Modern toplumun ruha baskısı

İhtiyaç duymak insan oluşumuzun gereğidir. İnsanın bir başkasına ihtiyaç duymadan sorunsuz yaşaması ve güç yetiremediği sorunları yardım almadan aşması zordur.

Ahlaki normların öncelendiği toplumlarda dayanışma var. Sıkıntıları aşmak daha kolay, sıkıntının ruha yükü daha az oluyor. Ayrıca sıkıntının paylaşılması ve birlikte çözüm arayışında olmak, maneviyatı yüksek toplumlarda üstesinden gelmek daha kolaydır. Bu tür toplumlarda sıkıntı sahibi sıkıntısını çekinmeden dışa vurarak çözüm için ilk adımını atmış olur. Modern toplumlardaki gibi karşılık beklemek kaygısı, sosyal ve psikolojik baskı ihtimaliyle daha az karşılaşır. Bu tür toplumlarda birey sıkıntısını paylaşmaya çekindiğinden içine atar. İçe atılan sıkıntı zamanla büyür ve ruha baskı yapar. Bu durum kişide ruhsal bozuklukları tetikler.

Modern toplumun insanı şartlandırılmıştır. Mutluymuş gibi görünmeye, fakirse zengin rolleri kapmaya şartlıdır...

"Herkesin kesintisiz mutlu olmaya ya da mutluymuş gibi görünmeye şartlandırılan bir çağdayız. Keyifsizlik anlarının dahi 'minör depresyon' aldığı zamanlar. Herkesin en mutlu, en güzel, en şanslı, en başarılı ve her koşulda pozitif' olmasını öğütleyen Batı menşeli psikoloji anlayışının karşısında, hüznün doya doya yaşanması bile pek mümkün değil artık." (Hüzün Hastalığı, Kemal Sayar)

Modern toplum, "Bir haz bir hız tutkunu toplumu" yarıştırmalı bir toplum.

Herkes yarışma ve mutlu görünme yarışında...

Mal mülk, makam mevkii, statüyü yarıştırma yarışıdır gidiyor. Fakir olduğu halde zengin görünme ve öyle davranma maddi ve manevi sıkıntıları artırmaktadır. Bir tür rol kapma, her şeyi birbiriyle yarıştırma çılgınlığı çıldırtıyor.

Başarıyı, başarısızlığı, aklı, zekayı, zenginliği, insanı ve mutluluğu mutsuzlukla yarıştırıyoruz...

Bu çılgın yarış, bir de tatmin olmama durumu insan ruhunda büyük bir baskı ve sancı oluşturuyor.

Geleneksel toplum dediğimiz toplumlarda yarış ve tamahkarlık ruhu sarsıcı düzeyinde olmadığından daha mutlu ve daha uyumlu bir yapı var. Bu tür toplumlarda sıkıntılar olmuyor değil oluyor ama sarsıcı düzeyse değil. Daha az depresyon daha az ruhsal bunalım vakalarına rastlanıyor. Evde, işte, eşte, dostta bir sorun olduğunda bu ruhta bir baskıya dönüşmeden çözülebiliyor. Moral bozukluğunun ve umutsuzluğun sonuncunda oluşabilecek depresyonun önü tezden alınmış oluyor böylelikle.

Hz. Ömer içimizi ve ruhumuzu inciten şeylerden ve insanlardan uzak durmayı tavsiye ediyor:

"Kalbinizin ısınmadığı insanlardan uzak durun" buyuruyor.

Etrafına karamsarlık yayan negatif insanlar karanlık gibidirler. İnsanın neşesini, ışığını emerler, elem verirler. Bu nedenle sıkıntılarımız artıyor. Gittikçe çözümsüz, zor ve elem toplumuna dönüşüyoruz.

Geçmişte böyle miydik, değildik...

Çünkü eksik yanlarımızı, ruhsal gereksinimlerimizi, birbirini tamamlayan samimi insanlar vardı. İç dünyamıza giren ve iyi gelen insanlar vardı. Olumsuz bir durum karşısında safra şifa olan insanlardı onlar. Kendi kültürünün içinden iyileştirici yöntemlerle sorunlarla baş edilebiliyordu az çok.

Modern toplum iyileştirmekten çok sorun üretiyor, dert üretiyor. Yeni sömürü kapıları açıyor. Herkesi kurban görüyor. İnsanın iç dünyasına inemiyor. İnsanı robot kabul ediyor çünkü. Toplumsal çözülme ve yabancılaşma zamanla daha büyük sorunlar çıkar ortaya…

Geleneksel kültür katlanandır, tahammülkardır ayrıca. Bu özelliğiyle toplumsal dengeyi sağlama konusunda önemli bir işlev görüyor. Aciz, yoksul, kimsesiz kimselere adeta barınak ve sığınak oluyor. Geleneksel kültürümüz bir tür terapi görevi yürütüyor bu yönüyle. Darülaceze, imarethaneler, ikram bahçeleri kültürümüzün bir parçası. Bizim kültürümüz onaran, sahiplenen, ihata eden, iyileştiren bir kültürdür. Hoşgörü payı yüksek ve tedavi eden yanı kuvvetlidir. Batıda Mevlana hazretlerinin kabul görmesi bu yüzdendir.

Modern toplumlar dediğimiz toplumlar ayrıştırıyor, yarıştırıyor, yoruyor, yıpratıyor ve kavga ettiriyor. Didiştiriyor... Bireyi, ilişkileri, değerleri, toplumu zayıflatıyor. Hayalleri kırıyor. Kadim değerlere, insani ilişkilere kıymet verilmiyor. Zayıf, çaresiz en kötüsü de suçlu insanlar daha çok işine geliyor.

Modern toplumlar kibirli, günahkar ilişkiler yaratıyor.

Düşünün...

İnsanın ağlamasını, yas tutmasını utanılası bir şey, eksikliği ve zayıflığı olarak görmek yeni sorunları tetikliyor. İnsan içinde biriken gazı boşaltamıyor. Zamanla ruhuna bindirme yaparak sarsıyor...

Bizim değerlerimizde içi dolan, gözü dolan, acısı olan birine ağlayarak içini boşaltması isteniyor. "Ağla içini boşalt rahatlarsın" hangi ilaç bu telkinden, yanında olmaktan daha etkili olabilir ki...

Modern toplum öyle hava bastırıyor ki, haşa insan kendini ilah zannediyor. Ağlayamıyor, dertleşmiyor, paylaşmıyor, empati kuramıyor. Hiç kimseye muhtaç olmak istemiyor, yarışıyor sürekli. Öyle ki dünyayla yarışır hale geldik. Ruhta büyük boşlukların oluşması bundan. Uyuşturucuda çare aramak bundan. Ayin törenleri gibi müzik festivallerin düzenlenmesi, yoğa yapmak bundan…

Faniyiz, fanice yaşamak gerek. Ruha hava basan, kabartan, baskı yapan ve vazgeçilmez sanılan şeylerin sonuçta bir hiç oldukları anlaşılacak...