Öğretmenleri ne yapalım?

24 Kasım günü haber bültenlerine düşen iki haberi vermek istiyorum: Birinci haber bir kreşte çocuğa şiddet uygulayan öğretmen haberi, ikinci haber öğretmene şiddet uygulayan abi haberi. Neresinden tutarsan tut elimizde kalacak bir eğretilikle kuşatılmış bir haldeyiz.

Haberlerin detayına inmek gerekir mi gerekmez mi bu da düşünülebilir ama asıl mesele; adı Öğretmenler Günü olan bir zamanda gündeme öğretmeni bir şekilde getirmek.

Sözler, beklentiler, hayatın gerçekleri derken öğretmenler yine gündemde olmaya devam ediyor. Bana daha da garip gelen; her Öğretmenler Günü'nde müjde bekleyen öğretmenler olmuştur. Gün bitip de akşam olunca bir bakıyoruz omuzları düşmüş öğretmenlerin yorumları karşılıyor bizi; "Yine bir müjde verilmedi." Bu yıl ki beklenti daha özeldi. "Yine 3600 müjdesini vermediler."

İşte tam da burada hedef tahtasına kendisini kendi elleriyle koyuyor beklenti içinde olan öğretmenler. Kendisi için söyleyen bütün iyi niyetli sözlerin sonunda öğretmenlerin çıkıp da "Nerede bizim 3600?" sorusu bütün büyüyü bozuyor.

Öğretmenlerin kendi günlerinden pek de hoşnut olmadıkları aşikar. Özellikle son yıllarda hedefe konan, şiddete maruz kalan öğretmen gerçeği varken Öğretmenler Günü'nde en büyük beklenti "saygınlık" konusunda olmalı.

Velilerin okula gidip de "Bizim zamanımızda öğretmene saygı vardı. Şimdi saygı da kalmadı." dedikten sonra öğrencinin bozulan psikolojisini, rencide olan ruhunu sıralaması çok da inandırıcı kılmıyor söylenen iyi niyet cümlelerini.

Öğretmenler işlerini huzur içinde yapmalı ki öğrencinin gönlüne girme yollarını açabilsin. Acaba bugün benden kim şikayetçi olacak, acaba öğrenciye ödev verirsem veli tarafından şikayet edilir miyim, bir kaynak kitap tavsiye edersem başıma bir şey gelir mi, öğrencimin başını okşasam acaba yanlış anlaşılır mıyım kaygısı ile baş başa kalan öğretmenlerin istediği hassas nokta; huzurla işlerini yapabilecekleri ortamların oluşturulması.

3600 de gelir başka haklar da elde edilir. Bunlar zamanla olacak kazanımlar. Her şeyin bir zamanı olduğunu gerçeğini anlamak gerek. Bundan on yıl önce öğretmenlere nöbet ücreti verilecek denseydi buna kimse inanmazdı. Şimdi tuttuğu nöbetin ücretini de alıyor öğretmenler.

Burada Eğitim Bir Sen'in hakkını teslim etmek gerek. Sorumlu ve yetkili sendikacılık bilinciyle elde edilen kazanımlar bugün öğretmenleri ve eğitim çalışanlarını ekonomik ve sosyal haklar olarak daha iyi bir konuma getirdi. Başta Genel Başkan Ali Yalçın olmak üzere sendikanın bütün birimleri eğitim camiasının hakkını her yönden elde etmek için büyük bir hassasiyetle çalışmalarını yürütüyor. Elde edilen hakların ayrım yapmaksızın bütün eğitim camiasını kapsıyor olması da bilinçli ve milli duruşun bir yansıması olarak kabul görmeli.

Öğretmenleri ne yapalım sorusunun cevabı çok net; öğretmenlerin huzurla çalışacakları ortamların sağlanması için somut adımlar atılmalı. Ortam huzura kavuşunca olması gereken de elbette olacaktır zamanla.

Bizim Hakemlere VAR neylesin

Spordaki VAR sistemi iyi hoş da bunu hakkıyla işletmek için ayakları yere sağlam basan yürekli hakemlere ihtiyacımız var. Kibir ve ben ne dersem doğrudur anlayışıyla hareket eden bir kişiye VAR neylesin. Verdiği kararın yanlışlığından şüphe eden hakemin gidip de videoyu izleyip kararını değiştirecek olmasını bizim hakemlerimizi düşününce çok da mümkün görmüyorum. Birkaç istisnai durumu dışarıda bırakırsak durum bu çizgide devam edecek görünüyor.

Galatasaray- Konya Spor maçında verdiği penaltı kararına itirazlar sonucunda gidip de videoya bakma gereği hissetmeden kararında ısrar eden hakemin durumu bizim hakemlerin genel tutumunu özetliyor. "Ben verdiğim kararı öyle videoyla falan değiştirecek sıradan bir hakem değilim."

Elbette VAR'dan da ötede bir Var vardır.