Mustafa Kemal'in uydurma şecereleri ve hakiki mensubiyeti (199)

Vâli Zühtü Durukan, büyük muvaffak̆iyet kazanmış, Erzurum’un (ve onunla berâber Türkiye’nin) bütün dîndâr halkının dehşet siyâsetiyle sindirilmesine hizmet edenlerden biri de o olmuştur. Tabiî ki bütün bu dehşetengîz icrâatıyle Büyüklerinin takdîrini kazanacaktır!

O, dehşet içinde bıraktığı Erzurum’da iki sene daha vâlilik yaptıktan sonra, 1927’de, “Mutlak Şef” tarafından Konya Meb’ûsu tâyîn edildi. 1931’den îtibâren artık Samsun Meb’ûsudur. Hem “Mutlak Şef”in, hem de “Millî Şef”in takdîrini kazanmış olarak, 1946 senesine kadar, Samsun Meb’ûsu sıfatıyle siyâsî kariyerine devâm edecekdir.

Bundan sonra, on sekiz sene daha yaşıyacak, 11 Ocak 1964’te, İlâhî Adâlete hesâb vermek üzere, bu dünyâyı terk edecekdir. Fakat o, Efendisi, bütün jenosidciler, bu dünyâda da hesâb vermelidir! Muhakak ki İlâhî Adâletle berâber Beşerî Adâlet de lâzımdır!

(Milliyet, 14.6.1960, ss. 1 ve 2)

İhtilâlcilerin tertîb ettikleri 28 Nisan 1960 Hâdiseleri üzerine kapanmış İstanbul Üniversitesi, 13 Haziran 1960 günü, Sabataî Cemâatinin güzîdelerinden Rektör Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın nutkuyle ve DP ik̃tidârı aleyhinde yapılan çirkef bir nümâyişle tekrâr açılıyor… Sabataî, Sabataîleşmiş veyâ aldatılmış üniversite talebeleri, nümâyiş esnâsında, ellerinde taşıdıkları bir temsîlî kuklayle, Sâbık Başvekîl Adnan Menderes’i asıyorlar! Îdâm gömleğinde “suçları” yazılı: “Satılmış, kâtil, dolandırıcı, hırsız, kaçakçı”, v.s. Karacan ve İpekçi’nin Milliyet’i, nümâyiş haberini, büyük bir memnûniyetle, üç resim refâkatinde manşetten veriyor… Îdâm resminin alt yazısı: “Beyazıtta Üniversite gençliğinin yaptığı büyük mitingde gençler tarafından lânetlenen sâbık ve sâkıt hükûmetin başını temsil eden bir kukla görülüyor.” Hemen altındaki ikinci resmin alt yazısı: “Beyazıt mitinginde lânetlenen Bayar ve Menderes’in köpek şeklindeki resimleri.” Gazetenin aynı nüshasının 2. sayfasında, Mütehakkim Zümrenin tipik bir mensûbu olan Farmason Komünist Çetin Altan’ın hâinâne bir ihtilâlle alaşağı edilmiş meşrû bir ik̆tidârın mensûblarına en galîz hakâretleri savurduğu “İnsan durup durup kızıyor” başlıklı fıkrası… Hâlbuki Şalcı Şöhret Bacı’nın gaddârca îdâmını “ince acı gibi tatsız bir burukluk”la geçiştiriyor! (Gerçi, bu kadarı dahi, içindeki insanlığın tamâmen ölmemiş olduğunu gösterir…)

***

“ONA HER ŞEY MÜBÂH!” DEDİRTEN DÖRDÜNCÜ MİSÂL:

“SEFÂHAT”E DÜŞKÜNLÜĞÜ

Araştırmamızın bu kısmını, Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi ünvânlı vâsi çalışmamızın “Mustafa Kemâl’in ‘Eğlence’ Hayâtı” başlıklı I. Kısım / 11. Faslından (Yeni Söz, 17.3-9.4.2019/177-199, her gün tam sayfa 23 tefrika), seçmeler, tâdilât, ilâveler ve tashîhlerle ik̆tibâs ediyoruz.

Hemen şu husûsu vurgulamamız lâzım: Bu Fasılda mürâcat ettiğimiz bütün kaynaklar, Kemalist müelliflerin eseridir. İngiliz Yüzbaşısı Armstrong dâhil, hiçbiri Mustafa Kemâl’in aleyhinde değildir ve burada bahsedeceğimiz mevzûda da, ona karşı menfî bir tavır içinde bulunmuyorlar; onun “sefâhat”e düşkünlüğünü “mübâh” adetmekte, “anlayışla” karşılamaktadırlar. Üstelik, onlardan bâzıları, kendisinin yakın muhîtinde bulunan, ona bir nevi “ilâh” muâmelesi yapan şâhidlerdir. Sâdece Lord Kinross için “şâhidlik” bahis mevzûu değilse de, o dahi, kitabını, Falih Rıfkı Atay’ın üvey kızı Prof. Dr. Mînâ Urgan’ın mütercimlik ve tercümanlığı vâsıtasıyle, şâhidlerden dinlediklerine ve hâtırâtlardan seçtiklerine istinâd ederek inşâ etmiştir…

Evvelâ, bir nebze, şu “sefâhat” tâbiri üzerinde duralım. Bundan kasdımız, Kılıç Ali’nin “eğlence” tâbiriyle kasdettiği şeylerdir: Her gece sabahlara kadar devâm eden, çok def’a çalgılı, şarkılı, danslı işret âlemleri, bütün debdebesiyle saray hayâtı, her fırsatta, her şehirde balolar, şehir içinde veyâ şehirler arasında eğlenceli gezintiler, seyâhatler, yat sefâsı, sayısız kadınla düşüp kalkmalar, v.s.

“Armstrong, yaptığımız sefâhati eksik yazmış!”

Dîğer taraftan, sürdüğü hayâtı “sefâhat” kelimesiyle ifâde eden de kendisidir.

İngiliz müellifi ve Mütâreke devrinde Askerî Ataşe Yüzbaşı H. C. Armstrong, o senelerde yakından tanıdığı M. Kemâl hakkında, 1932'de, Grey Wolf (Bozkurd) isminde bir kitab neşretmiş, kitabında onu umûmiyetle övmüş, bâzan yermiş, bu arada husûsî hayâtı hakkında da bilgi vermişti. Kılıç Ali'nin hâtıralarına göre, Hük̃ûmet kitabı mahzûrlu bulup Türkiye'ye girişini yasaklayınca, “Büyük Şef” onu bir gece mûtâd sofrasında uzun uzun tercüme ettirip dinliyor ve sonra:

“- Adamcağız yaptığımız sefahati eksik yazmış; bu eksiklerini ben ikmal edeyim de kitaba müsâade edilsin ve memlekette okunsun!”

diyor. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yl., 1955, ss. 80-81)

Atay’a, kendisinin sefâhat âlemlerini yazmazsa, “anlaşılamıyacağını” söylüyor

Falih Rıfkı'nın Çankaya'nın “Önsöz”ünde yazdığına nazaran, bir gece, yine “sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi”. “O gece bazı aşırıca sahneler geçti”. Sabaha doğru etrâfında birkaç yâreni kalmıştır. O zaman Atay, onun hayât hik̃âyesini kaleme almak arzûsundan bahsediyor. Soruyor:

“- Dün geceyi yazacak mısınız?”

Atay, cevâben, bu kadar husûsiyete girmeye lüzûm olmadığını söylüyor. Hâlbuki o, bu sefâhat âlemlerinin yazılmasında beis görmüyor:

“- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki!”

Buna binâendir ki Atay, bunları iftihârla yazmaktan çekinmiyor…

Bu meyânda, Atay, Efendi’sinin kadınlarla münâsebetlerini meşrûlaştırmak için de şöyle bir senaryo uyduruyor:

G̃ûyâ “Kocaeli köylerinden birinde, Atatürk'ün koynuna her gece bir bâkir kız verildiği söylenmektedir”. Bunun üzerine, “ak sakallı bir ihtiyar der ki:

- Haydi be canım, ölünceye kadar her gece bir kız verseler, Yunan askerlerinin bir gecede yaptığını yapmağa ömrü yetmez!” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul: BATEŞ Ye., 1980, ss. 12-13)

Hani o “Hal̃âskâr Gâzî”dir ya, ne istese ona fedâdır; ona her gece bir Türk kızı sunulsa çok mudur? Tam da Atay gibi cemâziyelevveli Komünist, cemâziyelâhiri Kemâlperest bir Farmasona yakışır muhâkeme tarzı!

“İçki ve eğlenceye” düşkünlük, büyük adamlık kıstasıymış!

Senelerce Cumhûrreîsliği Umûmî Kâtibliği yaparak “Efendi”sini çok yakından tanımış ve ona sadâkatle hizmet etmiş olan Prof. Yusuf Hikmet Bayur (İstanbul, 1891 – a.y., 6.3.1980), onun içkiye ve kadınlarla eğlenmiye düşkünlüğünü “büyük adamlığın” îcâb ve tezâhürleri olarak têvîl ediyor:

“…Atatürk, tarih boyunca, İslâm'dan önce ve sonra, Türklüğe şan kazandırmış büyük adamların pek çoğu gibi içki ve eğlenceyi normali aşan bir ölçüde severdi; daha Manastır İdadisinde iken rakıya başlamış olduğunu, oradan Selânik'e sılaya gittikçe eğlence yerlerine devam ettiğini, bazı kızlara tutulduğunu veya öyle sandığını […] vesaire anlatırdı.

“Bunları geçmişteki Türk büyüklerinde olduğu gibi taşkın bir vücut, ruh ve zekânın her yöne taşan belirtileri saymak gerekir. Bu yaradılışta bir adamın İstanbul çevresine girince başlangıçta eğlencelere dalmış olmasını olağan saymalıdır.” (Hikmet Bayur, Atatürk; Hayatı ve Eseri; Doğumundan Samsun'a Çıkışına Kadar, Ankara: T. Tarih Kurumu Yl., 1990 –yazılışının bittiği târih: 1963-, ss. 9-10)

Makbûle Hanım, iftihârla: “Ona âşık kadınlar pek çoktu!”

M.Kemal'in etrâfına mensûb birçok şahsıyetle yapılan mülâkatlardan yola çıkarak Atatürk'ün Aşk Hayatı isimli bir kitab (İstanbul: İnceleme Yl., 1988, 140 s.) hazırlıyan Kemalist gazeteci, şâir, matbûât ve sâir sâhalarda birkaç kitabın müellifi Şemsi Belli (Malatya, Arapkir, Kızıluşağı, 1925 - İstanbul, 11.10.1995, Karacaahmet Mez.), onun pek çok kadınla al̃âkası olduğu kanâatine varıyor ve bunda en fazla - Haziran 1955'te kendisiyle bizzât mülâkat yaptığı- Makbûle Boysan Atadan'ın (Selânik, 1885 – Ankara, 18.1.1956, Cebeci Asrî Mez.) anlattıklarına istinâd ediyor. Onun bu röportajı, “Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal” başlığı altında, (Karacan – İpekçi’nin) Milliyet gazetesinin 10-14 Kasım 1955 târihli nüshalarında (s. 3) 15 gün tefrika edilmiş, bilâhare kitab hâlinde de müteaddid baskılar yapmıştır.

Belli, mülâkatlarından birinde, M. Kemal'in kızkardeşine soruyor:

“- Atatürk'e âşık olan kadınlar var mıydı?”