Ne olacak bu çözüm sürecinin hali

0

2005 Yılında Sn. Erdoğan'ın tarihi Diyarbakır konuşmasıyla yeni bir süreç başlamıştı. Sonrasında meşhur Oslo görüşmeleri ve devamında yaşananlar hepimizin malumu. Büyük devlet olmak istiyorsanız evvela içsel barışı tesis etmeniz şarttı. Öylede düşünüldü. Gerekirse "Baldıran Zehiri içerim" diyerek sürece kendi hayatını koymuştu Sn. Erdoğan. Yüzyıllarca belli mihrakların Türk Devletini kendilerince dizayn etmek için kullandığı sorun, artık geri dönülemez bir yola girmişti. Mevzunun büyüklüğü, önemi ve derinliği projenin Devletimiz tarafından sahiplenmesini gerektirdi. Heyetler arası görüşmeler neticesinde sırayla, terör örgütünün silahlı unsurlarının ülkeyi terk etmesi, müzakere ve silah bırakma konularında mutabakat sağlanmıştı. O ana kadar her şey yolunda gidiyor gibiydi. Karşılıklı sağduyu mesajları ve çatışmasızlık ortamı milletçe özlediğimiz bir tabloydu.

Aslına bakarsanız bizce bu süreç farklı üç aşamadan ibaretti. ilk aşaması Türk Devletinin halkına el uzatmasıydı. Devletin; kamuoyunda oluşan "Ret, inkar ve asimilasyon" politikalarını kaldırması, insan hakları bağlamında yapacağı yenilikler ve bölgenin kalkınması bu başlığın alt maddelerini oluşturmaktaydı. Devletin uzattığı elin muhattaplarınca karşılık bularak sıkılması, ikinci aşamaydı. Bu maddenin muhtevası; halkın eski olumsuzlukları unutarak kendisini formatlaması, toplumsal barış için bende varım demesi ve karşılıklı helalleşmeyi barındırıyordu. Üçüncü ve son aşama ise bu kesimin aidiyet duygusunu canlandırmaktı. Bu başlık; edinimlerin sindirilmesi, kendilerini bu toplumun asli unsuru olarak görmeleri ve "Ortak vatan" paradigmasını içselleştirmelerinin adıydı.

Fakat diğer tarafta Irak ve Suriye'de yaşananlar, terör örgütününün egemenler nezdindeki önemini daha da arttırıyordu. Çünkü planlarının gereği PKK'nın aktifitesini kaybetmemesi şarttı. Bu mihrakların sağladığı destekle, terör örgütüne özgüven pompalandı. Hatta Öcalan'a rağmen Devlete rest çekerek silah bırakmayı bile reddecek noktaya gelmişlerdi. Dahası, koalisyon güçlerinin sanki Kuzey Suriye'deki kara birlikleriymiş gibi hareket etmekten hiç çekinmiyorlardı. Olayın özüne indiğimizde Egemenlerin asıl hedefi hiç bir zaman DAEŞ olmamıştı ki. Odaklaştıkları nokta Türk Devletinin desteğini alan Suriye Muhalifleri ve Fetih ordusuydu. Çünkü Suriye'yi Esed, DAEŞ ve PYD arasında pay etmek arzusundaydılar. Oluşan bu küçük devletçiklerin hemen hepsini ileride farklı şekillerde kullanacaklardı. Bu çerçevede bölgeye savaşçı ihraç eden batılı ülkelerin bazı yetkililerince DAEŞ'in lanetlemesi hiçte inandırıcı gelmiyordu. DAEŞ sözcülerinin ise her fırsatta Batı'ya tehditler savurmasına da aldanılmamalıydı. Çünkü DAEŞ'in İsrail'e tek laf etmemesi, bilakis Filistin mücadelesine soyunanları hedef alan açıklamaları bunun en bariz ispatıydı. Anlayacağınız her iki terör örgütüde bir paranın iki yüzü gibi aynı üst akılın tasarrufu altındaydı.

Tekrar ülkedeki gelişmelere gelirsek; süreci baltalayan teröristler ne silah bırakmıştı nede ülkeyi terk etmişti. Bu durum halkların kaynaşmasının önündeki en büyük engeldi. Devletimizin kamu güvenliğini sağlaması açısından teröre müdahalesi kaçınılmazdı. Ve nitekim top yekün bir mücadele başlatıldı. İşte başlayan bu operasyonlar, bugün itibari ile bizce saptanan ikinci aşamasının nihayete erdiğinin ilanıydı. Oysa bu aşamanın başarılamaması adına ne de çok uğraşmışlardı. Kendisini Kürt Halkının yegane temsilcisi sanan partinin sivri dili, 6-8 Ekim olaylarındaki tavrı, örgütün kestiği yollar, yakılan iş makinaları, saldırılar, baskılar, kaçırılan çocuklar, tehditler, tacizler...

Sonuçta, örgütün tüm çabasına rağmen ikinci aşamadan beklentiler nispeten sağlanmıştı. Zira bölge halkı artık bu olan bitenden bezmişti. Kaos istemiyordu. Elde edilen hak ve sağlanan yatırımlarımlarla Devletimizin samimiyetini görmüş ve normalleşmeyi kabullenmişti. Bu arada genel seçimlerde sözüm ona "Barış güvercinlerinin" aldığı oya sakın takılmamalıdır. Bunun bir çok boyutundan bahsetmek gayet mümkündür. Zaten çoğuna da sizler vakıfsınız. Onuda başka zaman analiz ederiz inşaallah.

Anlayacağınız "Çözüm süreci" bitmemiş aksine fiilen aidiyet aşamasına geçmiştir. Bu süreç bizlere Devletimizin en başından beri sanıldığı gibi PKK'yı değil, çözümün tarafı olarak bölge halkını kabul ettiğini göstermiştir. Bu aşamada projenin sağlıklı ilerleyebilmesi silahlı unsurların diskalifiye edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Dışarıda da terörün besleyen Suriye'deki odaklara açtığı savaş resmiyet kazanmıştır. Türkiye'nin Suriye'ye yaptığı operasyonlar ve uluslararası izlediği dış politika, Esed için sonun başlangıcı olduğunu da dip not olarak ekleyelim. Hatta ilerde DAEŞ'in bölündüğünü ve bu bölünen parçaların birbirleriyle çatıştıklarını görülürseniz şaşırmayın....!

Son olarak Teröre bulaşan ve destekleyenler emin olun hak ettiklerini bulacaktır, buluyor da. Bölge halkı terör ile mücadelede Devlete destek vermelidir/veriyor da. Bu noktada bizlerin Toptancı ifadeler kullanması egemenlerin ekmeğine yağ süreceği bilinmelidir. Hal böyleyken hamaset dilini kullanmak, barış taraflarını incitebileceği için daha dikkatli olmak durumundayız. Çünkü bölge halkından gelen Devleti destekler nitelikli sağ duyulu haberler bizim tezimizle örtüşmektedir.

Unutmayın! "Yeni Büyük Türkiye"yi hep birlikte inşa edeceğiz. Ve inanın bu, hayal değildir. Bilakis çok yakında.

Vesselam...