Nesepsizler için mi ölüyoruz?

Sen kalk bütün dünyanın savaş konseptini değiştir.

Elektronik muharebede ve insansız savaş araçlarınla 20. Yüzyıl savaş konseptini çöp yap.

300 kiloluk bir İHA’nın müdahalesi ile binlerce tonluk savaş araç gereçlerini etkisiz hale getir.

Dünyanın jandarmasının bölgende yüz yıldır uygulamaya çalıştığı stratejilerini boşa çıkar.

Sonra? Sonrası kendini muhalif konumunda gören hayvan sürüsünün “saman ithal ediyoruz” çığırtkanlığına maruz kal.

Ey ahali, ey koyun sürüsü gibi melerken devrim diye diye kandırılanlar! Bakın şu Che Guevara’ya, o efsanevi sakallı romantik, dağlarda özgürlük diye diye canını dişine takarken, bir çoban çıkar, “Yerini söyleyeyim de bitsin şu savaş gürültüsü!” diye ihbar eder adamı. Che’ye yakalayan faşist subay bile bu kahpeliğe dayanamaz, Bolivyalı çobana sorar: “Ulan, hayatı sizin haklarınız için feda etmiş bu adamı niye sattın?”

Çoban, o koyu cahil suratıyla: “Savaş koyunlarımı ürkütüyor!”

Özgürlük savaşçıları dağda kan ter içinde, çoban koyunlarının memesini düşünüyor! İşte size halkçı romantizm: Koyunlar için satılan kahraman! Che’yi zincire vuranlar değil, koyunlarının huzurunu seçen o çoban asıl katil! Özgürlük diye diye geber, koyunlar melerken!

Şimdi sıçrayalım birkaç yüzyıl geriye, Mısır’ın tozlu çöllerine! Muhammed Kerim diye bir yiğit, Napolyon’un Fransız ordusuna kafa tutar, direnişin bayrağını kaldırır. Esir düşer, Napolyon çağırır: “Üzülüyorum ulan, cesur adamı asmak istemem, tarih beni katil yazmasın! Affedeyim seni, ama 10 bin altın tazminat ver, kaybettiklerime!”

Kerim güler: “Param yok ama kasabamın tüccarları bana 100 binden fazla borçlu!” Napolyon, o kurnaz tilki, “Git al gel!” diye zincirleyip askerlerle yollar.

O yiğit umutla koşar kasabaya, “Vatan için kan döktüm, borcunuzu verin!” diye yalvarır. Ne görür? Tüccarlar suratını ekşitir: “Sen ülkeyi mahvettin, İskenderiye ekonomisini batırdın, hainsin!” Kimse bir kuruş vermez! Boş ellerle döner Kerim, kalbi paramparça. Napolyon sırıtarak: “Fransa’ya karşı savaştın diye asmayacağım seni, ama para peşinde koşan, vatanı unutan korkaklar için hayatını heba ettin diye asacağım!”

İşte size fedakârlık dersi: Uğruna ölünenler seni satarsa, cesaret boşluğa atlamaktır! Kahramanlık diye diye geber, tüccarlar cebini doldursun!

Tarihçi Muhammed Raşid Rıza boşuna dememiş: “Cahil topluma isyan eden, körlerin yolunu aydınlatmak için kendini yakan mum gibidir!” Yanarsın, kül olursun, körler hâlâ karanlıkta el ele tutuşup “Ekonomi bozuldu!” diye ağlaşır!

Ve şimdi, ey ülkemin şu lanet olası batı aparatı nesepsizleri, ey milyonlarca nasipsiz sülükler! Bakın şu tabloya, öfkeden köpürüyorum! Çalışan biziz, terleyen biziz, ölen biziz! Vatan diye diye dağlarda, sokaklarda, fabrikalarda kan kusuyoruz! Çocuklarımız yetim kalıyor, biz hasret çekiyoruz, düşman ediniyoruz! Ama nimetleri kim yiyor? O batı işbirlikçileri, o haramzadeler, o nesepsizler! Onlar lüks yaşamlarının dibini yaşıyor, biz kurşun yiyoruz! Onlar Avrupa’da tatil, biz mezarda yatıyoruz! Bu emeğimiz, bu kanımız, bu terimiz; hepsini o sülükler emiyor!

Ulan, ne için didiniyoruz? Vatan için mi? Hangi vatan? Üzerinde nasipsizlerin cirit attığı, batı köpeklerinin kuyruk salladığı şu bataklık için mi? Çocuklarımız bize hasret, biz düşmanlara hedef; ama kazanan kim? O hain tüccarlar, o korkak çobanlar, o ihbarcı koyunlar! Yeter ulan, yeter! Bu nesepsiz sürüsüne kahramanlık yapmak, körlere mum yakmak gibi; yan da yan, onlar hâlâ “Ekonomi!” diye mızmızlansın!

Öfkemden patlıyorum: Değer mi lan, değer mi bu haramzadeler için ölmek? Vatan evet, ama bu vatanı zehirleyen sülükler temizlenmeden, boşuna kan döküyoruz! Uyanın ey yiğitler, yoksa Che gibi ihbar edilir, Kerim gibi satılırsınız; cesaretiniz boşluğa atlar, nesepsizler güler!