Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı?

Mezhep sözlükte; yol, tarz ve metot demektir. Dinde ise; bir imam tarafından kurulan, bu imama tabî olan alimler tarafından geliştirilen ve geniş müslüman kitleleri tarafından yaşatılan dini anlama ve yorumlama biçimidir. Dünyadaki müslümanların kahir ekseriyetinin mensubu bulunduğu fırka-i naciye olan; "Ehl-i sünnet vel-cemaat"in itikatta; Eş'arî ve Matûrîdî, fıkıhta da; Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri vardır.

Bütün müctehid imamların, kendilerine göre geçerli ilmî delil ve mesnetleri vardır. "Eimme-i müctehidîn" denilen bu büyük alimler, birbirlerini çok sevmiş ve hürmet etmişlerdir. Aynı şekilde onların izinden giden ve onların mezhebleriyle amel eden bütün müslümanlar da, birbirlerini çok severler. Bir yerde bir mezhebin mensupları azalınca, başka bir mezhebden olan alimler, o mezhebi güçlendirmek için, kendi mezheplerini bırakıp o mezhebe geçmişlerdir. Tarihte bunun örnekleri vardır. Mesela Seyyid Abdulkadir-i Geylanî hazretleri, Şafiî mezhebinden idi. Bu gayeyle Hanbelî mezhebine geçti.

İslamiyet, bu mezhepler yoluyla yayılmış ve bugüne kadar gelmiştir. Onbinlerce İslam aliminin tamamı, bu mezheplerden birine bağlıdır. Yine yüzbinlerce İslamî kitabın tamamı da bu mezheplere bağlı alimler tarafından kaleme alınmıştır.

Efendimiz aleyhisselam hayatta iken; halkın suallerini, kendisi cevaplar ve ortaya çıkan problemleri kendisi çözerdi. Dolayısıyle O'nun mübarek zamanında, farklı görüş ve mezheplere ihtiyaç da, imkan da yoktu.

Fakat Efendimiz aleyhisselamın vefatından sonra, halkın suallerini cevaplama ve ortaya çıkan problemleri çözümleme işi, tabiî olarak İslam alimlerine kaldı. Âlimler de; kendilerine intikal eden konuları, kitap ve sünnet ışığında aydınlatıp açıklamaya başladılar. Ancak zaman geçtikçe, şartlar değiştikçe ve yeni farklı insan toplulukları müslüman oldukça, alimler; kitap ve sünnette cevabını hiç bulamadıkları veya net olarak bulamadıkları sual ve problemlerle karşılaşmaya başladılar.

İşte alimler, böylesi konularda içtihad etmeye; yani kitap veya sünnette net olarak cevabını bulamadıkları konuları, ictihad ederek açıklamaya başladılar. Binaenaleyh mezhepler; hakkında hiç nass olmayan veya hakkındaki nass açık ve kesin olmayan mesele ve problemler etrafında oluşmuştur. Evet alimler, hakkında; açık ve kesin hüküm bulunan meselelerde asla ihtilaf etmemişler ve farklı mezheplere ayrılmamışlardır. Bunun içindir ki, "mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur" yani (nas bulunan yerde, içtihad yapmak imkansızdır) sözü, İslam hukukunda temel bir kural olmuştur.

İşte, zaman içinde bu müctehid imamların kitapları ve görüşleri etrafında oluşan mezhepler; o mezhepleri benimseyen büyük İslam alimlerinin yazdıkları kıymetli eserler vasıtasıyla nesilden nesile yaşanarak aktarılmış ve günümüze kadar gelmiştir.

Mezhep farklılıklarının bazı sebepleri vardır, şöyle ki: 1- Nassların karakteri. Yani farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olmaları. 2- Efendimiz aleyhisselamın bazan, aynı konuda farklı şekillerde amel etmesi. 3- Hadislerin sıhhat dereceleri. 4- Âlimlerin anlayış ve idrak seviyelerinin farklı oluşu. 5- Âlimlerin Metod ve ölçülerinin farklı oluşu. 6- Arapça gramer ve belagatinin çok teferruatlı olması. 7- Örf ve adetlerin değişik olması.

Herkesin; ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tamamını tarama; doğru olarak anlama, düzgün bir şekilde yorumlama ve ihtiyaç duyduğu hükümleri ortaya çıkarma güç ve kabiliyetine sahip olmadığı aşikardır. İşte bu güç ve kabiliyete sahip olmayanların, bir müçtehidin mezhebine uymaları kaçınılmazdır. Ayrıca her müslümanın, bu hak mezheplerden birine tabi olması; ibadetlerde, idarede, yargıda ve daha birçok alanda birlik ve bütünlüğün sağlanması için de gereklidir. Çünkü herkes bildiği ile amel etse; maazallah şahıslar kadar mezhebler ortaya çıkar. Bu durumda birlik, dirlik ve düzen diye bir şey kalmaz.

Mezheplerin meşruiyeti; kitap ve sünnetle sabittir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: "Eğer bilmiyorsanız, zikir (Kur'an) ehline sorun." (Nahl 43) Hadis-i şeriflerde ise, şöyle buyuruluyor: "Şüphesiz alimler, peygamberlerin varisleridirler." (Tirmizi 2682) "Hakim hükmederken ictihad edip isabet ederse, iki sevap alır. Hükmederken ictihad edip hata ederse, bir sevap alır." (Müslim 1716)