Trend

Muhammed Suresi Türkçe, Arapça ve tefsirini oku

Muhammed suresi Kur’ân-ı kerîmin kırk yedinci suresidir. Medine''de nazil olmuştur. 38 ayettir. İkinci ayetinde Resûl-i ekremin ism-i şerîfi geçtiğinden sureye Sûret-ül-Muhammed denilmiştir. Ayrıca yirminci ayette adam öldürmeye işaret olduğu için Sûret-ül-Kıtal da denilmektedir. Sûrede Resûl-i ekreme inanan ve Hakk’a uyan mü’minlerin bağışlanacağı, bunların kavuşacakları Cennet nimetleri, cihaddan kaçanların Allah''ın gazabına uğradığı, dünya hayatının geçiciliği ve cimrilik yapanların kendilerine yazık ettiği bildirilmektedir. Peki Muhammed suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? İşte Muhammed suresi hakkında bilgiler...

Muhammed suresi Kur'an-ı kerîmin kırk yedinci suresidir. Medine'de nazil olmuştur. 38 ayettir. İkinci ayetinde Resûl-i ekremin ism-i şerîfi geçtiğinden sureye Sûret-ül-Muhammed denilmiştir. Ayrıca yirminci ayette adam öldürmeye işaret olduğu için Sûret-ül-Kıtal da denilmektedir. Sûrede Resûl-i ekreme inanan ve Hakk'a uyan mü'minlerin bağışlanacağı, bunların kavuşacakları Cennet nimetleri, cihaddan kaçanların Allah'ın gazabına uğradığı, dünya hayatının geçiciliği ve cimrilik yapanların kendilerine yazık ettiği bildirilmektedir. Peki Muhammed suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? İşte Muhammed suresi hakkında bilgiler...

Kısaca Konusu : Temel konusu, savaş belasından kurtulmak ve barışı devamlı kılabilmek için, barış düşmanlarının savaş gücünü yok edinceye kadar onlarla savaşmaya teşviktir. Bu temel konu çerçevesinde şu hususlara da temas edilmiştir: 1. İman edenler ile etmeyenlerin yapıp ettiklerinin, dünya ve ahiret hayatında işe yaraması ve Allah katındaki değer bakımından karşılaştırılması. 2. Allah'ın yardımı, ödüllendirmesi ve doğru düşünmeye muvaffak kılması bakımından iman edenler ile etmeyenlerin farkları. 3. Münafıkların tipik davranışları. 4. Dünya ve ahiret nimetlerinin karşılaştırılması. 5. Dünya hayatının imtihan hikmeti ile bağlantısı.

Kim Muhammed sûresini okursa, Allahü tealanın ona Cennet nehirlerinden içirmesi hak olur. (Hadîs-i şerîf-Kadı Beydavî Tefsîri)

MUHAMMED SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim
1. Ellezıne keferu ve saddu an sebılillahi edalle a'malehüm

2. Vellezıne amenu ve amilüs salihati ve amenu bima nüzzile ala muhammediv ve hüvel hakku mir rabbihim keffera anhüm seyyiatihim ve asleha balehüm

3. Zalike bi ennellezıne keferuttebeul batıle ve ennellezıne amenüttebeul hakka mir rabbihim kezalike yadribüllahü lin nasi emsalehüm

4. Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab hatta iza eshantümuhüm fe şüddül vesaka fe imma mennem ba'dü ve imma fidaen hatta tedaal harbü evzaraha zalik ve lev yeşaüllahü lentesara minhüm ve lakil li yeblüve ba'daküm bi ba'd vellezıne kutilu fı sebılillahi fe ley yüdılle a'malehüm

5. Se yehdıhim ve yuslihu balehüm

6. Ve yüdhılühümül cennete arrafeha lehüm

7. Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm

8. Vellezıne keferu fe ta'sel lehüm ve edalle a'malehüm

9. Zalike bi ennehüm kerihu ma enzelellahü fe ahbeta a'malehüm

10. E fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim demmerallahü aleyhim ve lil kafirıne emsalüha

11. Zalike bi ennellahe mevlellezıne amenu ve ennel kafirıne la mevla lehüm

12. İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enhar vellezıne keferu yetemetteune ve ye'külune kema te'külül en'amü ven naru mesvel lehüm

13. Ve keeyyüm min karyetin hiye eşeddü kuvvetem min karyetikelletı ahracetk ehleknahüm fe la nasıra lehüm

14. E fe men kane ala beyyinetim mir rabbihı ke men züyyine lehu suü amelihı vettebeu ehvaehüm

15. Meselül cennetilletı vüıdel müttekun Fıha enharum mim main ğayri asin ve enharum mil lebenil lem yeteğayyer ta'müh ve enharum min hamril lezetil liş şaribın ve enharum min aselim musaffa ve lehüm fıha min küllis semerati ve mağfiratüm mir rabbihim ke men hüve halidün fin nari ve süku maen hamımen fe kattaa em'aehüm

16. Ve minhüm mey yestemiu ileyk hatta iza harecu min ındike kalu lillezıne utül ılme maza kale anifen ülaikellezıne tabeallahü ala kulubihim vettebeu ehvaehüm

17. Vellezınehtedev zadehüm hüdev ve atahüm takvahüm

18. Fe hel yenzurune illes saate en te'tiyehüm bağteh fe kad cae eşratuha fe enna lehüm iza caethüm zikrahüm

19. Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minıne vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm

20. Ve yekulüllezıne amenu lev la nüzzilet surah fe iza ünzilet suratüm muhkemetüv ve zükira fıhel kıtalü raeytellezıne fı kulubihim meraduy yenzurune ileyke nazaral mağşiyyi aleyhi minel mevti fe evla lehüm

21. Taatüv ve kavlüm ma'rufün fe iza azemel emru fe lev sadekullahe le kane hayral lehüm

22. Fe hel aseytüm in tevelletüm en tüfsidu fil erdı ve tükattıu erhameküm

23. Ülaikellezıne leanehümüllahü fe esammehüm ve a'ma ebsarahüm

24. E fe la yetedebberunel kur'ane em ala kulubin akfalüha

25. İnnellezıner teddu ala edbarihim min ba'di ma tebeyyene lehümül hüdeş şeytanü sevvele lehüm ve emla lehüm

26. Zalike bi ennehüm kalu lillezıne kerihu ma nezzelellahü senütıy'uküm fı ba'dıl emr vallahü ya'lemü israrahüm

27. Fe keyfe iza teveffethümül melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm

28. Zalike bi ennehümüttebeu ma eshatallahe ve kerihu rıdvanehu fe ahbeta a'malehüm

29. Em hasibellezıne fı kulubihim meradun el ley yuhricellahü adğanehüm

30. Ve lev neşaü le eraynakehüm fe learaftehüm bisımahüm ve le ta'rifennehüm fı lahnil kavl vallahü ya'lemü a'maleküm

31. Ve le neblüvenneküm hatta na'lemel mücahidıne minküm vessabirıne ve neblüve ahbaraküm

32. İnnellezıne keferu ve saddu an sebılillahi ve şakkur rasule mim ba'di ma tebeyyene lehümül hüda ley yedurrullahe şey'a ve seyuhbitu a'malehüm

33. Ya eyyühellezıne amenu etıy'ullahe ve etıy'ur rasule ve la tübtılu a'maleküm

34. İnnellezıne keferu ve saddu an sebılallahi sümme matu ve hüm küffarun fe ley yağfirallahü lehüm

35. Fe la tehinu ve ted'u ilis selmi ve entümül a'levne vallahü meaküm ve ley yetiraküm a'maleküm

36. İnnemel hayatüd dünya leıbüv ve lehv ve in tü'minu ve tetteku yü'tiküm ücuraküm ve la yes'elküm emvaleküm

37. İy yes'elkümuha fe yuhfiküm tebhalu ve yuhric adğaneküm

38. Ha entüm haülai tüd'avne li tünfiku fı sebılillah fe minküm mey yebhal Fe innema yebhalu an nefsih vallahül ğaniyyü ve entümül fükara' ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayraküm sümme la yekunu emsaleküm.

MUHAMMED SÛRESİ ANLAMI

Bismillahirrahmanirrahîm.

1. İnkar edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır.

2. İman edip salih ameller işleyenlerin, Rableri tarafından Muhammed'e indirilen gerçeğe inananların günahlarını Allah örtüp bağışlar ve hallerini düzeltip iyileştirir.

3. İşte böyle. İnkara sapanlar batıla uydular, iman edenler ise Rablerinden gelen hakka uydular. Allah insanlara misallerini işte böyle anlatır.

4. (Savaşta) kafirlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun! Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir edin). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye alarak salıverin. Bu böyledir. Eğer Allah dileseydi onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların amellerini asla boşa çıkarmaz.

5. Onları hidayete eriştirecek ve hallerini düzeltecektir.

6. Onları (dünyada iken) kendilerine anlattığı cennete koyar.

7. Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sabit kılar.

8. Kafirlere gelince, onlar da yüzüstü sürünsünler! Allah yaptıklarını boşa çıkarmıştır.

9. İşte böyle. Çünkü onlar Allah'ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.

10. Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akibetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları yere geçirmiştir. Kafirlere de onların başına gelenin benzeri vardır.

11. Bunun sebebi şudur: Allah iman edenlerin dostudur. Kafirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.

12. Şüphesiz ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkar edenler ise faydalanırlar ve hayvanların yediği gibi yerler. Ateş onların varacakları yerdir.

13. Nice memleketler vardır ki, onlar seni sürüp çıkaran memleketten daha kuvvetli idiler. Biz onları helak ettik. Onlara bir yardım eden de bulunmadı.

14. Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan (mümin) kimse, kötü işi kendisine güzel gösterilen ve heveslerine uyan (kafir) kimse gibi olur mu?

15. Muttakilere vaad edilen cennetin durumu şudur: Orada bozulmayan (temiz) su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Ve orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Bunlardan da öte, Rablerinden bir bağışlama vardır. Hiç bunlar, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça kesen sıcak suyun içirildiği kimseler gibi olur mu?

16. Resulüm! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Fakat senin yanından çıkınca, kendilerine ilim verilen kimselere (alay yoluyla): "O demin ne demişti?" derler. İşte bunlar Allah'ın kalplerini mühürlemiş olduğu, heva ve heveslerine uyan kimselerdir.

17. Hidayeti kabul edenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve onlara takva yollarını ilham etmiştir.

18. Onlar kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onun alametleri gerçekten gelmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?

19. Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendinin hem de erkek müminlerle kadın müminlerin günahlarının bağışlanmasını dile. Allah (dünyada) gezip dolaştığınız yerleri de bilir, (ahirette) duracağınız yeri de bilir.

20. İnananlar: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse de cihada çıksak!" derlerdi. Fakat hükmü açık bir sûre indirilip de, orada savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Korktukları başlarına gelsin!

21. Oysa onlara itaat etmek ve uygun olanı söylemek yaraşırdı. İş ciddiye bindiği zaman Allah'a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.

22. Demek ki sizler iş başına gelecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını keseceksiniz öyle mi?

23. İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lanetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.

24. Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?

25. Hidayet kendilerine apaçık belli olduktan sonra arkalarını dönenlere, yaptıklarını şeytan hoş göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.

26. İşte böyle. Zira onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Biz bazı işlerde size itaat edeceğiz." dediler. Oysa Allah onların gizlediklerini bilir.

27. Fakat melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?

28. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah'ı kızdıracak şeylerin ardınca gittiler ve O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmadılar. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.

29. Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa onların kinlerini Allah'ın asla dışarı vurmayacağını mı sandılar?

30. Eğer biz dileseydik onları sana gösterirdik de onları simalarından tanırdın. Andolsun ki sen onları sözlerinin üslûbundan tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir.

31. Andolsun ki biz sizi imtihan edeceğiz. Ta ki içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri meydana çıkaralım ve haberlerinizi de açıklayalım.

32. Şüphesiz ki inkar edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklarını hep boşa çıkaracaktır.

33. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.

34. İnkar edip Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla affetmeyecektir.

35. Sakın gevşemeyin ve siz üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmez.

36. Dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız, O size mükafatlarınızı verir, mallarınızı (tamamen sarfetmenizi) istemez.

37. Eğer onları sizden isteseydi ve sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarırdı.

38. İşte sizler, Allah yolunda infak etmeye çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Amma cimrilik eden bilsin ki, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer ondan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir kavim getirir de, onlar sizin gibi olmazlar.

MUHAMMED SURESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Onlar ki küfrettiler 1ve Allah'ın yolundan alıkoydular,2 (işte Allah da) onların amellerini giderip-boşa çıkarmıştır.3

2 İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilen 4(Kur'an)a _ki o Rablerinden olan bir haktır _ iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp -bağışlamış,5 durumlarını düzeltip-ıslah etmiştir.6

3 İşte böyle; hiç şüphesiz, küfredenler batıl olana uymuşlar; ve hiç şüphesiz, iman edenler de Rablerinden olan hakka uymuşlardır. İşte Allah, insanlara kendi örneklerini böyle verip-göstermektedir.7

AÇIKLAMA

1. Yani, Hz. Muhammed'in (s.a) sunduğu talimata ve ilahi buyruğa inanmayı reddettiler.

2. Ayetin aslında "saddu an sebilillah" buyurulmuştur. Sad kelimesi Arapça'da lazım ve müteaddi (geçişli ve geçişsiz) olarak iki şekilde kullanılmaktadır. Bu bakımdan ayetin bu parçası "Bizzat kendileri Allah yoluna gelmekten kaçındıkları" anlamına gelebileceği gibi, "Onlar diğerlerini Allah yoluna gelmekten menetti" anlamına da gelebilir.

Başkalarını Allah yolundan menetmenin, alıkoymanın çeşitli şekilleri vardır. Bunun bir türü, başka birisini iman etmekten zorla menetmek; diğer bir türü de, iman edenlere aşırı derecede işkence ve zulüm yaparak mü'minlerin imanlı olarak yaşamalarının ve başkalarını imana davet etmelerinin zorlaştırılmasıdır. Üçüncü bir türü de, dine ve dindarlara karşı çeşitli yollarla insanlara güvensizlik duygusu aşılayarak ve gönüllere şüphe tohumları ekerek onları soğutmaktır. Bunların yanısıra, kafirlerin kendi çocuklarını küfür üzere yetiştirmeleri de Allah'ın dininden menetmenin bir şeklidir. Böylece, onların gelecek nesillerinin atalarının dinini terkederek İslam'ı kabul etmeleri imkansız hale gelir. Bu bakımdan her kafir, her sistem, Allah yolu için büyük bir engeldir. Çünkü eğitim ve öğretimi, sosyal düzeni, gelenek ve görenekleri, inançlarına olan aşırı bağlılıkları gerçek dinin yayılmasını tamamen engeller.

3. "Edalle amalehüm" Onların amellerini geçersiz kıldı. Yoldan çıkmış kıldı, değersiz kıldı. Bu sözün çok geniş bir anlatım gücü vardır. Bundan çıkan anlamlardan birisi şudur: Allah onların başarılarını ortadan kaldırdığı için onların gayret ve çabaları doğru yolda olamaz. Öyle olunca, ne yaparlarsa yapsınlar, yanlış yollardan yanlış amaçlara gideceklerdir. Bütün çabalarını hidayet yolu yerine dalalet yolunda harcarlar.

İkinci olarak, şu anlamı da dile getirir: Kendilerinin iyi işlerden kabul ederek yaptıkları da boşa çıkarılır. Sözgelimi Kabe'nin bakımı, hac yapanlara hizmet edilmesi, misafirlere yemek yedirilmesi, akrabalarla sürekli münasebet halinde bulunulması ve bunlara benzer, Araplar arasında hayır hizmetleri ve ahlaki değerler olarak kabul edilen şeylerden yaptıklarını da Allah onlar için geçersiz kılmıştır. Yaptıkları bu işlerden dolayı onlara hiç bir mükafaat ve sevap verilmeyecektir. Mademki onlar Allah'ın birliğini kabul etmekten kaçınmışlar, başkalarını da hak yola girmekten alıkoymuşlardır; öyleyse, onların hiçbir ameli Allah tarafından kabul edilmeyecektir.

Üçüncü olarak da şöyle bir anlamı ifade eder: Hak dini engelleyip kendi kafirce inanışlarını insanlar arasında sürdürebilmek için Hz. Muhammed'e (s.a) karşı gösterdikleri bütün direniş ve çabaları boşa gitmiştir. Bu çabalarının hiçbir yararı olmayacaktır; bütün tedbirleri hedefsiz bir ok gibi boşa çıkacak, amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.

4. Her ne kadar "iman edip" denildikten sonra, "Muhammed'e indiriline iman edenler" demeye ihtiyaç yoksa da -çünkü iman, Hz. Muhammed'e (s.a) ve ona nazil olan talimata, öğretiye inanmayı da içine alır-, bunun ayrıca ve özellikle zikredilmesi, şuna dikkat çekmek içindir: Hz. Muhammed (s.a) peygamber olarak görevlendirildikten sonra, herhangi bir kimsenin Hz. Muhammed'e (s.a) ve onun getirdiği dinin emir ve yasaklarına inanmadan, Allah'a, ahirete, geçmiş peygamberlere ve kitaplara inanması hiçbir anlam ifade etmez. Bu açıklama şunun için gerekliydi: Hicret'ten sonra, Medine'de imanın diğer bölümlerine inanan insanlar vardı. Fakat onlar Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğine inanmıyorlardı.

5. Bunun iki anlamı vardır: Biri, "Allah, onların cahiliye döneminde işledikleri günahların tamamını onların sorumluluklarından düşürmüştür. Artık bu günahlardan dolayı onlar hesaba çekilmeyeceklerdir."

Diğeri ise, "Onlar inanç, düşünce, ahlak ve davranışları bakımından birtakım bozukluklara saplanmışlardı; Allah onları bu saplantılarından kurtarmış, düşüncelerini değiştirmiş, inanç ve tasavvurlarını düzeltmiş, alışkanlık ve ahlaklarını iyiye yöneltmiş, hayat tarzlarını tümden değiştirmiştir. Onların kafalarındaki cahiliyet anlayışları yerine imanı, çirkin hareketler yerine ise, güzel ve doğru amelleri yerleştirmiştir."

6. Bunun da iki anlamı vardır: Birincisi şudur: "Allah, önceki durumlarını değiştirerek onları doğru yola sevketmiş ve hayatlarına yeni bir biçim vermiştir."

İkincisi, "Allah, onları daha önce içinde bulundukları güçsüzlük, zayıflık ve ezilmişlik halinden kurtararak onları öyle bir hale getirmiştir ki, onlar zulme uğrama yerine zalimlere karşı koyma, mahkum olarak yaşama yerine kendi hayat düzenlerini serbestçe kendileri düzenleme, mağlup olarak yaşama yerine galip olarak yaşama mevkiine çıkarılmışlardır."

7. Metni motomot tercüme edersek, şöyle dememiz gerekir: "Böylece Allah insanlar için misallerini veriyor." Fakat bu tercüme, anlatılmak isteneni tam olarak veremiyor. Asıl anlatılmak istenen şudur: Allah bu şekilde iki tarafın da durumlarını gayet açık olarak ortaya koyuyor. Bir grup batıl ve hata üzerinde durmaya devam etmekte ısrarlıdır; bu yüzden Allah onların bütün amellerini geçersiz kılmıştır. Diğer grup ise, doğru ve hak yolda yürümeyi tercih etmiştir. Bu nedenle de Allah bu grubu kötülüklerden temizleyerek durumlarını ve hayat tarzlarını düzeltmiştir.

4 Öyleyse, küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) ya da bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin).8 İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir.9 Allah yolunda öldürülenler ise; (Allah,) kesin olarak onların amellerini giderip-boşa çıkarmaz.10

AÇIKLAMA

8. Bu ayet, anlamından ve anlatımının ahenginden anlaşıldığı üzere, savaşma emri geldikten sonra, fakat fiilen savaşa girilmeden önce nazil olmuştur. "Kafirlerle karşılaştığınız zaman" ifadesi, henüz karşılaşmanın olmadığına, bu karşılaşma olmadan önce böyle bir karşılaşma anında nasıl hareket edileceğine işaret etmektedir.

Sure'nin 20. ayetinden anlaşılıyor ki, bu sure, Hac Suresi'nin 39. ve Bakara Suresi'nin 190. ayetlerinin gelmesi üzerine, Medine'deki münafıkların ve imanı zayıf olan kimselerin ölüm baygınlığı geçirdikleri sırada nazil olmuştur. Ayrıca, Enfal Suresi'nin 67, 68 ve 69. ayetleri de bu ayetin Bedir Savaşı'ndan önce nazil olduğunu ispat etmektedir.

O ayetlerde şöyle buyurulmuştur: "Hiç bir peygambere, yeryüzünde düşmanlarını tamamen hezimete uğratıp kökünü kurutmadan esir almak yakışmaz. Siz dünya menfaatini taleb ediyorsunuz. Halbuki ahireti (oradaki huzur) vermek ister. Allah en üstün ve hikmet sahibi olandır. Eğer Allah'ın önceki yazısı (takdiri) olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı şüphesiz büyük bir azaba uğrardınız. Artık (savaşta) elde ettiklerinizi yiyiniz, çünkü onlar (size) helal ve temiz kılınmıştır."

Bu ayete ve özellikle çizdiği sınıra dikkatle bakarsak, ayetin ifadesinde yer alan tenkidin Bedir Savaşı'nda müşriklerin tam olarak hezimete uğratılmasından önce, müslümanların düşman askerlerini esir almaya başlamaları üzerine yapıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Halbuki savaştan önce inen Muhammed Suresi'nde gösterilen yol, "Onları tamamen hezimete uğrattıktan sonra esirlerini sıkıca bağlayın" ifadesi ile açıklanmıştı. Hatta Muhammed Suresi'nde, müslümanların esirlerden fidye almalarına da izin verilmişti. Bu yüzden Allah, Bedir Savaşı'nda alınan esirlerden elde edilen ganimet mallarını helal kılmış ve fidye almalarından dolayı müslümanlara bir ceza vermemişti: "Eğer Allah'ın önceki yazısı olmasaydı..." buyruğu, bu olaydan önce Kur'an'da fidye almaya izin veren emrin geldiğini açıkca göstermektedir.

Kur'an'da, Muhammed Suresi'nin bu ayetinin dışında yukardaki emri içine alan başka bir ayet olmadığına göre, bu ayetin Enfal Suresi'nin yukarıda zikredilen ayetinden daha önce nazil olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. Daha geniş bilgi için bkz. Enfal Suresi, an: 49.

Bu ayet, savaş kurallarından bahseden ilk ayettir. Bu ayetten çıkan hükümleri, Peygamberimiz (s.a) ve ashabının bu ayete uygun olarak yaptıkları uygulamaları ve müctehidlerin bu ayet ile sünnete dayanarak yaptıkları ictihadları şöyle özetleyebiliriz:

1. Savaşta İslam ordusunun asıl hedefi, düşmanı yıpratarak savaş gücünü kırmak ve savaşa son vermektir. Bu hedeften saparak düşman askerlerini yakalamaya uğraşmamak gerekir. Esir almaya, düşmanın kökü kazınıp savaş alanında mücadele eden hiçbir asker kalmayınca başlanmalıdır.

Araplara daha başlangıçta böyle bir emrin verilmesi, fidye elde etmek veya köle temin etmek hırsına kapılarak savaşın asıl hedefini unutmamaları içindir.

2. Savaşta esir alınanlar hakkında: Müslümanlar, savaş esirlerine iyilik yapıp onları serbest bırakma veya fidye alma hususunda serbest bırakılmışlardır. Bundan, savaş esirlerinin öldürülmeyeceği genel hükmü çıkmaktadır.

Hz. Abdullah ibn Ömer, Hasan Basri, Ata ve Hammad bin ebi Süleyman bu hükmü genel anlamda kabul etmektedirler. Bu görüş, yerine göre en doğru olanıdır. Onlar, kişinin ancak savaş durumunda öldürülmesinin caiz olabileceğini, savaş bittikten sonra, elimize esir düşenleri öldürmenin caiz olmadığını savunurlar.

İbn Cerir ve Ebubekir el-Cessas'ın anlattıklarına göre, Haccac bin Yusuf, savaş esirlerinden birini Abdullah bin Ömer'e göndererek onu öldürmesini emreder. O da bu ayeti okuyarak, "Esir edilmiş birinin öldürülmesine, bu ayete göre izin yoktur," diye esiri öldürmeyi reddeder.

İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir adlı eserinde, Abdullah bin Amir'in Hz. Abdullah ibn Ömer'e öldürmesi için bir savaş esiri gönderdiğini, onun da bu ayetin hükmüne uyarak verilen emri yerine getirmediğini nakletmektedir.

3. Herşeye rağmen, bu ayette esirleri öldürme açık bir şekilde yasaklanmamıştır. Bundan yola çıkarak Hz. Peygamber (s.a) Allah'ın emrinin özünü şu şekilde anlamış ve uygulamıştır: İslam devlet başkanı, bazı savaş esirlerinin öldürülmesini gerekli buluyorsa ve bunun için özel durumlar ve mecburiyetler hissediyorsa öldürebilir. Fakat bu genel bir kural değil, tersine genel kural içinde özel bir durumdur. Buna da mecbur kalındığı takdirde başvurulabilir.

Nitekim, Hz. Peygamber (s.a), Bedir Savaşı'nda esir alınan yetmiş kişi içinden sadece Ukbe bin ebi Muayt ve Nadr ibn el-Haris'i öldürttü. Uhud Savaşı esirlerinden yalnız şair Ebu Azze'nin öldürülmesini emretti. Kurayza Oğulları, kendi haklarında Sa'd ibn Muaz'ın karar vermesini istemişlerdi. İbn Muaz'ın erkeklerin öldürülmesi şeklindeki kararı üzerine Hz. Peygamber (s.a) onların öldürülmesini emretti.

Hayber Savaşı'nda alınan esirlerden sadece Kinane İbn Ebi el-Hukayk öldürüldü. Çünkü bu adam anlaşmayı bozmuş, verilen sözü tutmamıştı.

Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber (s.a) bütün Mekke halkından, yalnız bir-kaç kişinin nerede yakalanırlarsa derhal öldürülmeleri emrini verdi.

Bu istisnaların dışında Hz. Peygamber'in (s.a) genel tavrı, savaş esirlerinin hiçbir zaman öldürülmemesi doğrultusunda idi. Raşid halifelerin tutumu da böyle oldu. Onların zamanında da savaş esirlerinin öldürülmesine ait örnekler çok nadirdir. Bu nadir örnekler de özel sebeblere ve mecburiyetlere dayanır. Hz. Ömer ibn Abdülaziz de, bütün halifeliği süresince sadece bir savaş esirini öldürtmüştür. Öldürülen bu esir, müslümanlara yaptığı aşırı zulümle meşhurdu.

İslam bilginleri, bu uygulamalara dayanarak, İslam devlet başkanının, gerekli gördüğü ve mecbur kaldığı takdirde, savaş esirlerinin öldürülmesini emredebileceği görüşüne varmışlardır. Fakat bu karar, devlet başkanının (İmam'ın) verebileceği bir karardır. Her asker istediği esiri öldüremez. Ama esirin kaçmaya kalkışması durumu veya bir sabotaj yapma tehlikesi varsa, daha önce de bu tip girişimlerde bulunmuşsa, müslüman askerler de onu öldürme yetkisine sahiptir.

İslam müctehidleri, bu konuda üç açıklama daha getirmişlerdir:

a) Esir İslam'ı kabul etmişse, onu öldürmek caiz değildir.

b) Esir, İslam hükümetini yıkma ve diğer esirleri ayaklandırma çabasında olmadığı müddetçe öldürülemez. Esirlerin bölüşülerek veya satılarak herhangi bir şahsın mülkiyetine geçmesi halinde de öldürülmeleri yasaklanmıştır.

c) Esirin öldürülmesi gerekirse, bu, normal ve kısa yoldan halledilmelidir. İşkence yapılarak, acılar içinde kıvrandırılarak öldürülmemelidir.

4. Savaş esirleri hakkında konulan genel hükümler şunlardır: Ya onlara iyilik yapılıp serbest bırakılır veya fidye uygulanır.

İyilik yapma kavramı dört şeyi içerir:

a) Esaret müddetince esire iyi davranılması,

b) Öldürme veya müebbed hapse mahkum etme yerine onu köle yaparak müslümanların hizmetine verme,

c) Cizye alarak (senelik devlet vergisi koyarak) İslam devletinin vatandaşı (zımmi) yapılması,

d) Bir karşılık alınmadan serbest bırakılması.

Fidye uygulamasının da üç biçimi vardır:

a) Maddi karşılık alınarak esirin serbest bırakılması,

b) Birtakım özel hizmetler yaptırdıktan sonra serbest bırakılması,

c) Düşman eline esir düşmüş müslümanlarla takas edilmesi.

Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabı, çeşitli zamanlarda ve yerine göre bütün bu uygulamaları yapmışlardır. Allah'ın Şeriat'ı, İslam devleti yöneticilerini tek bir madde ile bağlı kılmamıştır. Tersine, devlet başkanı ve yöneticiler, en uygun gördükleri yolu uygulamakta serbest bırakılmışlardır.

5. Hz. Peygamber (s.a) ve ashabının uygulamalarından anlaşılmaktadır ki savaş esiri, devletin iradesi ve esareti altında kaldığı müddetçe barınması, beslenmesi, hasta veya yaralı ise tedavi edilmesi devletin sorumluluğundadır. Esirleri aç ve çıplak bırakmak veya onlara işkence yapmak İslam hukukunun asla müsamaha gösterebileceği bir tutum ve davranış olamaz. Aksine, onlara ilgi göstererek iyi muamele yapılmasını teşvik edici emirler vardır.

Bunun örneklerini Hz. Peygamber'in (s.a) uygulamalarında bulabiliriz: Bedir Savaşı'nda Hz. Peygamber (s.a) esirleri ashabına bölüştürdü ve "Bu esirlere iyi muamele ediniz" diye emretti. O sırada esirler arasında bulunan Ebu Aziz şöyle anlatıyor: "Beni teslim ettikleri Ensarın evinde ev halkı sabah akşam sadece hurma ile yetinirken bana yemek ikram ediyorlardı."

Diğer bir esir olan Süheyl bin Amr hakkında Hz. Peygamber'e (s.a) "Ateşli bir hatiptir ve sizin aleyhinizde konuşmalar yapıyor, bu adamın dişlerini kırdırınız" denildi. Buna cevap olarak Hz. Peygamber (s.a), "Ben onun dişini kırdırırsam, Allah da benim dişimi kırdırır; halbuki ben peygamberim." buyurdu. (Siret-i İbn Hişam).

Yine, İbn Hişam'ın, Siret'inde naklettiğine göre, Yemame hükümdarı Sumame İbn Usal esir alınarak Medine'ye getirilmiş, Hz. Peygamber'in (s.a) emriyle kendisine devamlı kaliteli yemekler ve süt ikram edilmiştir.

Bu tutum, ashab döneminde de devam etmiştir. O dönemde, savaş esirlerine kötü muamele edildiğini gösteren hiçbir olaya rastlanmamıştır.

6. İslam, esirlerin devamlı esarette tutulmalarını ve devletin onlardan, zorla yaptırılan hizmetler şeklinde faydalanmasına asla izin vermemiştir. Kendileriyle veya temsil ettikleri ulusun yöneticileri ile savaş esirlerinin takas edilmesi yahut fidye karşılığı serbest bırakılmaları gibi bir anlaşmaya varılmamışsa, bunların köle yapılarak müslümanlara dağıtılmaları ve sahiplerine de bunlara çok iyi davranmalarının emredilmesi uygun görülmüştür.

Hz.Peygamber (s.a) devrinde bu prensiplere göre hareket edilmiş, ashab devrinde de bu uygulama devam etmiştir. İslam hukukçuları da bu uygulamanın caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.

Bu konuda şu da bilinmelidir ki, bir kişi esir olmadan önce İslam'ı kabul etmişse, derhal serbest bırakılır, ama yakalanıp esir edildikten sonra İslam'ı kabul etmişse veya bir müslümana savaş ganimeti olarak verildikten sonra müslüman olduğunu iddia etmişse, bu onun serbest bırakılmasını sağlayamaz. Müsned-i Ahmed, Müslim ve Tirmizi'de İmran bin Husayn'ın anlattığına göre, Ukayl Oğulları'ndan bir şahıs esir alındıktan sonra, "İslam'ı kabul ettim" demişti. Hz. Peygamber (s.a) bunun üzerine şöyle buyurmuştu: "Sen bu sözü esir edilmeden önce söyleseydin, kesin olarak kurtulmuştun." Bu konuda Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Eğer bir kişi müslümanların eline geçtikten sonra İslam'ı kabul ederse, öldürülmekten kurtulur; ama, savaş ganimeti muamelesi görmekten kurtulamaz."

İslam hukukçuları, bunlardan yola çıkarak ittifakla, esir olduktan sonra İslam'ı kabul eden kişinin kölelikten kurtulamayacağını kabul etmişlerdir. (İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir). Bu görüş en makbul olanıdır. Çünkü, her esir edilen kişi İslam'ı kabul etmiş görünüp serbest bırakılırsa, hangi ahmak İslam'ı kabul etmiş görünmeyerek tutuklu ve esir kalmayı tercih eder.

7. İslam'da savaş esirlerine iyilik yapmanın üçüncü bir şekli de esirlerin cizye denilen vergilerle vergilendirilip zımmi vatandaş yapılması ve müslüman vatandaşlar gibi serbestçe, özgürlük içinde yaşamalarının sağlanmasıdır. İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir isimli kitabında şunları yazar: "Müslüman idarecinin, esirlere cizye koyarak veya haraç vergisi alarak serbest bırakma yetkisi vardır." Bu tarz uygulamalar, genel olarak, yeni fethedilen bir bölgenin esir edilen halkı hakkında yapılmıştır. Hz. Peygamber (s.a) Hayber halkına bu örneğe uygun bir uygulamada bulunmuştu. Daha sonra Hz. Ömer (r.a) Irak ve diğer ülkeleri fethettiği zaman büyük ölçüde bu örneğe uymuş ve ona göre hareket etmişti.

Ebu Ubeyd'in Kitabu'l-Emval'de yazdığına göre, Irak fethedilince, bölge halkından bazıları Hz. Ömer'e gelerek şöyle derler: "Ey mü'minlerin emiri! Biz bundan önce İran yönetimi altında idik, bize çok eziyet ettiler, çok kötü muamele ettiler, çeşit çeşit eza ve cefa çektirdiler. Sonra Allah sizi gönderdi, biz de sizin gelişinizden memnun olduk. Size karşı ne savunma yaptık, ne de yapılan savaşa katıldık. Duyduğumuza göre bizi köleleştirmek istiyormuşsunuz. Doğru mu?"

Hz. Ömer bunlara şu cevabı verir: "Müslümanlığı kabul etme veya cizye verme yollarından birini seçiniz ve özgürlüğünüzü koruyunuz." Onlar da cizye vermeyi seçerek serbest bırakılırlar. Bu kitabın başka bir yerinde Ebu Ubeyd şöyle nakleder: Hz. Ömer, Hz. Ebu Musa el-Eş'ari'ye şöyle yazar: "Savaşta ele geçirilen kimselerden çiftçi ve köylü olanlarını serbest bırakınız."

8. İyilik etmenin dördüncü bir şekli olarak da, esirin hiçbir bedel, vs. alınmadan serbest bırakılması vazedilmiştir. Bu, İslam devletinin esirin genel durumu karşısında kullandığı özel bir yetkidir. Bu özel yetki ile, onu hayat boyu memnun bırakarak düşmanlıktan dostluğa, kafirlikten müslümanlığa dönmesi ümidi ile esir serbest bırakılmaktadır. Aksi halde, düşman tarafın bir ferdini, yeniden müslümanlarla savaşması için serbest bırakmak hiçbir maslahata uygun düşmez. Bu bakımdan, İslam hukukçuları buna topluca muhalefet etmişler, cevaz verilebilmesi için de, "İslam devlet başkanı, esirlerin tamamının veya bir kısmının bir lütuf olarak salıverilmelerinde bir fayda görüyorsa, öyle hareket etmesinde bir sakınca yoktur." (el-Siyer el-Kebir) şartını koymuşlardır.

Hz. Peygamber (s.a) döneminde bu gibi pekçok uygulamalar görülmektedir ve hemen hemen hepsinde maslahat yönü açıkça ağır basmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) Bedir Savaşı esirleri ile ilgili olarak "Eğer Mut'im bin Adiy sağ olup da bu sefil adamları benden isteseydi, onun hatırı için bunları olduğu gibi serbest bırakırdım" buyurmuştu. (Müsned-i Ahmed, Buhari, Ebu Davud) Hz. Peygamber (s.a) bu sözü şunun için söylemişti: Hz. Peygamber (s.a) Taif'ten Mekke'ye geri döndüğünde Mut'im kendisini himayesine almış, oğlu da kılıcını eline alarak koruması altında Kabe'ye götürmüştü. Bu bakımdan Hz. Peygamber (s.a) onun iyiliğine karşılık vermek istiyordu.

Buhari, Müslim ve Müsned-i Ahmed'in rivayetlerine göre Yemame Reisi Sumame bin Usal esir edilip getirilince Hz. Peygamber (s.a) ona, "Sumame ne düşünüyorsun?" diye sordu. Sumame, "Beni öldürürseniz, kanının değeri çok yüksek birisini öldürmüş olursunuz. Eğer bana iyilik yapıp serbest bırakırsanız, sizden beklediğim davranışı yapmış olursunuz. Eğer mal-mülk istiyorsanız isteyin; derhal verilecektir." cevabını verdi. Üç gün boyunca Hz. Peygamber (s.a) ona bu soruyu sordu ve o da sürekli aynı cevabı verdi. Sonunda Hz. Peygamber (s.a) "Sumame'yi serbest bırakın" buyurdu. Sumame serbest bırakılır bırakılmaz yakındaki bir hurmalığa gitti; yıkanıp temizlendikten sonra geri gelerek kelime-i şehadet getirip müslüman oldu ve hareketini şöyle açıkladı: "Bu güne kadar insanlar içinde en çok senden, dinler içinde de en çok senin dininden nefret ediyordum. Ama şimdi, hiçbir şahıs ve hiçbir din benim için senden ve senin dininden daha sevimli değildir."

Sumame, daha sonra umre için Mekke'ye gittiğinde, "Peygamber izin vermediği müddetçe, bundan sonra size Yemame'den tahıl gelmeyecektir" diyerek Kureyşlileri tehdit etti ve bunu uyguladı. Bunun üzerine Mekkeliler Yemame'den gelen tahılın kesilmemesi için Hz. Peygamber'den (s.a) aracı olmasını istediler.

Hz. Peygamber (s.a) ayrıca, Kurayza Oğulları esirlerinden Zübeyr bin Bata ve Amr bin Sa'd'ın da hayatlarını bağışladı. Zübeyr'in hayatını bağışlamasının sebebi, cahiliye döneminde, Buas Savaşı sırasında onun, Ensardan Sabit bin Kays'ı himaye ederek koruması idi. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Sabit'e yaptığı iyiliğe karşılık olarak Zübeyr'i serbest bıraktı.

Amr bin Sa'd'ı ise, Kurayza Oğulları Hz. Peygamber'le (s.a) yaptıkları anlaşmayı bozdukları zaman, kabilesini gaddarlıktan menetmeye çalışmasına karşılık olarak serbest bıraktı. (Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval.)

Beni Mustalık gazasında kabileden alınan esirler getirilerek müslümanlara taksim edilmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a) Hz. Cüveyriye'yi hissesine düştüğü şahıstan satın aldı ve daha sonra nikahladı. Bunun üzerine bütün müslümanlar, "Artık bunların hepsi Peygamberimizin akrabası olmuşlardır" diyerek hisselerine düşen esirleri serbest bıraktılar. Böylece yüz kişi hürriyetine kavuşmuştu. (Müsned-i Ahmed, Tabakat-ı İbn Sa'd, Siret-i İbn Hişam)

Hudeybiye Anlaşması şartlarının hazırlandığı sıralarda, Mekke'den seksen kişi, sabah namazına yakın Tanim denilen mevkiden gelip Hz. Peygamber'in (s.a) çadırına ani bir baskın yaparak kendisini öldürmek istediler; ama hepsi de kıskıvrak yakalandılar. Fakat Hz. Peygamber (s.a), anlaşmanın o kritik noktasında bozularak savaş durumunun ortaya çıkmasını istemediği için hepsini serbest bıraktı. (Müslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, Müsned-i Ahmed).

Mekke fethedildiğinde, Hz. Peygamber (s.a) birkaç kişi hariç bütün Mekke halkını, bir lütuf olarak bağışladı. Sadece 3-4 kişinin hayatını bağışlamadı. Bütün Araplar, Mekkelilerin Hz. Peygamber'e (s.a) ve müslümanlara nasıl işkenceler yaptığını biliyordu. Buna karşılık Mekke'yi fethettikten sonra Hz. Peygamber'in (s.a) büyük bir müsamaha ile bu insanları bağışlaması Araplara öyle bir güven ve gönüllerine öyle bir sükun vermişti ki, artık onlar, bir diktatör, bir zalim ve bir kralla değil, son derece şefkatli, son derece zengin gönüllü, son derece merhametli bir liderle karşı karşıya bulunduklarını anlamışlardı.

İşte bu sebeble, Mekke'nin fethinden sonra bütün Arap Yarımadası'nın fethedilmesi iki seneyi geçmemişti.

Huneyn Savaşı'ndan sonra, Havazin kabilesinden bir heyet gelerek esirlerinin serbest bırakılmasını istemişti. Ama o sırada bütün esirler bölüştürülmüş durumdaydı. Hz. Peygamber (s.a) müslümanları toplayarak, "Bu insanlar tövbe etmiş ve pişman olmuşlardır. Esirlerinin geri verilmesini uygun görüyorum. Sizden kim hissesine düşen esiri kendi isteğiyle karşılıksız serbest bırakmak istiyorsa, o şekilde serbest bıraksın. Karşılık isteyenlere ise, Beytü'l-Mal'a ilk gelen gelirden karşılığını vereceğiz" buyurdu. Bunun üzerine 6.000 esir serbest bırakıldı. Karşılık isteyenlere de Beytü'l Mal'dan karşılığı verildi. (Buhari, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed, Tabakat-ı İbn Sa'd)

Bu olaydan anlaşılacağı üzere, devlet başkanı kendi isteği ile bölüştürülüp dağıtılan esirleri serbest bırakamaz. Ancak sahiplerinin rızaları alınarak veya onlara karşılığı verilerek serbest bırakılmaları mümkündür.

Hz. Peygamber'den (s.a) sonra, ashab döneminde de iyilik ve lütuf olarak esirlerin serbest bırakılmaları örneklerine rastlamaktayız. Sözgelimi Hz. Ebu Bekir, Eş'as bin Kays el-Kindi'yi serbest bıraktı. Hz. Ömer ise, Hürmüzan, Menazir ve Meysan esirlerine hürriyetlerini bağışladı. (Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval.)

9. Esirlerin para karşılığında serbest bırakılmaları örneğine Hz. Peygamber (s.a) döneminde sadece Bedir olayında rastlıyoruz. Esir başına 1.000 ile 4.000 dirhem arasında bedel alınarak serbest bırakılmışlardı. (Tabakat-ı İbn Sa'd, Kitabu'l-Emval.)

Bu tip bir uygulamayı ashap döneminde göremiyoruz. İslam hukukçuları genel olarak bunu uygun görmemişlerdir. Çünkü bu, para karşılığında serbest bırakılan esirin daha sonra silahlanarak yeniden müslümanlarla savaşmasına izin verilmesi anlamına gelmektedir.

Bununla birlikte Kur'an fidye alınmasına izin vermiş, Hz. Peygamber de (s.a) bir defa da olsa böyle bir uygulamada bulunmuştur. Bu bakımdan bu uygulama kesin olarak yasaklanmış değildir. İmam Muhammed el-Siyer el-Kebir isimli eserinde, "Müslümanlar mecbur kalırlarsa, esirleri para karşılığında serbest bırakabilirler" demiştir.

10. Esirlerin hizmetleri karşılığında serbest bırakılması uygulamasının örneğini de Bedir olayında görüyoruz. Kureyş esirlerinden, mali gücü olmadığı için fidye veremeyenlerin serbest bırakılmaları için Hz. Peygamber (s.a) her birinin Ensar çocuklarından on tanesine okuma-yazma öğretmesini şart koşmuştu. (Müsned-i Ahmed, Tabakat-ı İbn Sa'd, Kitabu'l-Emval)

11. Hz. Peygamber (s.a) döneminde, esir değişiminin çeşitli örneklerini görmekteyiz. Bir keresinde Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ebu Bekir'i (r.a) bir olayın çözümü için gönderdi. Bu olayda birkaç esir ele geçirilmişti.

Aralarında, Hz. Seleme bin Ekva'nın hissesine düşen son derece güzel bir kadın da vardı. Hz. Peygamber (s.a) bu kadını ısrarla isteyerek Hz. Seleme'den geri aldı ve onu Mekke'ye göndererek orada esir bulunan birkaç müslümanın serbest bırakılmasını sağladı. (Müslim, Ebu Davud, Tahavi, Kitabu'l-Emval, Tabakat-ı İbn Sa'd)

Hz. İmran bin Husayn'ın naklettiğine göre, bir keresinde Sakif kabilesi iki müslümanı esir almıştı. Bu olaydan bir süre sonra da Sakif ile aralarında yardımlaşma anlaşması olan Ukayl Oğulları'ndan bir kişi müslümanlar tarafından esir alındı. Hz. Peygamber (s.a) bu adamı Taif'e göndererek karşılığında esir edilen iki müslümanın serbest bırakılmasını sağladı. (Müslim, Tirmizi, Müsned-i Ahmed).

Müctehidlerden İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, İmam Şafi, İmam Malik ve İmam Ahmed, esir mübadelesini caiz görmektedirler. İmam Ebu Hanife'den nakledilen bir görüşe göre, mubadele caizdir, diğer bir görüşe göre de, mübadele caiz değilidr. Ama her şeye rağmen müslümanlığı kabul eden bir esirin mübadele sırasında kafirlere geri gönderilmeyeceği, bütün İslam müctehidlerince ittifakla kabul edilmiştir.

Bütün bu izahlardan anlaşıldığı üzere, İslam'ın savaş esirleriyle ilgili meseleler için ortaya koyduğu kanun, her zaman ve durumda uygulanabilme esnekliğine sahiptir. Kur'an'ın, savaş esirleri hakkındaki "Ondan sonra isterseniz iyilik yapıp serbest bırakın, isterseniz fidye alın" mealindeki ayetini dar anlamıyla ele alarak sınırlandıranlar, savaş esirleriyle ilgili uygulamaların çeşitli yönlerini, çeşitli zamanlarda ne kadar değişik problemler ortaya çıkardığını ve gelecekte ne tip problemler çıkaracağını bilmemektedirler.

9.Yani, eğer Allah sırf batıla tapanları yok etmek isteseydi, sizin yardımınıza ihtiyaç duymazdı. Bu işi, Allah'ın yarattığı bir yer sarsıntısı veya her tarafı kaplayan bir tufan da hallederdi. Fakat Allah, Hakk'a bağlı olan insanların batıla tapanlar ile mücadele etmelerini, onlara karşı cihad etmelerini istemektedir. Bu sayede, kimin içinde temiz hasletler varsa bu, imtihanla süslenerek ortaya çıkar; herkes yaptığı amelden dolayı hakettiği makam ve dereceye ulaşır.

10. Burada şu anlatılmaktadır: Bir insanın Allah yolunda mücadele ederken öldürülmesi, hiçbir zaman o kişinin canından olması, kendi varlığı da dahil olmak üzere yaptığı her işin heba olup gitmesi demek değildir. Bir kimse, şehidlerin canlarını feda etmelerinin bu dünyada kendileri için bir fayda sağlamadığını, ancak kendisinden sonra yaşayacak olanlar için bir fayda sözkonusu olduğunu zannederse, yanılmış olur. Aslında şehidlerin kendileri için de ölümleri bir kayıp değil, aksine bir kazançtır.

5 Onları hidayete erdirecek ve onların durumlarını düzeltip-ıslah edecektir.

6 Ve onları, kendilerine tarif edip-tanıttığı11 cennete sokacaktır.

7 Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz,12 O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.

AÇIKLAMA

11. Bu mükafat Allah yolunda can verenlere nasib olacaktır. Bunun üç derecesi zikrediliyor:

a) Allah'ın onlara, hidayete ermeleri için rehberlik etmesi,

b) Durumlarını düzeltmesi,

c) Kendilerini, onlara daha önce tanıttığı cennetine koyması.

Rehberlik yapmaktan maksadın, cennetin bulunduğu yöne doğru sevketmek olduğu açıktır. Durumun düzeltilmesinden maksat da, cennete girmeden önce Allah'ın onlara cennet giysileri giydirip süslemesi ve dünya hayatında kendilerine bulaşan pislikleri temizlemesidir.

Üçüncü kademede anlatılmak istenen ise şudur: Cennetin daha önce tanıtılması, dünyada Kur'an ve Hz. Peygamber'in (s.a.) diliyle Allah'ın, onlar için hazırladığı cennetin nasıl olduğunu anlatmasıdır. Onlar cennete ulaşınca, daha önce kendilerine tanıtılmış olan şeylerle karşılaşacaklar ve kendilerine va'd'edilen herşeyin verildiğini, bunda en küçük bir değişikliğin olmadığını anlayacaklardır.

12. Allah'a yardım etmenin en açık ifadesi, O'nun dinini yüceltmek için can ve malla cihad etmektir. Fakat bunun, daha önce açıkladığımız gibi gizli ve derin bir anlamı daha vardır. Bkz. Al-i İmran, an: 50.

8 İnkar edenler ise, yüzükoyun-düşüş, onlara olsun;13 (Allah,) onların amellerini giderip-boşa çıkarmıştır.

9 İşte böyle; çünkü onlar, Allah'ın indirdiğini çirkin (kerih) gördüler;14 bundan dolayı, O da, onların amellerini boşa çıkardı.

10 Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Allah, onları yerle bir etti. O kafirler için de bunun bir benzeri vardır.15

11 İşte böyle; çünkü Allah, iman etmekte olanların velisidir; kafirlerin ise, onların velisi yoktur.16

12 Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler;17 ateş, onlar için bir konaklama yeridir.

13 Seni s am