Yüzyılların getirdiği inanç, değer ve geleneğin temsilcileri olarak muhafazakarların bir kısmı, son onlu yıllarda şaşırtıcı söylem ve eylemlerde bulunmaktadırlar. Burada muhafazakarlıktan maksat, din ve kutsalın öncelenmesi ve önemsenmesidir.
Erdem, değer, bilgelik ve bunların korunması ve savunulması muhafazakarlığın ödev defterinin maddeleridir. Bununla birlikte aile, cemiyet ve devlet muhafazakarların mahrem alanları içerisinde ayrıcalıklı yerlerini korurlar.
Dinin ve kutsalın yaşandığı camilerin ihtiyaç halinde inşaları, kendi sınırları içerisinde anlam kazanmaktadır. Ülkemizin birinci şehri ve Osmanlı'nın payitahtı olan İstanbul'a, daha doğrusu Taksim'e cami yapılıp yapılmaması yirminci yüzyıl Türkiye'sinin siyasileri ve aydınları arasında uzun ve hararetli tartışmalara sebep olmuştur. Onun akabinde sanat merkezinin yenilenmesi münakaşaları mabet ve kültür merkezi binalarının inşaları gibi konular, ülkenin en önemli tartışma konuları haline dönüşmüştü.
Liberal/seküler ve İslamcı/muhafazakar arasındaki bakış açısı farkı, kendi içerisinde tutarlı bir yere oturtulabilir. Ancak bu tartışmanın İslamî hassasiyetleri öne çıkanlar arasında sürdürülmesi şaşırtıcı ve ilginçtir.
Din ile mesafeli olan siyasetin temsilcilerini, yıllarca mabet üzerinde eleştiriye tabi tutanların, yapılan Çamlıca Camisi'nin suretini tartışıp mahiyetini unutması kafa karışıklığının büyük bir belirtisi olarak gözükmektedir.
Yine 'kılıç hakkı' olarak düşünülüp mabede çevrilen Ayasofya Camisi'nin onlarca yıldır müze statüsüne mahkûm edilmesi, bu anlamda iman ve vatan olgularını daha çok önemseyen kitleler için 'iç burukluğu'na neden olmaktadır. Az sayıda da olsa, yine bir kısım 'genç İslamcı'nın, Ayasofya'nın cami olarak değil de, müze olarak kalmasını savunması, zihinsel karışıklığın ulaştığı boyutları göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Endülüs Müslümanlarının muhteşem yadigarı ve mirası olan Kurtuba Ulu Camii'nin, katedrale dönüştürülmesi, ağır bir yaranın açılmasına sebep olmuştu. Bugün ziyaretine giden Müslüman nesli, zincirler içerisinde mahzun ve mahkûm olarak karşılayan muhteşem sanat eseri Ulu Camii, içerisinde kısa bir sûre ve duanın duvarlarında yankılanmasına asla izin verilmeyen bir hapishaneye dönüşmemiş midir?
Ayasofya'nın kilise özelliğinin veya müze özelliğinin devamını savunan zihni karışık muhafazakar yarı aydın İslamcıların aklı, Kurtuba Ulu Camisi'ni gördüğünde niçin karışmaz?
Medeniyetimizin ihyasında önemli bir yer tutan medinede/şehirde üç mekan vardır: Cami, pazar ve okul. İslam Peygamberi (s), Mekke'den Medine'ye geldiğinde ilk yaptıkları; mabet, etrafında okul ve alternatif bir Müslüman pazarın inşasıdır.
Okul, mektep ve medrese, hasılı ilim ocakları bu anlamda İslam medeniyetinin en önemli ayağını temsil etmektedir. Son yıllarda erkeklerin eğitiminin yanında kızların da eğitimlerinin gittikçe önem kazanmasını sevindirici bir gelişme olarak görmek gereklidir. Hatta bu anlamda kızların başarı grafiğinin, erkeklerden yüksek bir seviyeye çıkması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Genel eğitim içerisinde, din eğitimi bir alan olarak daha ilmî ve sistematik temellere oturtulmaya çalışılmaktadır. Ancak burada bir kısım muhafazakarların din eğitiminde erkek ve kadınların imkan nispetinde ayrı sınıflarda okuma taleplerine karşı, dogmatik bir tavır içerisinde 'bunun bir sapmaya sebebiyet vereceği' iddiaları, geleneksel kodları güçlü olan kesimlerce garip bir şekilde görülmektedir.
Aslında kız çocuklarının kızlarla okumasını talep eden ailelerin de istekleri karşılanmış olup, kızlarını bu gerekçeyle okullara göndermemesinin önüne geçilebilir. Günümüzde Batı'da da (ABD), Doğu'da da (Japonya) ayrı kız lise ve üniversitelerin bulunması göz önüne alındığında, ayrı eğitim alma taleplerini makul bir zemine oturmakta büyük faydalar olacaktır.
Hasılı, acaba muhafazakarların cüz'î bir kısmının belirtilen hususlardaki pozitivist seküler taleplerini, kutsalın dünyevîşlemesinin belirtileri olarak görmek mi gerekmektedir?