Mümin suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. 85 ayeti kerimeden oluşan Mümin suresi adını 28. ayette geçen "mü'min" kelimesinden almıştır. Mümin inanan kimse demektir. Mümin suresinde Allah'ın birliğini gösteren bazı delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır. İşte Mümin suresi, Mümin suresinin okunuşu ve anlamı
Hakkında
56 ve 57. ayetler hariç Mekke döneminde inmiştir. 85 ayettir. Sûre, adını 28.ayette geçen "mü'min" kelimesinden almıştır. Mü'min inanan kimse demektir. Âyette sözü edilen mü'min, Firavun ailesinin; gizlice iman eden ve çevresindekileri hakka yönlendirmeye çalışan bir ferdidir. Ayrıca sûre, Allah'ın sıfatlarından biri olan ve 3. ayette geçen "ğafir" kelimesinden dolayı "Ğafîr sûresi" diye de anılmaktadır. "Ğafir", bağışlayan demektir. Sûrede başlıca, Allah'ın birliğini gösteren bazı delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada kırkıncı, iniş sırasına göre altmışıncı sûredir. Zümer sûresinden sonra, Fussılet sûresinden önce Mekke'de inmiştir. "Ha-mîm" diye başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ilkidir.
Konusu
Mü'min sûresinde ağırlıklı olarak "Allah'ın ayetlerini tartışmaya kalkışanlar"dan, bu ayetlere karşı mücadele verenlerden söz edilmekte; genellikle Mekke putperestlerinin aristokrat tabakasından oluşan bu kesimin karakteri, genel tutumları ve amaçlarıyla görecekleri cezalar üzerinde durulmaktadır. Sûre, Allah'ın rahmetinin ve ilminin genişliği, kudretinin sınırsızlığı; ilahî hakikatleri yalanlamaya kalkışanların cezaları ve pişmanlıkları, uhrevî yargılamanın adaletli oluşu gibi konulara dair açıklamalarla başlar. Hz. Mûsa ile Firavun ve onu izleyenler arasında geçen mücadeleye değinilirken Mûsa'nın dinine gizlice inanmış bir müminin inkarcılara yönelttiği anlamlı ve yararlı uyarılara yer verilir. Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve O'ndan başkası için yapılan ibadetlerin geçersiz olduğu, Allah'a şükretmekten yüz çevirenlerin bu yanlıştan dönmelerini sağlamak üzere onlara ilahî nimetlerin hatırlatılması, öldükten sonra tekrar dirilmenin mümkün olduğunun kanıtlanması ve bu konuda insanların uyarılması, Allah Teala'nın resulünü destekleyeceğine dair vaadi sûrenin başlıca konularındandır. Sûre, ellerinde fırsat varken gerçeği görüp Hz. Peygamber'in getirdiği açık seçik gerçekleri kabul edecekleri yerde, kendi temelsiz bilgilerine güvenerek kibre kapılıp inkar yolunu seçenlerin ilahî ceza ile yüzyüze geldiklerinde inanmalarının artık kendilerine fayda vermeyeceği uyarısında bulunan açıklamalarla son bulmaktadır.
Fazileti
Ebû Hüreyre'nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, Mü'min sûresinin ilk üç ayeti ile Âyetü'l-kürsî'yi (Bakara 2/255) sabah akşam okuyan bir kimsenin bu sayede korunacağını ifade etmiştir (Tirmizî, "Sevabü'l-Kur'an", 2).
MÜMİN SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI
Mü`min 1 (Mealleri Karşılaştır): Ha mîm.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ حمٓ
Ha Mîm.
Mü`min 2 (Mealleri Karşılaştır): Tenzîlul kitabi minallahil azîzil alîm(alîmi).
تَنزِيلُ ٱلْكِتَٰبِ مِنَ ٱللَّهِ ٱلْعَزِيزِ ٱلْعَلِيمِ
(2-3) Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O'nadır.
Mü`min 3 (Mealleri Karşılaştır): Gafiriz zenbi ve kabilit tevbi şedîdil ikabi zît tavl(tavli), la ilahe illa hûve, ileyhil masîr(masîru).
غَافِرِ ٱلذَّنۢبِ وَقَابِلِ ٱلتَّوْبِ شَدِيدِ ٱلْعِقَابِ ذِى ٱلطَّوْلِ ۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ إِلَيْهِ ٱلْمَصِيرُ
(2-3) Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş ancak O'nadır.
Mü`min 4 (Mealleri Karşılaştır): Ma yucadilu fî ayatillahi illellezîne keferû fe la yagrurke tekallubuhum fîl bilad(biladi).
مَا يُجَٰدِلُ فِىٓ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ إِلَّا ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِى ٱلْبِلَٰدِ
Allah'ın ayetleri hakkında inkar edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.
Mü`min 5 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzabu min ba'dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye'huzûhu ve cadelû bil batılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kane ıkab(ıkabi).
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَٱلْأَحْزَابُ مِنۢ بَعْدِهِمْ ۖ وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍۭ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ ۖ وَجَٰدَلُوا۟ بِٱلْبَٰطِلِ لِيُدْحِضُوا۟ بِهِ ٱلْحَقَّ فَأَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
Onlardan önce Nûh'un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
Mü`min 6 (Mealleri Karşılaştır): Ve kezalike hakkat kelimetu rabbike alellezîne keferû ennehum ashabun nar(nari).
وَكَذَٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓا۟ أَنَّهُمْ أَصْحَٰبُ ٱلنَّارِ
Böylece Rabbinin, inkar edenler hakkındaki, "Onlar cehennemliklerdir" sözü gerçekleşmiş oldu.
Mü`min 7 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu'minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne amenû, rabbena vesi'te kulle şey'in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tabû vettebeû sebîleke vekıhim azabel cahîm(cahîmi).
ٱلَّذِينَ يَحْمِلُونَ ٱلْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُۥ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِۦ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَىْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَٱغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا۟ وَٱتَّبَعُوا۟ سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ ٱلْجَحِيمِ
Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O'na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru."
Mü`min 8 (Mealleri Karşılaştır): Rabbena ve edhilhum cennati adninilletî vaadtehum ve men salaha min abaihim ve ezvacihim ve zurriyyatihim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
رَبَّنَا وَأَدْخِلْهُمْ جَنَّٰتِ عَدْنٍ ٱلَّتِى وَعَدتَّهُمْ وَمَن صَلَحَ مِنْ ءَابَآئِهِمْ وَأَزْوَٰجِهِمْ وَذُرِّيَّٰتِهِمْ ۚ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ
"Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin."
Mü`min 9 (Mealleri Karşılaştır): Vekıhimus seyyiat(seyyiati), ve men tekıs seyyiati yevme izin fe kad rahimteh(rahimtehu) ve zalike huvel fevzul azîm(azîmu).
وَقِهِمُ ٱلسَّيِّـَٔاتِ ۚ وَمَن تَقِ ٱلسَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۥ ۚ وَذَٰلِكَ هُوَ ٱلْفَوْزُ ٱلْعَظِيمُ
"Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır."
Mü`min 10 (Mealleri Karşılaştır): İnnellezîne keferû yunadevne le maktullahi ekberu min maktikum enfusekum iz tud'avne ilel îmani fe tekfurûn(tekfurûne).
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ ٱللَّهِ أَكْبَرُ مِن مَّقْتِكُمْ أَنفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى ٱلْإِيمَٰنِ فَتَكْفُرُونَ
İnkar edenler var ya, muhakkak onlara: "Allah'ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkar ederdiniz" diye seslenilir.
Mü`min 11 (Mealleri Karşılaştır): Kalû rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa'terefna bi zunûbina fe hel ila hurûcin min sebîl(sebîlin).
قَالُوا۟ رَبَّنَآ أَمَتَّنَا ٱثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا ٱثْنَتَيْنِ فَٱعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَىٰ خُرُوجٍ مِّن سَبِيلٍ
Onlar da şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?"
Mü`min 12 (Mealleri Karşılaştır): Zalikum bi ennehû iza duiyallahu vahdehu kefertum, ve in yuşrek bihî tu'minû, fel hukmu lillahil aliyyil kebîr(kebîri).
ذَٰلِكُم بِأَنَّهُۥٓ إِذَا دُعِىَ ٱللَّهُ وَحْدَهُۥ كَفَرْتُمْ ۖ وَإِن يُشْرَكْ بِهِۦ تُؤْمِنُوا۟ ۚ فَٱلْحُكْمُ لِلَّهِ ٱلْعَلِىِّ ٱلْكَبِيرِ
"Bu, sizin tevhid çerçevesinde Allah'a çağrıldığında inkar etmeniz, O'na ortak koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'a aittir."
Mü`min 13 (Mealleri Karşılaştır): Huvellezî yurîkum ayatihî ve yunezzilu lekum mines semai rızka(rızkan), ve ma yetezekkeru illa men yunîb(yunîbu).
هُوَ ٱلَّذِى يُرِيكُمْ ءَايَٰتِهِۦ وَيُنَزِّلُ لَكُم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ رِزْقًا ۚ وَمَا يَتَذَكَّرُ إِلَّا مَن يُنِيبُ
O, size ayetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O'na yönelen, düşünüp ibret alır.
Mü`min 14 (Mealleri Karşılaştır): Fed'ûllahe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kafirûn(kafirûne).
فَٱدْعُوا۟ ٱللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ ٱلدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ ٱلْكَٰفِرُونَ
O halde, kafirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin.
Mü`min 15 (Mealleri Karşılaştır): Refîud derecati zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî ala men yeşau min ıbadihî li yunzire yevmet telak(telakı).
رَفِيعُ ٱلدَّرَجَٰتِ ذُو ٱلْعَرْشِ يُلْقِى ٱلرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِۦ عَلَىٰ مَن يَشَآءُ مِنْ عِبَادِهِۦ لِيُنذِرَ يَوْمَ ٱلتَّلَاقِ
O, dereceleri hakkıyla yükseltendir, Arş'ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, iradesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir.
Mü`min 16 (Mealleri Karşılaştır): Yevme hum barizûn(barizûne) la yahfa alallahi min hum şey'un, li menil mulkul yevm(yevme), lillahil vahidil kahhar(kahhari).
يَوْمَ هُم بَٰرِزُونَ ۖ لَا يَخْفَىٰ عَلَى ٱللَّهِ مِنْهُمْ شَىْءٌ ۚ لِّمَنِ ٱلْمُلْكُ ٱلْيَوْمَ ۖ لِلَّهِ ٱلْوَٰحِدِ ٱلْقَهَّارِ
O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hakimiyeti altında tutan Allah'ındır
Mü`min 17 (Mealleri Karşılaştır): El yevme tucza kullu nefsin bima kesebet, la zulmel yevm(yevme), innallahe serîul hisab(hisabi).
ٱلْيَوْمَ تُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍۭ بِمَا كَسَبَتْ ۚ لَا ظُلْمَ ٱلْيَوْمَ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ سَرِيعُ ٱلْحِسَابِ
Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Mü`min 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve enzirhum yevmel azifeti izil kulûbu ledel hanaciri kazımîn(kazımîne), ma liz zalimîne min hamîmin ve la şefîin yutau.
وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ ٱلْءَازِفَةِ إِذِ ٱلْقُلُوبُ لَدَى ٱلْحَنَاجِرِ كَٰظِمِينَ ۚ مَا لِلظَّٰلِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ
Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.
Mü`min 19 (Mealleri Karşılaştır): Ya'lemu hainetel a'yuni ve ma tuhfîs sudûr(sudûru).
يَعْلَمُ خَآئِنَةَ ٱلْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِى ٱلصُّدُورُ
Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.
Mü`min 20 (Mealleri Karşılaştır): Vallahu yakdî bil hakk(hakkı), vellezîne yed'ûne min dûnihî la yakdûne bi şey'in, innallahe huves semîul basîr(basîru).
وَٱللَّهُ يَقْضِى بِٱلْحَقِّ ۖ وَٱلَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِۦ لَا يَقْضُونَ بِشَىْءٍ ۗ إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْبَصِيرُ
Allah, hak ve adaletle hükmeder. Allah'tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
Mü`min 21 (Mealleri Karşılaştır): E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kane akibetullezîne kanû min kablihim, kanû hum eşedde min hum kuvveten ve asaran fîl ardı fe ehazehumullahu bi zunûbihim ve ma kane lehum minallahi min vak(vakın).
۞ أَوَلَمْ يَسِيرُوا۟ فِى ٱلْأَرْضِ فَيَنظُرُوا۟ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلَّذِينَ كَانُوا۟ مِن قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا۟ هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَءَاثَارًا فِى ٱلْأَرْضِ فَأَخَذَهُمُ ٱللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُم مِّنَ ٱللَّهِ مِن وَاقٍ
Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı.
Mü`min 22 (Mealleri Karşılaştır): Zalike bi ennehum kanet te'tîhim rusuluhum bil beyyinati fe keferû fe ehazehumullah(ehazehumullahu), innehu kaviyyun şedîdul ikab(ikabi).
ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ رُسُلُهُم بِٱلْبَيِّنَٰتِ فَكَفَرُوا۟ فَأَخَذَهُمُ ٱللَّهُ ۚ إِنَّهُۥ قَوِىٌّ شَدِيدُ ٱلْعِقَابِ
Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar inkar ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezası da çok şiddetlidir.
Mü`min 23 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad erselna mûsa bi ayatina ve sultanin mubîn(mubînin).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِـَٔايَٰتِنَا وَسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
(23-24) Andolsun ki biz Mûsa'yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a, Haman'a ve Karûn'a gönderdik. Onlar ise; "Bu çok yalancı bir sihirbazdır" dediler.
Mü`min 24 (Mealleri Karşılaştır): İla fir'avne ve hamane ve karûne fe kalû sahirun kezzab(kezzabun).
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَهَٰمَٰنَ وَقَٰرُونَ فَقَالُوا۟ سَٰحِرٌ كَذَّابٌ
(23-24) Andolsun ki biz Mûsa'yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a, Haman'a ve Karûn'a gönderdik. Onlar ise; "Bu çok yalancı bir sihirbazdır" dediler.
Mü`min 25 (Mealleri Karşılaştır): Fe lemma caehum bil hakkı min indina kalûktulû ebnaellezîne amenû meahu vestahyû nisaehum, ve ma keydul kafirîne illa fî dalal(dalalin).
فَلَمَّا جَآءَهُم بِٱلْحَقِّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا۟ ٱقْتُلُوٓا۟ أَبْنَآءَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ مَعَهُۥ وَٱسْتَحْيُوا۟ نِسَآءَهُمْ ۚ وَمَا كَيْدُ ٱلْكَٰفِرِينَ إِلَّا فِى ضَلَٰلٍ
Mûsa onlara tarafımızdan gerçeği getirince, "Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın" dediler. Fakat kafirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır.
Mü`min 26 (Mealleri Karşılaştır): Ve kale fir'avnu zerûnî aktul mûsa vel yed'u rabbeh(rabbehu), innî ehafu en yubeddile dînekum ev en yuzhire fîl ardıl fesad(fesade).
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُونِىٓ أَقْتُلْ مُوسَىٰ وَلْيَدْعُ رَبَّهُۥٓ ۖ إِنِّىٓ أَخَافُ أَن يُبَدِّلَ دِينَكُمْ أَوْ أَن يُظْهِرَ فِى ٱلْأَرْضِ ٱلْفَسَادَ
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Mûsa'yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum."
Mü`min 27 (Mealleri Karşılaştır): Ve kale mûsa innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin la yû'minu bi yevmil hisab(hisabi).
وَقَالَ مُوسَىٰٓ إِنِّى عُذْتُ بِرَبِّى وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ ٱلْحِسَابِ
Mûsa da, "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım" dedi.
Mü`min 28 (Mealleri Karşılaştır): Ve kale raculun mû'minun min ali fir'avne yektumu îmanehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallahu ve kad caekum bil beyyinati min rabbikum, ve in yeku kaziben fe aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sadikan yusibkum ba'dullezî yeidukum, innallahe la yehdî men huve musrifun kezzab(kezzabun).
وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ ءَالِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَٰنَهُۥٓ أَتَقْتُلُونَ رَجُلًا أَن يَقُولَ رَبِّىَ ٱللَّهُ وَقَدْ جَآءَكُم بِٱلْبَيِّنَٰتِ مِن رَّبِّكُمْ ۖ وَإِن يَكُ كَٰذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۥ ۖ وَإِن يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُم بَعْضُ ٱلَّذِى يَعِدُكُمْ ۖ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يَهْدِى مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ
Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabbim Allah'tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez."
Mü`min 29 (Mealleri Karşılaştır): Ya kavmi lekumul mulkul yevme zahirîne fîl ardı fe men yensuruna min be'sillahi in caena, kale fir'avnu ma urîkum illa ma era ve ma ehdîkum illa sebîler reşad(reşadi).
يَٰقَوْمِ لَكُمُ ٱلْمُلْكُ ٱلْيَوْمَ ظَٰهِرِينَ فِى ٱلْأَرْضِ فَمَن يَنصُرُنَا مِنۢ بَأْسِ ٱللَّهِ إِن جَآءَنَا ۚ قَالَ فِرْعَوْنُ مَآ أُرِيكُمْ إِلَّا مَآ أَرَىٰ وَمَآ أَهْدِيكُمْ إِلَّا سَبِيلَ ٱلرَّشَادِ
"Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hakim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah'ın azabından kim kurtarır?" Firavun, "Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum" dedi.
Mü`min 30 (Mealleri Karşılaştır): Ve kalellezî amene ya kavmi innî ehafu aleykum misle yevmil ahzab(ahzabi).
وَقَالَ ٱلَّذِىٓ ءَامَنَ يَٰقَوْمِ إِنِّىٓ أَخَافُ عَلَيْكُم مِّثْلَ يَوْمِ ٱلْأَحْزَابِ
(30-31) İman etmiş olan adam dedi ki: "Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez."
Mü`min 31 (Mealleri Karşılaştır): Misle de'bi kavmi nûhın ve adin ve semûde vellezîne min ba'dihim, ve mallahu yurîdu zulmen lil ibad(ibadi).
مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَٱلَّذِينَ مِنۢ بَعْدِهِمْ ۚ وَمَا ٱللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِّلْعِبَادِ
(30-31) İman etmiş olan adam dedi ki: "Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez."
Mü`min 32 (Mealleri Karşılaştır): Ve ya kavmi innî ehafu aleykum yevmet tenad(tenadi).
وَيَٰقَوْمِ إِنِّىٓ أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ ٱلتَّنَادِ