Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (121)

Özden’in ikinci asparagası

“Ve 10 Kasım 1953. Genç Yekta Güngör Özden takımını giydi. Kravatını taktı. Devamı:

‘- Tabut önde, arkasında solda İnönü, ortada Koraltan, sağda Menderes, Bakanlar Kurulu korteji ve kâbus gibi bir sessizlik vardı. Kuşların kanat sesi, askerlerin ayak sesi, bando sesi ve hıçkırıklar... Atatürk’ü böyle bir matem müziği içinde götürdük. Bugün bile duygulanıyorum (ağlıyor). Anıtkabir’de Cumhurbaşkanı Bayar’ın unutamadığım tümcesi, ‘Seni sevmek milli bir ibadettir’ oldu.’ ”

Aşağıda Celâl Bayar’ın 10 Kasım 1953 Nutku’ndan bâzı pasajlar nakledeceğiz. O günün bütün gazetelerinden nutkun tam metni okunabilir. Metninin hiçbir yerinde, Bayar, “Seni sevmek millî bir ibâdettir!” demiyor. Bayar, o sözünü, başka vesîlelerle sarfetmiştir.

Özden’in üçüncü asparagası

Özden’in Tâbutun Anıtkabir’deki mahalline yerleştirilmesi esnâsında orada hazır bulunduğuna ve Makbûle Hanım’ın koluna girip onu dışarı çıkardığına dâir hâtırası da, herhâlde gördüğü bir rü’yâyı realite ile karıştırmasının mahsûlüdür:

“Anıtkabir’de yaşananları şöyle anlatıyor:

‘- Tabutu aşağı indirdiler. Aşağıda Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi, Belediye Reisi, Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim Tuncak, kızkardeşi Makbule Atadan ve ben vardık. Tabut açıldı. Atatürk bir gün önce tıraş olmuş gibiydi. Gözünün açık mı kapalı mı olduğu anlaşılmayacak şekilde sıcak duruşu ve asaleti vardı. Kefeniyle yerine koydular. Üzerine Selanik, Kıbrıs ve ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen topraklar serpildi. Türk gençliğinin asil kanı Ata’yla buluşsun diye bir gün önce kız ve erkek öğrenci yurtlarından kanlar aldırmıştım. Onları mezarın toprağına döktük. Resmi işlemlerden sonra İnönü ve Köprülü Paşalar içeri girdi. Bu sırada Makbule Hanım hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Hemen onun koluna girip dışarı çıkardım.’ ”

Özden’in Mustafa Kemâl’e dâir asparagası

Bu hayâlî hikâyeler, Özden’in ileri yaşına hamledilebilir. Lâkin Özden, hayâtının en cevvâl çağlarında da piyasaya bu çeşid asparagaslar sürmekden çekinmiyordu. Bunlardan en mühim bir tânesi, herhâlde, yine hakîkate taban tabana zıdd olarak ortaya attığı şu gibi iddiâlardır:

“Atatürk, Türkiye’de yaptıklarıyla, yalnız Türkiye Müslümanlığı için değil, Dünya Müslümanlığı için en büyük katkıyı yapmış insandır.” (s. 46)

“Ben Atatürk’e din düşmanı, laikliğe din düşmanlığı diyenlere karşı, Atatürk’ün din düşmanı olmadığını, laikliğin din düşmanlığı olmadığını söylüyorum.” (s. 60)

“Ne yapmış Atatürk: Cumhuriyeti ilan ettikten sonra devrimleri yapmış. Devrimlerle, dine, inanca karşı çıkmamış. Devrimlerle, Sayın Başkanın [Diyanet İşleri Başkanının] dediği gibi, Türkiye aydınlanmasının kapısını genişletmiş, pencerelerini artırmış, çağdaşlaşmayı gerçekleştirmiş, hepimizi, padişahın, şeyhülislâmın, devletin kulu kölesi olmaktan kurtarıp, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlüklerle nitelikli, kişilikli bireyler yapmış, ümmetten ulusa geçirmiş bizi. Ben hep anlatıyorum, kızıyorlar. Ondan sonra hilâfeti reddetmiş…” (s. 25)

“Atatürk, ulusal değerlerimizle, doğal ve tarihsel tüm varlıklarımızın özeti ve simgesi olan, Türkiye’mizi Türkiye yapan ilkelerin kaynağı olan bir anıt, Türkiye’mizle özdeşleşen, kurumlaşan bir değerdir. Kadın, erkek, asker, sivil, herkes Atatürk’ü oluşturur.” (s. 26)

Ve nihâyet şu sözler:

“Atatürk’e ve laikliğe din düşmanı veya din düşmanlığı olarak yaklaşmak, ancak yalan söylemekle, kendisine, ülkesine, ulusuna ve inancına kötülük etmekle olanaklıdır, başka türlü olmaz.” (s. 28)

“Atatürk’ü sevmek ve saymak bir onur işidir, bu onuru, her baş, her omuz, her yürek taşıyamaz. Ama, ona kimse saldıramaz. Ona saldıran insan ol[a]maz ki; Müslüman olsun, Türk olsun, Türkçü olsun.” (s. 74)

Bu ipe sapa gelmez sözleri Özden nerede söylüyor? Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Kolları tarafından 1998’de, “Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı” Mehmet Nuri Yılmaz’ın da iştirâkiyle tertîb edilen “Atatürk ve Din” mevzûlu panelde… Üç konuşmacı var: O zamân Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olan Yekta Güngör Özden, gazeteci Nevval Sevindi ve Yrd. Doç. Dr. Ahmet Gürtaş… Bunlara bir de Diyânet İşleri Reîsi ekleniyor. Dördü de, bu mevzûda birbirleriyle hakîkatsizlik yarışı yapıyorlar…

Uzun senelerdir, Diyânet İşleri Reîsliği ve İlâhiyât Câmiasının bir kısmı, bu misâlde görüldüğü vechiyle, maâlesef, “Kemalist Müslümanlık” dalâletine âlet oluyorlar. Sempozyumlar tertîb ediyor, kitab, makâle neşrediyor, beyânât veriyor ve akılla, iz’ânla alay edercesine, “Mustafa Kemâl’in dîndâr bir Müslüman olduğunu”, Kemalizmle Müslümanlık arasında bir tezâd bulunmadığını, hattâ Kemalizmin hakîkatte Müslümanlığın gâyelerini gerçekleştirdiğini iddiâ ediyorlar…

(Yekta Güngör Özden, Nevval Sevindi, Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yl., 1999, 79 s.)

TDV Kadın Kolları tarafından, 1998’de, “Diyanet İşleri Başkanı ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı” Mehmet Nuri Yılmaz’ın da iştirâkiyle tertîb edilen “Atatürk ve Din” mevzûlu panelin neşredilmiş kitabı ve üç konuşmacısı (soldan sağa doğru): (Bir ara Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı yapan) Yrd. Doç. Dr. Ahmet Gürtaş, o esnâda Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olan Yekta Güngör Özden ve gazeteci Nevval Sevindi…

***

Bir taabbüd tavrıyle ikinci bir Laik cenâze merâsimi

10 Kasım 1953 sabahı, bütün halkın bizzât veyâ Devlet Radyosu ve matbûât vâsıtasıyle iştirâk ettiği muazzam bir cenâze merâsimiyle, Tâbut, top arabası üzerinde ve resmî / gayr-i resmî on binlerce kişinin refâkatinde Anıtkabr’e götürüldü. Bu cenâzenin âlâyişi ilkinden hiç de geri kalmıyordu… Kendisi için, üstelik on beş sene gibi uzun bir zamân sonra, bir taabbüd tavrıyle, bu sûretle iki def’a cenâze merâsimi yapılmış bir başka Devlet adamı var mıdır, bilmiyoruz… Gören gözler için tapınış bu derece bârizdir!

Laik bir cenâze âyini… Müteveffânın hayâtında Müslümanlığa kat’iyen yer yoktu… En azından Memleketi idâre edenlerin de kendisi gibi olmasını istiyordu… 1938’deki ilk cenâze merâsiminde Müslümanlığın esâmesi okunmamıştı… Bu def’a da öyle oldu… Üstelik, bu def’a, Hükûmet, gerek Diyânet İşleri Reîsini, gerekse dîğer (Yahûdi, Rum, Ermeni, v.s.) dînî cemâat temsîlcilerini, bir arada, Tâbutun arkasından yürüttü… Kemalist Totaliter Rejim, mûtâd vechiyle, kendisinden başka mukaddes tanımıyor…

10 Kasım 1953 târihli Akşam gazetesinde hülâsaten îzâh edildiğine göre, merâsim, ana hatlarıyle şöyle cereyân etmiştir (haber, Akşam’ın bir akşam gazetesi olduğu, yânî ikindide baskıya girdiği hatırlanarak okunmalıdır):

“Şu anda [10 Kasım 1953], -ki saat yedidir- iki saat sonra başlayacak olan muazzam töreni görmek için güzergâhtaki bütün evlerin balkon ve pencereleri tıklım tıklım dolmuş vaziyettedir. Şunu da ilâve edeyim ki bu balkon ve pencereler dün akşamdan 50 – 200 lira ücretle tutulmuş bulunmaktadır. Sokak ve caddelerin elverişli yerleriyle kaldırımları da gecenin ayazına seve seve katlanmış olanlarla doludur ve bu muazzam kalabalık her dakika artmaktadır.

“Kortejin geçeceği yollar, saat yediden itibaren vesaite kapatılmış bulunmaktadır.

“Merasime katılacak olan birlik ve teşekküller, mülkî ve askerî erkân, Büyük Millet Meclisi üyeleri, Bakanlar Heyeti ve Kordiplomatik kendilerine ayrılan yerleri almışlardır.

(Fotoğraflarla Etnografya’dan Anıtkabir’e, Haz.: Muammer Bedii Taylak, Ankara: TBMM Yl., 2021, 2. baskı, s. 148)

***