Yüce Rabbimiz Nur Sûresi 31. ayette şöyle buyurur:
“Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar.”
Bu ayet, çağların ötesinden bugüne seslenen ilahi bir hitaptır. Tesettür; ne bir moda anlayışıdır, ne bir dönemin tarzı, ne de bir toplum baskısının sonucudur. Tesettür, Rabbimizin emridir. Ve bir mümin için emir, tartışılmaz bir bağlılık konusudur.
Ne yazık ki bugün, “örtünme” kavramı kimi çevrelerde anlamından koparılmış, şekle indirgenmiştir. Başörtüsü, bir aksesuar gibi takılıp çıkarılmakta, tesettür “kombin” anlayışıyla süslenmektedir. Oysa tesettür; sadece bedeni değil, kalbi de örten bir teslimiyettir. Rabbine “emre itaat ettim” diyebilen bir yürek halidir.
Tesettür bir kimliktir. Mümin kadının, dünyaya “Ben Allah’ın emrine teslimim” diye haykırışıdır. Bu teslimiyetin kaynağı, Kur’an’dır; ölçüsü ise Sünnet’tir. Hz. Peygamber’in hanımları ve ashabın kadınları, tesettürü modern yorumlarla değil, Allah’ın çizdiği sınırlarla yaşadılar. Çünkü onlar biliyorlardı ki: Allah’ın emrini insanın zevkine göre eğip bükmek, kulluğun ruhunu zedeler.
Bugün bazı söylemler “örtünmek gönüldedir” diyerek emri hafifletmeye, kimi modalar “şık tesettür” adıyla farzı vitrinleştirmeye çalışıyor. Oysa Allah’ın indirdiği ölçü, her dönemde sabittir. Örtünmek gönüldedir elbette; ama o gönüldeki iman, bedende tezahür etmedikçe tamam olmaz. Kalpteki teslimiyet, davranışta ve dış görünüşte karşılık bulur.
Gerçek tesettür; dikkat çekmek için değil, iffetini korumak içindir. Gözleri haramdan sakınmak, yürüyüşte edep sahibi olmak, konuşmada sınır bilmek de tesettürün bir parçasıdır. Başörtüsü sadece bir kumaş değildir; Allah’a itaatin nişanesidir.
Ey mümin kadın!
Sen örtünmekle geriye değil, yüceliğe yürüyorsun. Tesettürün modaya değil, ilahi emre dayandığında seni dünyada izzetli, ahirette cennet ehli kılar. Unutma: Örtünmek bir tarz değil, bir kulluk şuurudur.