Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (149)

“Türkiye yarım porsiyon sosyalistlik ve bol miktarda bir burjuva revizyonizmiyle paçayı kurtaracak ülkelerden değildir. Ama bu çabalar komprador siyasetinin aşınmasına hız verir. Bu doğru… Bu da sosyalist akımının daha hızlanmasına yol açar, bu da doğru. Ancak bütün bunlar muhalefet devresinde doğrudur. İktidar devresinde ise yozlaşma ihtimali fazla olan tehlikeli bir tutumdur.

“Türkiye için pırıl pırıl bir sosyalizmden başka hiç bir çıkar yol mevcut değildir. Onun için de bütün kapılar sonunda sosyalizme çıkacaktır. Bunu kompradorlar da bildikleri için Ecevit’e ateş püskürmekte ve kendisinin ortanın solunda duramıyacağını kabul etmektedirler. Bir anlamda haklıdırlar…

“Ecevit ortanın solu derken ya köküne kadar sola gidecek, ya sol kanatta durur görünmekten vazgeçecektir. Ortanın solu çeşidinden kıl üstü bir çizgide ne köklü reform yapılabilir Türkiye’de, ne talana karşı çıkılır…

“Gönlümüzden gelen temenni Ecevit’in de tavizsiz, gılli gışsız sapına kadar bir sosyalist lider olarak geçmesidir tarihe… Ve bugün yaptıkları politik bir taktik olarak kalmalı, mensup olduğu siyasî örgütü iyice hazırlayıp olgunlaştırdıktan sonra en şerefli yere ulaştırarak sosyalist akıma armağan etmelidir.” (Çetin Altan, “Karınca Duası, Ortanın Solu ve Sosyalizm”, Ant, 28.3.1967, sayı 13, s. 5. Bu mecmûa, Yaşar Kemal, Fethi Naci ve Doğan Özgüden tarafından têsîs edilmiş olup Marksist cenâhın birçok kalemi burada yazmaktaydı. Bunlardan biri de, Doğan Avcıoğlu idi…)

Türkiye’de Komünist İhtilâl Hareketinin inkişâfını kavramak için bir de şu vâkıa çok ibretâmîzdir: 1977’de, Kapitalist – Komünist desteğiyle Ecevit’in bir ekalliyet hükûmeti teşkîl etmesi… Bu tesbîtimizi, daha evvel neşrettiğimiz bir çalışmamızdan ik̆tibâs ediyoruz:

5 Haziran 1977 Seçimlerinde, Ecevit'in CHP'si, Kıbrıs Harekâtını bol bol istismâr ve efk̃ârıumûmiyeyi yine ictimâî adâlet edebiyâtıyle bombardıman ederek birinci parti olmayı başarmış, Meclis'e 213 Millet Vekîli sokmuştu. Buna mukâbil, AP 189 ve MSP ile MHP 40 (sırasıyle 24 ve 16) Millet Vekîli ile temsîl ediliyorlardı. Bu hesâba binâen, CHP, tek başına Hükûmeti teşkîl edemiyor, başka bir fırka veyâ fırkalarla koalisyon yapması lâzım geliyordu. Bu manzaraya rağmen, Mütehakkim Zümre, CHP'nin tek başına ik̆tidâr olması için müdhiş bir kampanya yürüttü ve siyâsî teâmüllere mugâyir olarak, CHP, tek başına, kendisi dışındaki hiçbir fırkanın desteklemediği bir ekalliyet hük̃ûmeti kurdu. Ancak bir ay (21.6.1977 – 21.7.1977) icrââtta bulunabilen Ecevit Hükûmeti, yine de bu kısa müddet zarfında, Devlette büyük bir Milliyetci kıyımına muvaffak oldu ve Komünist İhtilâl Hareketi, bu hükûmetten aldığı cesâretle, iyice azgınlaştı… İşte bu ekalliyet hükûmeti dayatmasında, o zaman, Kapitalistler ve Komünistler, Mütehakkim Zümrenin kanadları altında tek cephe olmuşlar ve çirkin yüzleri gün ışığına çıkmıştı… Hattâ bunlardan bâzıları, gazetelere tam sayfa îlân vererek Ecevit'in ekalliyet hükûmetini desteklemişlerdi. Aralarında kimler yoktu ki? TÜSİAD (Reîsi, -Sabataî Cemâatinden- Feyyaz Berker), Türkiye Sanâyi Odaları Birliği (Sakıp Sabancı), İktisâdî Kalkınma Vakfı (Ertuğrul Soysal), Kâzım Taşkent (Yapı ve Kredi Bankası), Nejat Eczâcıbaşı (Eczâcıbaşı Holding'in Sabataî Patronu), Jak Kamhi (Profilo Holding), Türk-İş, DİSK, TÖB-DER, TMMOB, Türk Tabipler Birliği, TİP, TSİP, Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet, Politika, Vatan, ilh… (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 29.5.2020/607)

(Zaman, 17.2.1988, s. 12)

Çetin Altan, Zaman gazetesine verdiği mülâkatta, lâubâlî bir şekilde: “Ne olur kardeşim Masonsak!” diyor… Elbette çok şey olur! Masonluk, herhâlde, bir briç kulübüne âzâ olmak kadar basît bir şey değil! Hattâ bir siyâsî fırkaya âzâ olmaktan dahi çok daha fazla bir şey! “Burjuva diktasına”, “Amerikan emperyalizmine” atıp tutan Altan, o diktanın, o emperyalizmin mühim bir unsuru olan ve hepsinin gerisindeki Beynelmilel Siyonizmin nüfûzu altında, üç asırdır, bütün dünyâda faâliyet gösteren Beynelmilel Farmasonluğun bir müntesibi olduğunu kabûl etmekle, bütün hayâtını ikiyüzlülükle geçirdiğini ve milyonları aldattığını îtirâf etmiş oluyor! Bir ömrü böyle geçirmek, ne büyük ziyân! Ey Müslümanlar! Dikkat edin: Kimi alkışlıyor, kime mükâfât veriyor, kimi hayırla yâdedip yeni nesillere tavsıye ediyorsunuz? Ey Müslümanlar! Şahısların değil, evvel emirde, doğru (yâni müsbet) bilgilerin ve (müsbit delîllere müstenid) doğru fikirlerin peşînden gidin; ikinci derecede, ancak onları bayraklaştıran teşkîlâtlara intisâb edin; üçüncü derecede, bu düstûrları rehber edinen, cumhûrî yapıdaki teşkîlâtların, cumhûrî seçimle başa geçmiş ve ancak cumhûrî irâdeyle o mevkide kalan şahsıyetlerini kendinize öncü tanıyın! Ne vakte kadar? Onlar, doğru bilgi ve fikirlere tâbi oldukları müddetçe! Haktan ayrıldıkları ânda, siz de hemen onlarla yolunuzu ayırın! Hakîkat ehli olmıyan hiçbir teşkîlâtın ve hiçbir liderin peşîne takılmayın! Ve bunu anlamak için onları iyi tâkîb edin, iyi tartın, kılı kırk yarın! Dâimâ tenkîdî zihniyetle hareket edin! Allâh’ın kullarına en büyük lûtfu olan akl-ı selîmi hakkıyle kullanın! Hiç kimseye, kendinizi, meyyidin gāsıla teslîm olduğu gibi teslîm etmeyin! Bunu yapmak, yaradılış hikmetinize ve Yaradan’ınıza isyân etmekdir! Dikkatle muhâkeme edin, insâfla hüküm verin, yanlış yaptıkları vakit îkāz edin, dinlemiyorlarsa, artık siz de onları dinlemeyin! Kur’ânî Rûhun bize verdiği terbiye budur! Hakîkaten, Müslümanlık, öyle basît bir sıfat değildir; her “ben Müslümanım” diyen Müslüman olamaz! Kavillerinden ziyâde fiilerinde “Kur’ânî Ahlâk” tezâhür etmiyenlere Müslüman muâmelesi yaparsak, aldanır, aldatılır ve kendi Îmânımızı da tehlikeye düşürürüz! Müslümanlık ateşten bir gömlektir; ancak ihlâsla îmân ve amel edenler onu taşıyabilirler! (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 19.5.2020/600)

***

Milliyetler mes’elesinin istismârı

11) Hedeflerine ulaşmak için her vâsıtayı mübâh addeden Komünizm, her memlekette milliyetler mes’elesini istismâr eder, farklı milliyetteki insanları müesses nizâma karşı tahrîk eder, onları kendi ihtilâl ordusuna katmıya çalışır. Türkiye’de de hâssaten 1970’li senelerden îtibâren birçok Bölücü Marksist teşkîlâta vücûd verilmiş, bunlar o senelerden beri, tam bir cinâyet şebekesi hüviyetinde faâliyet göstermişler, bugüne kadar binlerce insanımızın kanını dökmüşlerdir. İçlerinde en kalıcı ve têsîrlisi, Beynelmilel Siyonizmin tam desteğine sâhib PKK olmuştur. Bu meyânda, Kürd mes’elesinin, esâs îtibâriyle, Kemalist Totaliter Rejimin bir mahsûlü olduğu unutulmamalıdır. Binâenaleyh -cumhûrî mücâdeleyle- bu rejim tasfiye edilip Kürd milleti Siyonizmin pençesinden kurtarılmadıkça ve Kürdler, Türk, Arab ve sâir Müslüman kardeşleriyle, Dirâyetci Müslümanlık ortak paydasında bir araya gelip bu anlayışla mes’elelerine hâl çâresi aramadıkça, Müslümanları birbirine düşüren, Komünistler ve Siyonistler tarafından biteviye istismâr edilen milliyetler mes’elesine kalıcı hâl çâresi bulmak, herhâlde bir ham hayâl olarak kalacaktır…

Tedhîşçilerin Darbeye zemîn hazırlamalarına müsâade etmek

12) Türkiye’nin 12 Eylûl 1980 Darbesi evvelinin kanlı ve anarşik vasatına nasıl sürüklendiği mes’elesine cevâb ararken üzerinde durulması lâzım gelen bir vâkıa da, 20 vilâyette örfî idâre îlân edilmiş olduğu hâlde tedhîşçilerin tenkîl edilememiş olmasıdır.

Mâlûmdur ki her ihtilâlci veyâ darbeci hareket, ancak kendisine müsâid bir zemînde neşvünemâ bulur; böyle bir zemîn yoksa da onu bizzât hazırlamıya çalışır. (Komünist ihtilâlciler ile 12 Eylûl Darbecileri bu bakımdan birbirlerinin benzeridirler…)

Acabâ, Darbe evvelinde, ellerinde fevkalâde salâhiyetler olan örfî idâre kumandanlıkları tedhîşçi teşkîlâtları nîçin tenkîl edemediler de sonrasında sür’atle muvaffak oldular? Darbe evvelinde tedhîş hareketlerine ağır bir darbe indirmiş olsalardı, darbe yapmak için hâlâ ciddî bir mâzeretleri olacak mıydı?

Bu husûsta, 1987 - 1988 senelerinin “Danıştay Başkanı” (Devlet Şûrâsı Reîsi) Orhan Tüzemen’in gâyet ibretâmîz bir beyânâtı vardır. Tüzemen, 12 Aralık 1988’de, emekliliğe ayrılmadan hemen evvel, ANKA Ajansı muhâbirine verdiği mülâkatta, (Cuntacıların murâkabesindeki Ordu tarafından) “anarşinin bile bile önlenmediğini” beyân etmişti. Anarşi, nîçin “bile bile önlenmez”? Âşik̃âr ki planlanmış olan askerî darbeye zemîn hazırlamak, onu haklı çıkarmak için? Lâkin Tüzemen, üzerine çekeceği şimşekleri hafîfletmek endîşesiyle bunu doğrudan ifâde edemiyor da bir başka sebebin içine gizliyor: “Yıpranmamak”… 13 Aralık 1988 târihli Milliyet’te neşredilen mülâkatın mevzûumuz ile alâkadâr pasajı şöyle:

“…Orhan Tüzemen, 12 Eylül öncesi tırmanan ve önlenemeyen şiddet olaylarını da değerlendirirken, benzer olayların başka ülkelerde de yaşandığını ve sonunda demokrasi içinde önlendiğini hatırlattı. Tüzemen şöyle konuştu:

‘Demokratik ülkelerde örneğin İtalya’da Kızıl Tugaylar, F. Almanya’da Baader-Meinhoff çetesi ortaya çıkmıştı. En sonunda hükûmet orduyu görevlendirdi. Ordu ezdi. Ama siyasi iktidarın emrinde bir güç olarak ezdi.

‘Bizde 12 Eylül’den önce sıkıyönetim vardı. Neden yetkisini kullanmadı? Kullansaydı. Kullanmadı. Evren Paşa da yetkisini kullanmadı. Çünkü eğer ezerse, o zaman kamuoyu, basın orduya yüklenecek endişesi vardı. [???] Siyasi iktidarın uşağı mısın, bilmem ne misin gibi suçlamalarla yıpranmak istemedi. Halk önünde yıpranmak istemedi. Ben asayişi sağlayacağım, ne o? Sen iktidar kalacaksın. Ben asayişi sağlayacağım, sen politikacı olarak caka satacaksın, yapmam ben, neden yapayım, diyor…’ ” (“Danıştay Başkanı, emekliliğine bir gün kala eleştiri yağdırdı: ‘Anarşi bile bile önlenmedi’ ”, Milliyet, 13.12.1988, ss. 1 ve 12)

(Milliyet, 13.12.1988, s. 1)

“Danıştay Başkanı” Orhan Tüzemen, yaş haddinden emekli olmak üzereyken verdiği mülâkatta, dolaylı bir ifâdeyle de olsa, anarşinin Darbeye zemîn hazırlama sûiniyetiyle önlenmediğini beyân etmedi mi?

***