“[Bundan böyle de,] adâleti memlekette istik̆râr ettirmek, mütefekkir ve hak̆îk̆î vatanperver insanları memlekette hâkim kılmak l̃âzımdır. Ancak bu sâyede Türkün har̃b zamânında pek kuvvetli olan kollarından medeniyet, sul̃h ve ik̆tisâd sâhasında da istifâde etmek kâbil olacaktır.” (K̃âzım Karabekir Paşa'nın, 1924 senesinde, İstanbul Dârülfünûnu önünde talebelere hitâbesinden, “Milleti Müslümanlık Kurtardı”, İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmûası, Ekim 1947, c. II, No: 82, s. 15; Büyük Doğu, 7 Kasım 1947, No 71, yıl 2, c.3, s. 6; Yeni Söz, 21.3.2020/542; Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 21.3.2020/542; Ayasofya Câmii’ne “Bizans Müzesi” Hakâretinin Sahîh Târihçesi; Yeni Söz, 23.11.2022/18)
Rahmetli Kâzım Karabekir, bu rûhu, daha evvel, sömürgeci İngiliz Ordusuna karşı Irak Cephesinde, 29 Nisan 1916’da büyük K̃ûtülamâre Zaferi kazanıldığı zamân da dile getirmişti. Bu muhârebelerde kumandan, (6. Ordu Kumandanı) Halil Paşa (Kut; İstanbul, 1882 – a.y., 20.8.1957) idi; 18. Kolordu Kumandanlığı da Miralay Kâzım Karabekir’in uhdesinde bulunuyordu. Kazanılan büyük zafer hakkındaki teblîğinde, 18. Kolordu askerlerine hitâben, “Târihimizin iki yüz seneden beri yâd etmediği böyle bir zaferi bize l̃utfeden Cenâb-ı Allâh'a şükredelim!” diyor ve şöyle devâm ediyordu:
“Bu zaferin en büyük şân ve şerefi, böyle bir vak’ayı İngiliz târihinde ilk def’a Türk süngüsünün kaydetmesindedir. 18. Kolordu'nun arslan yürekli erleri! Cenâb-ı Allâh’a secdeye kapanalım! Bu akşam şehîdlerimize Fâtihalar, Tebârekeler, Yâsînler okunsun! Gâzîler birbirine sarılsın, birbirini tebrîk etsinler! Ben de bugünki K̃ûtülamâre Bayramı vesîlesiyle sizin pâk̃ ve yüksek alınlarınızdan kemâl-i hürmet ve samîmiyetle öperim!” (“Anadolu Ajansı muhâbirinin Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt -ATASE- Dairesi Başkanlığı verilerinden derlediği bilgiye göre”, 29.4.2025, Milat gazetesi; https://www.milatgazetesi.com/video/ingilizlerin-yenilgiye-ugratildigi-buyuk-zafer-kutul-amare; 29.4.2025)
Hâlbuki Mustafa Kemâl (ki İstiklâl Harbine Müslüman kisvesiyle iştirâk etmiş, bilâhare bu kisveyi tepelemiştir), Tarih IV’te, İstiklâl Harbinin Laik rûhla ve Laik Devlet kurmak gâyesiyle yapıldığını iddiâ ediyor:
“(İstiklâl Harbinin gayelerinden beşincisi:) Laik bir devlet ve cemaatte yeri kalmıyan ve esasen amelî bir faidesi olmak şöyle dursun, zararları dokunmuş olan Hilâfet müessesesini ortadan kaldırmak; 6) XVI. ve XVII. asırlarda terakki ve inkişafı durgunlaşarak, Ortazaman feodal ve el sanayii medenî seviyesinde kalmış olan şark medeniyetinden, vuzuh ve sarahatle garp medeniyetine geçmek; 7) Ortazaman medeniyetinde mühim bir yer tutan hurafî an’ane ve müesseseleri yıkmak… […]
“Hasılı İstiklâl Harbi, şarkın dinî, içtimaî ve siyasî istibdadile garp devletlerinin siyasî ve iktisadî tagallübünden masun yeni ve tam müstakil bir Türk Devleti kurmak için girişilen çok cepheli millî mücahedenin, ikinci bir tabir ile ‘kurtuluş hareketinin’ mecmuudur.
“Laik millî mücadelenin ilk vazifesi, tabiî olarak, Anavatanı çiğneyen yabancı düşmanları kahredip millî hudut haricine atmak ve milletin müdafaa arzu ve ifadesini baltalayarak vatana hıyanet eden Padişah ve Hükûmetini tedip etmek suretile millî birliği korumak olacaktı. Bu cihetle haricî ve dahilî düşmanlarla beş sene kadar süren uzun bir harp, kurtuluş hareketinin ilk safhasını teşkil eder. Hususî manasile ‘İstiklâl Harbi’ namı işte bu harbe verilmiştir.” (Tarih IV 1934: 57) (Yahûdilik-Masonluk Münâsebeti; Milat, 14.10.2024/78 ve 31.10.2024/89)
İşte hakîkatleri böylesine ters-yüz edebiliyor ve kendi menfâatlerine hizmet eden bir muharref târih inşâ ediyorlar!
Bu vesîleyle, “Millî Şef” devrinde muharef târihe îtirâz eden Kâzım Karabekir’e nasıl geri adım attırıldığına dâir daha evvel Yeni Söz’de neşredilmiş çalışmamızı da buraya dercediyoruz.
Mütehakkim Zümre, 1939’da, muharref resmî târihi tenkîd eden Karabekir’e nasıl geri adım attırdı?
“Ebedî Şef”e halef olan “Millî Şef”, elini kuvvetlendirmek maksadıyle, selefi devrinde menk̃ûb vazıyete düşürülmüş birçok asker ve siyâsetciyi kendi saflarına çekmişti. Bu çerçevede, bunlardan biri olan rahmetli Kâzım Karabekir Paşa’yı İstanbul Meb’ûsu (bilâhare TBMM Reîsi) tâyîn etmişti…
Karabekir, bu statüsünden de istifâde ederek, muhtelif vesîlelerle, alenî toplantılarda nutuklar îrâd etmek, matbûâta mülâkatlar vermek sûretiyle, İstiklâl Harbi ve sonrası resmî târihin muharref olduğunu ortaya koyuyor, birçok şahsıyetin büyük hizmetlerinin hasır altı edildiğini ve bütün muvaffak̆iyetlerin “Tek Adam”ın hânesine yazılarak onun efsâneleştirildiğini îmâ ediyordu…
Bu cümleden olarak 3 Nisan 1939 târihli Tan gazetesinde de bir mülâkatı intişâr etmişti. Bunda, bâhusûs, resmî târihin “hurâfelerle” dolu olduğunu îzâh ediyor ve bu meyânda M. Kemâl’in Nutk’unda da “haksızlıklar ve yanlışlıklar” bulunduğuna dikkati çekiyordu:
“Memlekette menfi propaganda ile olduğu kadar ‘modern hurafe’ ile de mücadele şerefli bir vazifedir. […]
“Şahsan benim 15 sene menkûp vaziyette kaldığımı biliyorsunuz. Bu menkûbiyet müddeti bilhassa çoluğum çocuğum için pek acı geçti. […]
“…Bu on beş sene içinde kıymetli fikirlerle ortaya çıkarak hayatlarını istihkar edercesine çalışan ve memlekete büyük hizmetler ifa eden bazı vatan çocuklarının bir kenarda nasıl unutuldukları kimsenin gözünden kaçmamıştır. Onların bütün hizmetleri yalnız kökünden inkâr edilmekle kalmamış, belki onlara türlü isnatlar da yapılarak her biri dipdiri mezara gömülmek istenmiştir. […]
“Bütün bunlarda modern hurafenin büyük tesiri olmuştur. […]
“Matbuatın, yakın vakte kadar çok defa sırf reiskârı memnun etmek gayretini güttüğünü söylemeğe mecburuz ve sırf bu gayretle hadisatı ve birçok tarihî vakayii inkâr edecek kadar ileri de gitmişlerdir. […]
“Altı yıl evvelki istiklâl harbi münakaşasını hatırlarsınız, değil mi? Ben o zaman tarihî vesikalar göstererek bazı hadiselerin gösterildikleri şekilde olmadığını ve hakikate tetabuk etmediğini ifade ettiğim için matbuatın haksız ve asılsız hücumlarına uğradım. Neticesi ne oldu? Hakikatleri öldürmeğe koşan gayretlilerin mahcubiyet ve benim de maddî tazyiklere uğramaklığımdan başka bir netice çıkmadı. Ve ben bir müddet için daha, o vakte kadar olduğu gibi, bir kenarda nezaret altında yaşamağa mecbur kaldım. Fakat daha sıkı kayıtlar altında olmakla beraber yazılarımı yazmakta yine devam ettim. […]
“İfade etmek istediğim cihet, bundan sonra olsun, şu veya bu gibi hislere kapılarak genç nesil avutulmamalı, hakikatler olduğu gibi ifade edilmelidir. Hurafeler, eski olsun, modern olsun, dimağları öldürmek için ayni tesir kudretindedirler. İlk tahribatı, insanların benliğini törpülemektir. […]
“Muhakkak olan nokta, bir takım şahsiyetlerin memlekete yanlış olarak gösterildikleri ve ifa ettikleri büyük hizmetlerin bir kalemde çizildiğidir. Hadiseler yalnız bir şahsın dilediği tarzda ifadesile ortaya çıkamaz. […]
“[Suâl:] Noktai nazarınıza göre mekteplerde okutulan tarihlerin, söylenen nutukların ve konferansların, hattâ inkılâp derslerinin bu bakımdan tashih edilecek kısımları mevcut mudur?
“[Cevâb:] Evet, vardır. Büyük Nutuk’ta da üzerinde ehemmiyetle durulması icap eden haksızlıklar ve yanlışlıklar mevcuttur…” (Tan, 3.4.1939, ss. 1 ve 3)
“Biz Kemalist Rejimin gencleriyiz!”
Gazetenin bu nüshasında “Mülâkatın ikinci kısmının yarın” devâm edeceği îlân olunmuşken, mülâkat burada kesiliyor, arkası gelmiyor…
Zîrâ, bu beyânâtı okuyan ajitatör Üniversite talebelerinden “20-25 kişilik” bir grup (ki Sabataî ağırlıklı olmaları muhtemeldir) Tan’a mürâcaât ederek, Karabekir’i protesto ediyorlar:
“Atatürkün hatırası kalplerimizde çok canlı bulunduğu bir anda ve gözlerimizin yaşı daha henüz kurumamışken bu şekilde yazıların neşrini çirkin buluyor ve kabul etmiyoruz. Biz Kemalist rejimin gençleriyiz ve kurtarıcımızın hatırasına hürmet edilmesini istiyoruz.” (Tan, 4.4.1939, s. 1)
Tan’ın ikiyüzlülüğü
Bunun üzerine Kemalist Tan, ikiyüzlülük mahsûlü bir tavzîh makâlesiyle, bu Kemalist talebelere hak veriyor ve mülâkatı kesiyor:
“Türk gençliğinin gösterdiği bu temiz, asîl ve vakur heyecan bizi çok sevindirdi. Bu heyecan, Türk gençliğinin, Atatürkün millete bıraktığı, başta Millî Şef olduğu halde bütün milletin titizlikle takdis ve takip ettiği eserin en büyük garantisini teşkil ettiğini göstermesi itibarile sevinmemek mümkün değildir. […] Gençliğin gösterdiği bu asîl hassasiyet üzerine bu mülâkatları kesiyor ve karilerimizden bizi mazur görmelerini rica ediyoruz.” (Tan, 4.4.1949, s. 1)
Fanatiklerin feverânı, Karabekir’in ric’ati
Mes’ele CHP saflarında da büyük çalkantılara yol açtı. 4 Nisan 1939’da Parti Grupu ictimâında, birçok Meb’ûs, Karabekir’i “Ebedî Şef”in hâtırasına hürmetsizlik ettiği ithâmıyle yaylım ateşine tuttu… Bu ağır baskılar karşısında, Karabekir, geri adım atmak zorunda kaldı; kürsüye çıkarak, “Ebedî Şef”le derin dostluğundan, ona olan muhabbet ve hürmetinden bahsetti… Bu îzâhat, Fanatik Kemalistleri yatıştırdı; mes’ele bu sûretle kapandı…
Münâfıklıkları her vesîleyle tezâhür ediyor
Mes’ele, ertesi gün, Zekeriya Sertel’in “Son Hâdise Hakkında Son Söz” başlıklı makâlesiyle, Tan zâviyesinden de kapandı. Ona göre, bu hâdise de Kemalizmin haklılığını têyîd etmiştir; öyleyse Kemalizmi yaşatmak husûsunda herkes birlik olmalıdır:
“Bu mülâkatın intişarı birçok hakikatlerin meydana çıkmasına hizmet etti:
“1- Katiyetle anlaşıldı ki, bu milletin Atatürke ve Atatürkün her hangi bir eserine dil uzatılmasına tahammülü yoktur. Atatürkün miras bıraktığı eserin temiz ve asîl bekçileri vazifeleri başındadırlar ve tetiktedirler. İnkılâba, Atatürke ve arkadaşlarına el ve dil uzatanlara karşı müsamahası yoktur. Bu ufak tecrübe ile bu büyük hakikatin bir daha tebellürü hepimizin göğüslerini iftiharla kabartacak bir hâdisedir.
Rahmetli Kâzım Karabekir Paşa’nın Tan gazetesine verdiği mülâkat… Târihî hakîkatlerin hasır altı edilmemesini istiyor, îmâen, bütün muvaffak̆iyetlerin “Tek Adam”a atfedilmekten vazgeçilmesini, bu çerçevede Nutk’un da sorgulanmasını temennî ediyordu… Bu kadarı, Fanatik Kemalistlerin bombardımanına uğramasına yetti ve bu ağır baskılar karşısında geri adım atmak mecbûriyetinde kaldı… Mer’iyetteki Kemalist Totaliter Rejimde hâlâ hakîkatleri ifâde etmek suçtur; çünki totaliter rejim, tabîati îcâbı, ancak yalan, tahrîf, istismâr ve tedhîş ile yaşıyabilir… (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 21.3.2020/542)
***