medyanın sanat denildiği anda Mona Lisa’yı dayatması; hakkında çıkan spekülasyonlara, dünyanın en pahalı tablosu oluşuna, dahiyane tasarlanmış altın oran denklemine, sergilendiği Paris’teki Lourve Müzesi’ne uğrayan milyonlarca ziyaretçinin yarısının onu görmek için gelmesine, 20. yüzyılın en büyük sanat hırsızlığının öznesi olup kazara büyük şöhrete dönüşmesine, bilinçaltı mesajlar içerdiği iddiasına, 19. yüzyıldan bu yana farklı formlarda ve bilhassa komik hâllerde binlerce kez taklitlerinin yapılmasına, pop-art teması olmasına bağlanabilir mi? Mümkün.

Elbette dahası var. Aktüel haber denilince araya bir iki tane “gizemi”ne dair haber sıkıştıran yerli medyanın Mona Lisa sendromunu; resim ve ressam hakkında hiçbir şey bilmiyorsa Mona Lisa’yı biliyordur mantığı, dünyanın en çok satan kurgusal gizemlerle dolu romanlarından birinin başkarakteri olması, sinemadaki sanat temalı filmlerde bile binlerce kez kast listesine alınması, gülüyor mu gülmüyor mu, kadın mı erkek mi, Da Vinci mi değil mi, parmak izi ve fırça darbesi olmadan nasıl yapılabildi sorularının bir türlü cevap bulamaması ile açıklayabilir miyiz? Belki.

Mona Lisa, onu ortaya koyan eli ve o elin hedefini aştı ve alakalı ya da değil her türden etkinliğe malzeme olarak başlıca fenomen ve meta hâline geldi. Onun azımsanan bir kitcsh kalıbına dönüşmesi de bu yüzdendi. Böylece alabildiğine indirgenmiş şöhretli bir sanat eseri yüzünden, sanatın popüler tanımlaması da indirgenmiş bir kısırlığa hapsoldu. Yoksa, sanat ve fikir özneli yasalarımız hakkında bilgilendirirken, niçin Mona Lisa’yı sembol olarak seçme zorunluluğumuz olurdu ki?

Klişeler, hitler, kitcshler ne kadar hafife alınırsa alınsın zamanla kültür bütünlüğüne dâhil oluyor. Bizler ‘moda’ ve ‘pop’ diktasına kapılıp giderken, kadim kültürümüz zamanın aşındırıcılığında erozyona uğruyor, büyük darbeler alıyor ve küreselleşiyor. Yalnızca bizim değil, dünyadaki neredeyse bütün kadim kültürler bu erozyon ve darbenin muhatabı.

Çağın kültür homojenliğine ve beraberinde gelen değişimlere engel olmamız ne yazık ki “zorunlu tüketim” çağında mümkün görünmüyor. Ferdî dirençle kökleriyle bağını kopartmadan, insanî ritmi koruyarak zamaneliğe karşı doğru misal olmak ve direncin devamlılığı ile çoğalabilmek imkânsız değil. Belki o zaman sanat denilince izdüşümleri üzerinden yaşamaya devam eden, şiir, tezyinat (tezhip, minyatür, ebru), mimari ve musiki dallarındaki şaheserler hatırlanarak sembolleşir. Böylece Karamemi’yi, Matrakçı Nasuh’u, Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’yı, Buhurizâde Mustafa Itrî’yi daha yakından tanımış oluruz… belki.