Ne Olacak Bu Dünyanın Hali?

Değerli okurlarım,
insanlık tarihinin belki de en kritik dönemlerinden birine hep birlikte tanıklık ediyoruz. Bir yanda iklim krizi, doğal afetler diğer yanda savaşlar ve kitlesel göçler adeta dünyayı kuşatmış durumda. İnsanlık, kendi elleriyle kurduğu bu dengesiz düzenin bedelini, şimdi acı bir şekilde ödemeye başladı.

İklimin Dengesi Bozuldu

Dünyada her alanda hızla değişim yaşanıyor. Mevsimler birbirine karıştı, ara mevsimler adeta yokoldu bahar gelmeden yaz bastırıyor, yazın sel felaketleri yaşanıyor. Şehirlerimizde su kesintileri artık olağan hale geldi. Kuraklık, tarımı ve yaşamı tehdit ederken, orman yangınları ise nefes aldığımız doğanın kalbini yakıyor. Bir yanda barajlarımız kuruyor, diğer yanda şehirlerimiz taşkınlarla boğuşuyor. Kıymetli dostlar, yıllardır hoyratça kullandığımız kaynakların hesabını doğa sessizce değil, yakarak, yıkarak soruyor.

Kendim Ettim Kendim Buldum

Ancak kriz sadece doğada değil, bedenimizde de yaşanıyor. Modern yaşam biçimi, yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik, insan sağlığını tehdit eden sessiz bir felakete dönüşmüş durumda. TÜİK’in 2022 verilerine göre, 15 yaş ve üzeri bireylerin %16,1’i hipertansiyon, %11,4’ü diyabet hastası. Aynı araştırmada, obezite oranı da %21,8 olarak ölçüldü. Yani her beş yetişkinden biri obez, her altı kişiden biri yüksek tansiyon hastası, her dokuz kişiden biri ise diyabetle mücadele ediyor.

Obezite ve Hastalıklar

Hastalıkların çoğu birbiriyle bağlantılı. Obezite, insülin direncine; insülin direnci diyabete; diyabet de kalp-damar hastalıklarına ve hipertansiyona yol açıyor. Türkiye Endokrinoloji Derneği’nin raporlarına göre, şeker hastalarının yaklaşık %70’i aynı zamanda yüksek tansiyon hastası. Dahası, hipertansiyon hastalarının üçte biri birden fazla ilaç kullanıyor, %36,7’si ise üç veya daha fazla ilaçla yaşamını sürdürüyor.

Karşımıza çıkan bu tablo, insanın doğaya ettiği kadar, kendi bedenine de ettiği bir kötülüğün yansımasıdır. Paketli gıdalar, GDO’lu ürünler, kimyasal katkılar ve hareketsiz yaşam tarzı, insanı ilaçla ayakta tutan bir varlığa dönüştürdü. Artık market rafları eczanelerden daha tehlikeli hale geldi.

Depremler Affetmiyor

Kentlerde durum farklı değil. Betonlar arasında sıkışan milyonlarca insan, deprem gerçeğini unutmuş gibi yaşıyor. Oysa depremler, bu kadim toprakların kaçınılmaz bir gerçeği. Yıkılan binalar değil sadece; ihmalkârlıklar, göz yumulan hatalar, vicdanlar da yıkılıyor. Her sarsıntı bize bir gerçeği tekrar hatırlatıyor. Önlem alın yoksa yine geleceğim.

Yanan Ormanlarımız Değil

Bir de orman yangınları var… Her yaz mevsimiyle birlikte, ciğerlerimiz yanıyor. Kül olan sadece ağaçlar değil börtü böcek, kuşlar, sincaplar, arılar, binlerce yıllık bir ekosistem. Bir kibrit, bir ihmal, bir çıkar uğruna yakılan cennet parçası… Sonra da, rüzgârı suçluyoruz.

İnsanlığın Vicdanı Gazze’de Sınıfta Kaldı

Gazze’deki savaş ve soykırım gerçekliği apaçık ortada. Ayrıca, dünyanın farklı bölgelerinde devam eden çatışmalar da küresel yükü giderek artırıyor. Enerji kaynakları, su kaynakları, verimli topraklar uğruna insanlık kendi kendini yok ediyor. Göç yollarına düşen milyonlarca insan, umutla başladığı yolculukta çoğu zaman denizlerde can veriyor. Her bir göç hikayesi, insanlığın vicdanına kazınmış bir yara gibi.

İklim krizi, afetler, savaşlar, göçler… Hepsi birbirini besleyen zincirin birer halkası. İklim bozulunca tarım çöküyor, tarım çökünce, açlık artıyor, açlık savaşları, savaşlar göçleri tetikliyor. Bu döngü kırılmadıkça ne teknoloji nede ekonomi çözüm getirebilir. Sorun teknik değil, ahlaki bir sorundur.

Doğa ile Barışık Yaşam

Peki çare ne? Çare doğayla barışmakta. Bilimi kullanarak, tüketimi azaltarak, toprağı yeniden doğal yolla canlandırarak…

Bizler doğa ile dengeyi bozduğumuz sürece, kendi sonumuzu hızlandırıyoruz. Her yangın, her deprem, her fırtına aslında bize bir şeyler söylüyor. Bu gezegenin bize söylediği şey çok açık:
“Benimle savaşma, benimle yaşa.”

Bu nedenle bu sese kulak verelim. Çünkü o artık sessiz değil; fırtınayla, susuzlukla, yangınla, sarsıntıyla konuşuyor. Ve her defasında bize aynı soruyu soruyor:

“Dur artık.”

Yoksa tekrar yeniden geleceğim. Artık, bu sesi duymalıyız.