Nübüvvetin Aklî Delilleri-1

Hiç şüphe yok ki, iman esaslarından biri de, Allahü Teala'nın gönderdiği bütün peygamberlere inanmaktır. Peygamberlerin ilki babamız Hazret-i Adem, sonu ve serdarı ise, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemdir.

Her in­sanın, Hazret-i Muhammed'in, Allahü Teala'nın son peygamberi olduğuna inanması farzdır. Böyle inanmayan kimse, mümin sayılmaz. Hazret-i Mu­hammed'in, Allahü Teala'nın son peygamberi oldu­ğuna dair sayısız mucize ve deliller mevcuttur. -Anlayan için- O'nun mübarek hayatının her bir karesi, peygamberliğinin ayrı bir delilidir. Ay­rıca İslam alimleri, "isbat'ün-nübüvve", "şevahid'ün-nübüvve" ve "delail'ün-nü­büvve" gibi isimler altında bu konuya dair birçok eser yazmış­lardır. Bu delilleri anlamak, müminin imanını kuv­vetlendirirken, birçok insaflı gayr-ı müslimin de Müslüman olmasına sebep olacak güçtedir. Şimdi O'nun hakkaniyetini güneş gibi gösteren aklî delillerden sadece bir kısmını beraber hatırlamaya çalışalım:

1- Sevgili Peygamberimizin; parasız, arkadaşsız ve her bakımdan desteksiz bir şekilde tek başına baş­ladığı Allahü Teala'nın dinini tebliğ işinde;-en yakın akrabalarının dahi kendisine düşmanlık etmelerine hiç aldırmadan- mübarek yoluna devam etmesi. Davasından vazgeçmesi durumunda, dünyanın bütün nimetlerinin kendisine vaad edildiği bir or­tamda, mübarek hayatının çoğunu yokluk, sıkıntı ve tehlikeler içerisinde geçirmeyi tercih etmesi.

2- Çocukluk devresinde, yakınlarının kendisinde gördükleri ve bir çocuktan asla beklenmeyen; ol­gunluk, ölçülü davranış tarzı, asalet, edep ve haya gibi üstün vasıflar. Gençliğinde feraset sahiplerinin kendisinde sezdikleri yüksek manalar.

3- Peygamberliğinden önceki devrede dahi daima zulme ve haksızlığa karşı çıkması ve "Hilf'ul-fudul" gibi haksızlığa uğrayanları koruma cemiyetine girip mazlum ve mağdurların yanında yer alması. Dul, yetim, fakir ve yoksullara sahip çıkması.

4- Son derece bozuk bir çevrede yetişmesine rağ­men, peygamberliğinden önceki hayatında da iffet, namus ve hayasına toz kondurmaması. İki defa düğüne giderken yolda uyuyakalıp gitmemesi.

5- Peygamberlik öncesi dönemde dahi bir defa olsun yalan söylememesi, hıyanet etmemesi ve sözünden dönmemesi. Bu mevzuda, düşmanları dahil, hiç kimsenin olumsuz hiçbir örnek gösterememesi. En azılı düşmanlarının bile kendisine "Muhammed'ül-emin" demesi.

6- Kabe tamiratında Hacer-i Esved'i yerine koyma şerefi uğrunda kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkta, yüksek asaleti sebebiyle hakem tayin edilmesi ve mukaddes taşı yere serdiği ridasının üzerine koyup birer ucundan kabile reislerine tutturarak kendi eliyle yerine koyması ve bu önemli problemi böyle basitçe halletmesi.

7- Ümmî olması yani okuma-yazma bilmemesi. Bütün hayatı boyunca kimseden birşey öğrenmediği çok iyi bilinmesine rağmen; birdenbire edîp ve belîğ kimselere meydan okuyan Kuran-ı kerim gibi her yönüyle mucize ve çağlarüstü bir kitapla ortaya çıkması.

8- Kendisine iman etmeyen inatçı kafirlerin; "Muhammed doğru söylüyor, fakat peygamberlik neden eşraftan falana, falana verilmedi de, bir yetime verildi" şeklindeki çocukça bir mazeretten başka hiçbir sebep gösterememeleri.

9- Müşriklerin, kendisini zor durumda bırakmak için açığını arama, yanlışını bulma konusunda çaresiz kalmaları. Bilindiği gibi düşmanları, bir açığını veya -haşa sümme haşa- hilaf-ı vaki bir sözünü bulsalardı, zaman geçirmeden bunu bütün dünyaya ilan ederlerdi.

10- En tehlikeli düşmanlarının bile zamanla birer birer yola gelip kendisine iman etmeleri ve uğrunda her an canlarını feda etmeye hazır hale gelmeleri. Dördüncü halife Hazret-i Ömer'in nasıl Müslüman olduğu konusuna bakılabilir.

11- Davasından en ufak bir taviz vermemesi. Allahü Teala'nın dinini yayma uğrunda, ardı arkası kesilmeyen her çeşit sıkıntı, meşakkat ve ölüm tehditlerine sabretmesi ve hiçbir tehlikeye aldırmadan İslam dinini tebliğe devam etmesi. Bir insanın tek başına, her an ayrı bir ölüm tehdidi karşısında sabredip direnmesi; hele hele ruhunu, kalbini ve şahsiyetini örseleyici, alaya alınma ve hakaretlere maruz kalma gibi hadiseler karşısında bile davasından vazgeçmemesi ve asla ümitsizliğe kapılmaması, O'nun doğruluğunun şaşmaz bir delilidir. (İnşaallahü Teala, gelecek hafta da nübüvvetin aklî delillerini işlemeğe devam edeceğiz…)