Trend

Mürselat Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir?

Dinimizin direği olan namaz için okunması şart koşulmuş, olmazsa olmaz denilmiş sure olan Mürselat suresinin iniş (Nüzul) sebebi merak ediliyor. Bu haberimizde, Mürselat Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir? sorusunun cevabını bulacaksınız.

Dinimizin direği olan namaz için okunması şart koşulmuş, olmazsa olmaz denilmiş sure olan Mürselat suresinin iniş (Nüzul) sebebi merak ediliyor. Bu haberimizde, Mürselat Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir? sorusunun cevabını bulacaksınız.

1. Yemin olsun ilahî emirlerle, iyiliklerle birbiri ardından gönderilenlere,

2. Şiddetle esip savuranlara,

3. Yaydıkça yayanlara,

4. Hakla batılı birbirinden ayırdıkça ayıranlara,

5. Böylece peygamberlere ilahî vahyi taşıyanlara,

6. İnsanların özrünü ortadan kaldırmak veya uyarmak için:

7. Size va'dedilen kıyamet kesinlikle gerçekleşecektir!

Allah Teala, kıyametin mutlaka kopacağını haber vermek üzere, sonsuz kudretini gösteren beş şey üzerine yemin eder. Bunlar hakkındaki izahlardan ikisi bizim için önem taşımaktadır:

Birincisi; üzerine yemin edilen varlıklar meleklerdir. Allah meleklerle vahiy ve diğer buyruklarını gönderdiği için onlara اَلْمُرْسَلَاتُ (mürselat) denir. Şiddetle esen rüzgar gibi Allah'ın emirlerini sür'atle yerine getirdikleri için onlara اَلْعَاصِفَاتُ (asıfat) denir. Gökte kanatlarını açtıkları ve yeryüzünde şeriatleri yaydıkları, yahut mahşerde amel defterlerini yaydıkları için onlara اَلنَّاشِرَاتُ (naşirat) denir. Hak ile batılı birbirinden ayırdıkları için bunlara اَلْفَارِقَاتُ (farikat) denir. İnsanların özür dilemelerine mani olmak ve inkarcıları korkutmak üzere Peygamberlere vahyi getirdikleri için de onlara اَلْمُلْقِيَاتُ (mülkıyat) denir. (bk. Saffat 37/1-3; Zariyat 51/1-4; Naziat 79/1-5)

İkincisi; üzerine yemin edilen bu şeyler, rüzgarlardır. Allah onları değişik yönlerden ard arda gönderdiği için bunlara اَلْمُرْسَلَاتُ (mürselat) (bk. Rum 31/48); bazan esişleri şiddetlenip fırtına haline geldikleri için اَلْعَاصِفَاتُ (asıfat) (bk. Yûnus 10/22); bulutları kaldırıp yaydıkları, bitkilerin, ekinlerin, ağaçların yetişip yayılmasına yardımcı oldukları için اَلنَّاشِرَاتُ (naşirat) (bk. Rum 31/48; Hicr 15/22); zalimleri helak ederek Allah'ın dostlarıyla düşmanlarını birbirinden ayırdıkları için اَلْفَارِقَاتُ (farikat) (bk. Hakka 69/6); gördükleri hadiselerden ders ve ibret alan akıllı kimseler rüzgarların şiddetli esişini görünce Allah'ın kudretini hatırlayıp O'na sığındıkları, böylece rüzgarlar onların kalbine Allah'a yönelme, O'na iman ve kulluk bakımından bir öğüt bıraktığı için de اَلْمُلْقِيَاتُ (mülkıyat) denmiştir.

İster melekler isterse rüzgarlar olsun, hepsini yaratan, onlara belli vazifeler yükleyen, onları gönderen, estiren, koşturan, böylece muazzam kainat nizamını kurup devam ettiren Allah Teala olduğu için, şüphesiz O, kıyametle birlikte bu nizamı bozmaya ve ahirete ait yeni bir nizam kurmaya, va'dettiği şeyleri yerine getirmeye elbette kadirdir. O halde size vaat edilen kıyamet ve ötesindeki her şey mutlaka vuku bulacaktır.

Şimdi seyredin o dehşetli günde neler olacağını:
8. Yıldızlar silindiği zaman,

9. Gökyüzü yarıldığı zaman,

10. Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,

11. Peygamberlerin ümmetleri için ne vakit şahitlik yapacakları belirlendiği zaman artık kıyamet kopmuştur!

12. Peki, bütün bunlar hangi güne ertelenmiştir?

13. Hüküm gününe.

14. Sen, hüküm gününün ne olduğunu bilir misin?

Kıyametle birlikte gökte ve yerde büyük bir yıkım olacak; yıldızlar silinecek, gökyüzü yarılacak ve dağlar yerlerinden sökülecek, darmadağın olup savrulacaklardır. Peygamberlere, gönderildikleri toplumlar hakkında lehte veya aleyhte şahitlik yapmaları için vakitleri tayin edilecektir. O da mahşerde toplanma günüdür. Nitekim ayet-i kerîmelerde buyrulur:

"Allah kıyamet günü peygamberleri toplayacak ve: «Tebliğinize karşılık ümmetlerinizden nasıl bir mukabele gördünüz?» buyuracak, onlar da: «Bizim bu hususta hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz bütün gizlilikleri hakkiyle bilen ancak sensin» diyecekler." (Maide 5/109)

"Kıyamet günü her ümmetten bir şahit getirip, Rasûlüm, seni de bunlar üzerine şahit kıldığımız vakit o kafirlerin halleri nice olacak?" (Nisa 4/41)

"Yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanır. Kitap ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir. İnsanların arasında hak ve adaletle hüküm verilir. Kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz." (Zümer 39/69)

Kıyametin bir ismi de "fasıl günü"dür. Bu, "hüküm günü" demektir. Çünkü o günde insanlar arasında adaletle hükmedilecek, haklı ile haksız, iyi ile kötü, cennetlikle cehennemlik birbirinden ayrılacaktır.

Bu bakımdan dini yalanlayanlar şöyle uyarılır:
15. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

وَيْلٌ (veyl), bir felaket olunca durumun fecaatini belirtmek için söylenen bir sözdür. "Yazık yazık! Vay haline!" demektir. Bu kelime "uçuruma yuvarlanmak", "helak ve ziyana uğramak" gibi manalar yanında, birine azap temennî etmek için de kullanılır. Buna göre "Yalanlayanlara veyl olsun" buyrulmakla, hem onların hallerinin fecaati, hem de belaya layık olup cezayı hak ettikleri haber verilmiş olur. Bu ayet sûre boyunca on kez tekrar edilir. Her defasında da peşine geldiği ayetlere göre bir mana ifade eder. Burada "hüküm gününü yalanlayanlar" kastedilir. İçinde bulunduğunuz çağda dini yalanlayanlar, önceki inkarcıların acı sonlarına bir baksınlar:
16. Biz önceki nesilleri, bu yalanlamaları sebebiyle helak etmedik mi?

17. Onların arkasından gelip, aynı şekilde davrananları da elbette onların akibetine uğratırız.

18. İşte hayatları günah hasadından ibaret inkarcı suçlulara biz böyle yaparız.

19. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Âhiretin varlığı hakkında tarihten delil getirilir. İnsanlık tarihine bakılacak olursa ahiretin gerçekliği anlaşılır. Çünkü ahireti inkar edip bu dünyayı asıl hayat zanneden; bu dünyada elde edeceği neticeleri, iyilik ve kötülüğü ölçü kabul ederek ahlaki değerleri ona bağlayan bütün kavimlerin istisnasız hepsi de helak olmuşlardır. Dolayısıyla ahireti hesaba katmadan davrananlar hüsrana uğrarlar. Bir ticaret erbabının, ticaretle alakalı bilinen açık bir gerçeği, yüzlerce kez tecrübe edilmiş bir kaideyi hesaba katmadan, gözü kapalı davranıp da zarar etmesi gibi, bunlar da kesinlikle zarar ederler. Zira Allah'ın tarihte cereyan eden değişmez kanununa göre, ahireti inkar edenler, helaka uğrayan geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, sonunda aynı felakete uğramalarının kaçınılmaz olduğunu göreceklerdir. Bundan önce hiçbir kavim bu akıbetten istisna edilmemiştir, kıyamete kadar da istisna edilmeyecektir. Bu açık hakikati yalanlayanların hali, o gün pek feci olacak, helak ve azaba düçar kalacaklardır.

Halbuki insan, kendi varlığı üzerinde cereyan eden şu ilahî kudret akışlarını ve azamet tecellilerini düşünecek olsa, hiç inkara saplanması mümkün olabilir mi:
20. Ey insanlar! Biz sizi değersiz bir sudan yaratmadık mı?

21. Sonra onu sağlam bir yere yerleştirdik;

22. Belli bir süreye kadar.

23. Biz, insanın yaratılışını işte böyle gerçekleştirdik. Ne mükemmeldir bizim bir şeyi gerçekleştirme kudretimiz!

24. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Cenab-ı Hakk'ın nihayetsiz kudretine ve ölüleri dirilteceğine dair üçüncü delil, bizzat insanın kendi yaratılışıdır. Onun yaratıldığı "hakir, değersiz su", meni ve onun içinde insanın tohumunu teşkil eden nutfedir. Menî necisdir; temizlenmek için onun değdiği yeri yıkamak gerekir. O suyun yerleştirildiği sağlam yer, "ana rahmi"dir. "Belli bir süre" ise, bebeğin ana rahminde gelişimini tamamladığı hamilelik müddetidir. İnsanı, pek önemsenmeyen bir damla sudan, en gelişmiş mikroskopla bile görülmesi mümkün olmayan bir nutfeden başlatıp belli kademelerden geçirerek mükemmel bir varlık haline getiren Allah Teala, elbette kusursuz bir ilim ve kudret sahibidir. İnsanın bunu unutup Rabbine isyan etmesi ise cezayı gerektiren en büyük bir nankörlüktür. Diğer taraftan, böyle basit bir sudan insan gibi son derece mükemmel bir varlığı yaratan ilahî kudretin, onu öldükten sonra da yaratmaya güç yetireceği gözler önüne serilmiş olmaktadır.

İsterseniz bir de, büyük bir ilahî kudret delili olarak yere ve dağlara bakın:
25. Biz yeryüzünü bir toplanma mekanı yapmadık mı:

26. Hem diriler, hem ölüler için?

27. Üstüne de sarsılmaz, sabit yüce dağlar diktik; size tatlı sular içirdik.

28. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Dördüncü delil, yeryüzüdür; Allah Teala'nın buradaki kudret tecellileridir. اَلْكِفْتُ (kift) ve اَلْكِفَاتُ (kifat), toplamak, kendine çekmek, kucaklamak demektir. Bilindiği ve görüldüğü üzere yeryüzü bütün insanları, ölüleri ve dirileri bir ana kucağı gibi bağrına basmaktadır. Eğer arz çekim kuvvetiyle üstündekileri kendine çekmese, üzerinde bulunan her şey, ölüler ve diriler savrulur gider. Fakat o ilahî kudretin kendine verdiği çekim kuvvetiyle dirileri toprağın üstünde, ölüleri de altında taşımaktadır. Ayrıca ayetlerin işaretine göre mahşer yerinde ilahî huzurdaki büyük toplantı da yine bu yer üzerinde olacaktır. Kimse buradan başka bir yere kaçamayacak, ilahî kudretin kabzasından dışarı çıkamayacaktır. Ayrıca yeryüzüne yerleştirilen, bir taraftan ağır basan sabit oturaklı, bir taraftan da başlarını göklere kaldırmış yüce dağlar; nehirlerden, derelerden, çeşmelerden akan tatlı sular hem birer büyük nimet hem de Allah'ın kudretinin açık işaretleridir. Bu işaretleri yalanlayanlara, görmezden gelenlere elbette yazık, çok yazık olacaktır. Bu inkarcı nankörler ahirette pek dehşetli bir azaba uğrayacaklardır. Şöyle ki:

29. O gün inkarcılara şöyle denir: "Haydi, yalan saydığınız o azaba doğru gidin!"

30. "Üç sütun halinde yükselen o kapkara cehennem dumanının gölgesine girin!"

31. Bir gölge ki ne serinlik verir, ne de alevden korur.

32. O ateş, saraylar büyüklüğünde kıvılcımlar fırlatır;

33. Sarı erkek deve sürüleri gibi dağılan kıvılcımlar.

34. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Bu ayetlerde, Allah'ın kudretini ve hüküm gününü yalanlayanların o gün çarptırılacakları azabın korkunçluğu tasvir edilir. Onlara, azarlayıcı ve aşağılayıcı bir hitapla, "Haydi, defolun!" denilerek yalanladıkları o azabın içine girmeleri emredilir. Böylece yeryüzü onlardan boşaltılır ve inkar ede geldikleri o azaba sevk edilirler. "Üç sütun halinde yükselen duman", cehennem yakıtlarının çıkardığı üçe ayrılmış yoğun dumandır. Fakat bu gölgeler, öyle serinlik veren bir gölge değildir. Çatal çatal dikilen cehennem alevlerinin gölgesidir. Bunlar, altına sığınanları alevlerden de korumaz. Çünkü çatallıdır; çatallarının arasından alevler hücum eder. Onun için bu gölgeler bir şeye yaramaz, sığınmaya gelmez. O cehennemin alev saçan ateşi, öyle büyük ve dehşetlidir ki, saraylar gibi yahut büyük odun kütükleri gibi kıvılcımlar atar. Bu benzetme, saçılan kıvılcımların büyüklüğünü gösterir. Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı erkek deve sürüleri gibidir. Bu benzetme de renk, çokluk ve hareket itibariyledir. Üstelik erkek deve daha büyük ve daha kuvvetlidir. İşte sadece kıvılcımları böyle olan cehennem ateşinin ve alevlerinin ne kadar salgın ve dehşetli olduğunu tasavvur etmek gerekir.

Mahşer gününden bir başka dehşet tablosu:
35. Bugün, onların tek bir kelime bile edemeyecekleri bir gündür.

36. Kendilerine izin verilmez ki, özür dileyebilsinler.

37. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

38. Bugün hüküm günüdür. Sizi de, öncekileri de bir araya topladık.

39. Cezamdan kurtulmak için varsa bir hîleniz, bir düzeniniz, hiç durmayın, beni atlatmak için hemen uygulayın!

40. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Kur'an'daki verilen bilgilerden anlaşıldığına göre mahşer gününün çeşitli safhaları olacaktır. Her safhanın kendine has halleri vardır. Burada kafirlerin cehenneme girmeden önceki son durumları arz edilir. Zira bu hususla alakalı başka ayetlerin bildirdiğine göre kafirler ve günahkarlar bundan önce mahşer meydanında pek çok mazeret ileri sürecekler. Kendi suçlarını birilerine yüklemeye çalışacak, kendilerinin masum olduğunu ispata gayret edecekler. Kendilerini saptıranlarla cedelleşecekler. Hatta bazıları, pek çok ayette belirtildiği gibi utanmadan suçlarını inkar etmeye çalışacak. Fakat onların elleri, ayakları ve bütün azaları aleyhlerinde şahitlik edecektir. Suçları tamamen ispatlanıp, ilahî hak ve adalet ölçülerine göre hiçbir yönden eksiklik kalmadıktan sonra suçlarının cezası bildirilecektir. İşte o zaman onlara hiçbir söz hakkı kalmayacaktır. Artık hiç bir mazeretleri kabul edilmeyecektir. Ne özür dilemelerine imkan, ne de kendilerini müdafaaya izin verilecektir. Bundan maksat, onların kendilerini savunma haklarını gasp değil, elbette ki bütün suçları ispatlandıktan sonra artık hiçbir delilleri kalmayacağını beyandır. Böylece onların ağızları kapatılmış olacak ve ebedi azaba sürükleneceklerdir.

Ömürlerini Allah'a duydukları derin bir saygı ve korku içerisinde güzel bir kullukla dolduranlara gelince:
41. Gönülleri Allah'a karşı saygıyla dopdolu olup O'na itaatsizlikten sakınanlar, serinletici gölgeler altında ve pınar başlarındadır.

42. Canlarının çektiği türlü türlü meyveler arasında.

43. Onlara: "Dünyada yaptığınız iyiliklerin mükafatı olarak şimdi afiyetle yiyin, için!"

44. "İyilik eden ve işini güzel yapanları işte biz böyle mükafatlandırırız" buyrulur.

45. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

Kafirlerin hazin ve feci durumlarına karşılık kalplerinde Allah'a karşı pek derin bir saygı besleyip, O'na itaatsizlikten kaçınan ve emirlerini titizlikle yapmaya çalışanların nimet, huzur ve saadet dolu halleri tasvir edilir. Önceki ayetlerde cehennemlikler için üç türlü azap sayıldı: Onlar;

› Saraylar veya kütükler gibi kocaman,

› Sarı erkek deve sürüleri gibi çok ve hareketli kıvılcımlar atan,

› Serinlik vermeyen ve alevden korumayan üç çatallı bir gölgenin altına götürüldüler.

Buna mukabil Allah'tan korkup günahlardan sakınanlara üç nimet sayılır: Onlar da;

› Serinletici gölgeler altına,

› Pınarların, çeşmelerin başlarına,

› Gönüllerinin çektiği türlü türlü meyvelerin arasına yerleştirildiler. Bunlardan afiyetle yiyip içmelerine müsaade buyruldu.

Elbette kıyameti, cenneti ve cehennemi yalanlayanların, takva sahiplerine verilen bu nimetler karşısında içine düştükleri azabın fecaat ve vahameti daha da artacak ve hallerinin perişanlığı bütün netliği ile ortaya çıkacaktır.

O halde:
46. Ey kafirler! Şu pek kısa ömürde yiyin, için, zevklenin bakalım. Ama unutmayın ki, siz inkarcı suçlularsınız.

47. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!

48. Onlara: "Haydi, Allah'ın huzurunda boyun eğin, O'na kullukta bulunun!" dendiği zaman boyun eğmezler.

49. Gerçeği yalanlayanların o gün vay haline!


Hitap, yaşamakta olan ve henüz tevbe fırsatını kaçırmamış olan tüm kafirleredir. Onlara dünya hayatının faniliği hatırlatılmakta ve onun geçici zevklerine aldanmamaları öğütlenmektedir. İtikadî, amelî ve ahlakî bütün günahlardan uzaklaşarak tevhide, Allah'a kulluğa dönmeleri istenmekte ve onlara yöneltilen şu susturucu soruyla sûre sona ermektedir: