Mevcudu inşa vizyonuyla didikleyecek nazarlara muhtacız

0

Tarihin gerçekten de kritik dönemleri vardır. Üst-üste binen geniş ölçekli hadiseler kendinden sonraki dönemleri belirleyen niteliğe sahipler. Böylesi bir kırılmanın içinde yol aldığımız genel kabul artık. Gramsci'nin ifadesiyle "eski bittiği ve yeninin de belirmediği" bir aralıktayız. Bu durum modernleşme tecrübesi sancılılarla dolu olan Türkiye için olabildiğince vaatkar bir vaziyet yaratıyor. Zira emperyal boşluğu doldurmaya meyyal tarihsel-kültürel hafızamızhala diri. O yüzden boşluğu doldurmaya matuf söylem hem söyleyenleri hem de söyleme muhatap olanları ziyadesiyle hoşnut kılıyor. Küresel ölçekte iddia sahibi olmak hepimizin arzusu şüphesiz. O halde iddiayı ve arzuyu meşru ve mümkün kılacak ahvale bakmak gerekiyor. Gerçekliğimiz ile arzularımız, ufkumuz ile rutinimiz arasındaki mesafede vaziyetimizi görmek mümkün olabiliyor.

Size bu vaziyetimizi test edebilme, ahvalimize ayna tutabilme imkanı verecek sıcacık bir hadiseyi hatırlatmak isterim. Basına da yansıyan bu haber gündelik rutinimize, bürokrasimize dolayısıyla da devletimizin işleyişine, meseleri yorumlama ve tartışma düzeyimize, eğitim sistemimize, eğitim fakültelerimize, lisans eğitimimize ilişkin ziyadesiyle veriyi içinde barındırıyor.

3 Nisan 2017'de basına yansıyan habere göre "öğretmenlerin bilgilerinin güncellemesini yapmaya başlayan MEB, Trabzon'da öğretmenlik yapan R.G.S.'nin, çıkış belgesi üzerinde tarih ve sayı olmadığını belirledi. Bakanlık bunun üzerine 19 yıllık öğretmenden diplomasını yeniden göndermesini istedi. S., Ankara'dan fakslanan çıkış belgesini çalıştığı okul müdürlüğüne verdi. Belgeyi inceleyen İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü evrakın sahte olduğunu belirledi."

Olayın sahte bir evrak meselesi olduğunu söyleyip geçiştirmeyelim hemen. Sahte diplomayla MEB'de 19 yıl boyunca öğretmenlik yapan R. G. S., Başbakanlık tarafından 2005'te "yılın öğretmeni" seçilmiş üstelik "yılın öğretmeni" ödülünü de dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden almıştır. 11 yıl görev yaptığı okuluna müze de kazandıran R. G. S., aynı zamanda 1997'de Erzurum'da valilik ve bakanlık tarafından da "aylıkla ödüllendirme" ve "başarı belgesi" ile ödüllendirilmiştir.

Sansasyon peşindeki medya gibi dikkati yüzeydeki perdede tüketerek olayı geçiştiremeyiz. Geçiştiriyoruz ya neyse. Geçiştiremeyiz zira, benzer pek çok hadiseyi duymuş birisi olarak-hatta benzer hiç bir hadiseyi duymamış olsam bile- söz konusu hadisenin sistemin işleyişine ve ahvaline ilişkin gözardı edilemeyecek bir alarmı çaldığını görüyorum. Geçiş töreninde kralın çıplak olduğunu gören, bilen herkesin kollektif yanılsamaya razı geldiği durumda hesapsız-kitapsız "kral çıplak" diye bağıran çocuk gibi bu hadise de olanı biteni önümüze bırakıverdi.

Şimdi yüzleşilmesi, cevap verilmesi gereken hayli soru var. Herkesin sorduğunu sorarak başlayalım: Sahte belgeyi 19 yıl boyunca bilmeyen bürokrasinin ahvali nicedir? Hadi diğerini de soralım: Sahte evrakı veren sahte öğretmen bunu nasıl yapabildi?

Peki işin dedektiflik kısımlarının dışına çıkalım şimdi. Birlikte şunu düşünelim ve sahip olduğumuz bilgiyi lütfen diğer alanlara da transfer edebilelim. Edebilelim ki vaziyetimiz iyice netleşsin-berraklaşsın. Öğretmenlik formasyonu olmayan bir kişi idari bir işlemin neticesinde tesadüfen açığa çıkabiliyorsa o sistem nasıl bir sistemdir? Yani lisans eğitimi almamış, pedagojik formasyonu olmayan kişi sistemde rahatlıkla iş yapabiliyor hatta aldığı ödüllere bakılırsa işini çok iyi yapabiliyor. Öğrenci, öğretmen, veli, okul yönetimi, teftiş mekanizması bu eğitim ve formasyon almamış kişide hiçbir eksiklik, tuhaflık tespit etmemiş tam tersine fazlalık görmüşler ve taltif etmişler. Bu yorumu abartılı bulanlar olabilir. Bunun bir istisna oluşturduğunu düşünebilirler. Sansasyon peşindeki muhabirler gibi davranmayacaksak ve emperyal bir bir iddianın peşindeysek gerçekten kazmanın daha çok ve daha derine vurulması gerekiyor. Sistemde hala alan dışından gelmiş ve hiçbir şekilde alan içinden gelenlerle hiç bir farklılık emaresi göstermeyen sayısız öğretmen var. Ne öğrenciler, ne veliler, ne okul yöneticileri ne de teftik mekaniğimiz bugüne kadar yapısal bir sorun tespit edemedi. Kişisel, biyografik sorunlar sıralanabilir ancak bunlar her durum ve şartta olabilecek hususlar. Şimdi buradan sivil toplum örgütlerimiz için çıkarılacak dersler var: Bir takım afilli söylemlerin arkasına gizlenmiş olsa da çocuklarımıza ders verenler sahip oldukları emsalsiz formasyon nedeniyle değil devletin belirli prosedürlere bağladığı bir icazet nedeniyle ders veriyorlar. Yani normal bir insan çocuğunuza öğretmen olabilir, hata çok iyi öğretmenlik yapabilir. Öyle zannettiğiniz gibi eğitim fakültesinden filan geçmek işin kandırmaca kısmı, çok da itibar etmeyin.

YÖK, MEB, Eğitim Fakülteleri' de vaziyete bakabilirler: Verdikleri eğitimin nasıl hiçbir farklılık oluşturmadığını, tamamen insanların bireysel becerilerinin-kişilik yapılarının belirleyici olduğunu görebilirler. Bürokratik mekanizmanın öyle zannedildiği gibi rasyonellikle uzaktan yakından bir alakasının olmadığını, kendi içinde bir rasyonelliğinin olduğunu ancak millete ve devlete hatırı sayılır bir faydasının da olmadığını görebilirler. Eğitim Fakültesinden çıkan ile çıkmayan arasında anlamlı bir fark yoksa o eğitimin, o fakültenin ve o sistemin varlığı niyedir? Sorgulamalıdırlar.

İşin Tevhid-i Tedrisat'a kadar uzanan boyutları var. Bilgi tekeli ile ilintisi var. Bizim yeni talebimiz eskimiş köhne düzenin sistemiyle, zihniyetiyle inşa olmaz. Emperyal iddialar kifayetsiz pratiklerle hayat bulamaz. Eğitimde verdiğim örnek şüphesiz eğitim alanıyla mukayyet değil. Mevcudu inşa vizyonuyla didikleyecek nazarlara muhtacız.

Bir şey daha. Şeyh uçmaz, mürit uçururmuş. Yeganelik iddiasındaki her yapıya, kuruma, söyleme karşı dikkatli olmakta fayda var. Yukarıdaki örnek yeganelik iddiasındaki söyleme ilişkin öldürücü bir darbe. Ama emin olun hayatımızdaki pek çok yeganelik iddiası bundan farklı değil. Yeganelikleri kendilerinden değil, kollektif yanılsamamızdan neşet ediyor.