Lümpenleşme

Epeydir bir lümpenleşme süreci yaşadığımız dile getiriliyor. Lümpenleşmenin her şeyden önce bir toplumsal kalite kaybı olduğunu ifade etmekte fayda var. Zira lümpenleşen kimi tavırları gözlemlediğimizde, kimilerinin bu tavrı "hak arama" gibi bir yanlış bilinç üreterek tanımladıkları gözden kaçmıyor. Çünkü bu tavırlar, olabildiğince pragmatist, kaba güce dayalı ve etik arkaplan gözetmiyorlar.

Benim açımdan, toplumsal tavırları en iyi gözleyebileceğimiz alanlardan birisi bizzat bizi kuşatan sosyal çevre ise bir diğeri de sosyal medyadır. İnsan sosyal çevresinde, etrafında gerçek insan olduğundan hareketlerini az çok kontrol etme gereği duyuyor. Ancak sosyal medyada insanın (muhatabının) fiziki varlığının olmayışı, orada kendini ifade etmek isteyenlere ilginç bir cesaret veriyor. Çokça kullanılan "klavye kahramanlığı" sözü bunu ifade ediyor olsa gerek.

Sosyal medyayı lümpenleşme açısından irdelemeden önce, toplumda lümpenleşme davranışlarının yükselme sebeplerine dair bazı analizler yapmalıyız. Birincisi, ciddi anlamda meydana gelen şehirlere ve metropollere göçler. Bu göçler birkaç bakımdan lümpenleşmeyi besliyor. Göçler şehrin periferisine yığınak yapmaya devam ederken, yaşanan mahrumiyetler -ki şehir buna dair karşılaştırmaların yakın yapılabileceği fiziksel karşılaşmayı sağlıyor- bir arabeskleşmeyle birlikte lümpenleşmeyi de besliyor. İkincisi, şehir yeni misafirlerini şehrin kurallarına göre çerçevelemeye yetişemediği için, arada kalmışlık hali olan lümpenleşme yaygınlaşıyor. Tabii ki göçün otomatik olarak lümpenleşmeyi ortaya çıkardığını söylemeye çalışmıyoruz.

Diğer yandan lümpen takımları, toplumdaki farklı dini, siyasi odakların yönlendirmelerine son derece açık bir "güç" olarak ortada durmaktadırlar. Yaşadıkları mahrumiyet, popülerlik, pragmatist tavırlar, bilgisel ve etik altyapıdan yoksunluk, onları kolayca sosyal hareketlerin birer nesnesi haline getirebilmektedir. Bu anlamda birçok farklı güç odağının bilerek ya da bilmeden lümpenleşme tavrını desteklemeleri söz konusu olabilmektedir. Yine toplumda yatay ve dikey mobilizasyonda öngörülebilirlik ile birlikte eğitim, kültür vb. alanlarda yaşanan nitelik kayıpları, lümpenleşmeyi besleyen diğer faktörlerdir.

Şimdi sosyal medyada genel tavırlar ve söylemler üzerinden bir analiz yapmaya çalışalım. Sosyal medya, ahlaki ilkeler çerçevesinde kişilerin görüşlerinin kamuya açılabileceği sanal mekanlardır. Kamusal bir mekan olarak sosyal medya çoğulcu olmak durumundadır; yani herkesin farklı düşünme ve bunları dile getirme hakkı bulunmaktadır. Tam da bu noktada iki problem göze çarpmaktadır. Birincisi, kendisinin dışındaki fikirleri tehlikeli bulma eğilimi. Söz gelimi; birisi dindarca bir fikri, diğeri de tam tersi bir düşünceyi savunabilir. Fakat farklı düşünceye karşı, "şöyle düşünmeyenler haindir" türünden ifadeler tartışmayı anlamsızlaştırır. Bir başka tavır da küfür ve hakaret içeren ifadeler kullananlardır ki, ortalama bir ahlaki kuralı hiçe saymaktadırlar. Bu tavırların sonunda çıkan şey nedir? Tartışmanın yokluğu ve bir kalite kaybı.

Özellikle dini bir argümanı doğrulamaya yönelik tavır alışlarda, hakaret ve itibarsızlaştırma söylemlerinin savunulmaya çalışılan din açısından olumsuz bir boyuta döneceği düşünülmüyor mu? Halbuki dini ve ideolojisini önemseyen herkesin, onu üsluplu bir biçimde dile getirmesi, en başta kendilerine dair olumlu bir fikir verecektir.

Yine "biz ne söylüyorsak odur" türünden kabadayılık içeren söylemler de lümpenleşmenin bir başka göstergesidir. Halbuki "fikrini söyle ve geri çekil"; kabul eden eder, etmeyen etmez. Düşüncemizi ve kendimizi bir de bu yönden önemsemeyi düşünelim derim.