Olur mu Böyle\u2026

0

Eylem çeşitliliği konusunda mahirizdir. Akabinde de toplumu bunun peşine takar yürütür birileri. İyi hoş son dönemlerde –gezi süreci gibi- üretilen eylem çeşitlerinin de aşırma olduğu ortaya çıktı ya neyse…

28 şubat döneminde biz de kendimizce eylemler yapar farklılıklarla dikkat çekmeye çalışırdık. Birçok kamera gelirdi yaptığımız eylemleri çekerdi. Ama bunlar akşam TV'lerde yayınlanmazdı. Şimdiki gibi sosyal medya olmadığı için bunları insanlara ulaştırma imkanımızda olmazdı…

Basın taraf olmuştu eylemlerimizde, yürüyüşlerimizde… İnce esprili eylemlerdi. Canımız acıyordu ama acıtmıyorduk kimsenin canını. Kapansa da kapılar yüzümüze kimseye saldırmıyorduk. Cam kırmıyor, araç yakmıyor ya da insanlara saldırmıyorduk. Elhamdülillah…

Fatih Altaylı'nın twitter hesabından o dönem yapılan mitinglerle ilgili özellikle sol görüşlü polislerin bu eylemlerde görevlendirildiği onlarında bayanları aradığı, 3 milyonluk gösterilerin olaysız geçtiğine dikkat çekmiş. O dönem ne diyordu? O eylemleri mitingleri görenlerden mi yoksa görmezden gelenlerden miydi? Bilmiyorum. Çokta önemli değil…

İnce espriler çıkartırdık, şarkı sözlerini değiştirerek söylerdik. Benim için en unutulmazı Beyazıt kampüsünde ilk kez söylediğimiz daha sonra ise sık sık tekrar ettiğimiz Fatih Kısaparmak'ın "Olur mu Böyle Hasan" adlı eserini "Olur mu Böyle Rektör" şeklinde değiştirerek dönemin adını bile anmak istemediğim rektörü için söylemiştik…

Tüm bunları neden anlattım. Refah-Yol döneminde 2 önemli hadise vardı. Bugünler ile paralellik (tehlikeli bir benzetme oldu) gösteriyor. Birincisi kayıp trilyon davası. Zira bu dava ile Erbakan Hoca ve temsil ettiği insanların tamamını yani oy verenleri dahi itibarsızlaştırdılar. Bunu çok iyi kullandılar. Ne olduğu yada davanın içeriği kimse tarafından merak dahi edilmedi. Bugün Tayyip Erdoğan ve temsil ettiği herkese karşı uygulanan yöntemle aynı yöntemdi bu. İlginçtir o gün Erbakan hocaya hırsız diyenlerle bugün Tayyip Erdoğan'a hırsız diyenler aynı kişiler.

O dönemin en önemli eylem sloganı "sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık" olarak belirlenmişti. Aynı saatte herkes elektriklerini kapatıp açarak tepkilerini dile getiriyorlardı. Milyonluk öğrenci yürüyüşlerini göremeyen basın tüm bu organize işleri tek tek basına yansıyor ve sanki tüm Türkiye bu şekilde düşünüyor algısını oluşturuyordu…

Benim gibi düşünen ve benim yaşadıklarımı yaşayanlar için söylenenlerin özellikle malum basında yazılan ve gösterilenlerin hiçbir önemi yok… Zira onlar tek bir yerden aynı anda aynı başlığı atarlar ancak kendi gibi düşünmeyenler havuz medyası olur onlarsa özgür basın. E ne de olsa onlar "yavuz"…

Koza-İpek olayı dosyayı görmedim. İncelemedim de. Bu nedenle şüpheden sanık faydalanır diye düşünüyor ve suçsuz olduğu konusunu en üste yazıyoruz. Bunun yanında da yargı organının aldığı karar var. Karar doğru ya da yanlış olabilir. Yanlış karar verenler bu gün yurt dışında kaçaklar. Bunun bilinci ile yargı organının hareket ettiğini düşünüyorum/düşünmek istiyorum…

Ancak Koza-İpek grubuna yapılan operasyonu sadece basın üzerinden değerlendirmek yanlış olur. Bu nedenle de basın özgürlüğü üzerinden de gidilmesi gerçekleri saklama girişimidir. 17-25 aralık tarihlerinde yaşananlar sırasındaki iş adamları iş adamı değil miydi? Onların şirketleri şirket çalışanları çalışan değil miydi? Bir diğer ilginç olan da Türkiye'de olan olaylar konusunda olayın hemen akabinde ABD ve AB den açıklama geldiğinde rahatsız oluyorum. Zira aynı minvalde başka birilerinin başına bir şey geldiğinde bu kişi yada kurumlar nedense hiç açıklama yapmazken kişiler yada kurumlar değiştiğinde özgürlük/demokrasi bağlamında yapılan açıklamalar ciddi derecede kuşku doğmasına neden oluyor bende…

Akın-Koza olayında paralel yapıya bağlı hakim/savcı operasyonlarında olduğu gibi halkı önceden hazırlayan el altı bilgiler servis edilmediği ve gerçekler tam olarak yargı sürecinde çıkacağı için her kafadan bir ses çıkması normal. Zira bu sesler mantığın değil kalbin yansıması. Herkes subjektif görüşlerini belirtiyor…

Bu nedenle yargı var. Ancak siz yargıya güvenmiyorum diyorsanız ki diyebilirsiniz. Bende trilyon davasına, Tayyip beyin okuduğu şiirden dolayı yargılandığı davaya ve onlarca adı dava olan ve yine adı hakim olanlarca kağıtlara yazılan ve adına karar denilen subjektif görüşlere katılmamıştım…

Tüm bu kavganın bitmesi ve güvenilir bir yargıya kavuşmak sanırım toplumun barışmasının ilk adımı olacak… 1 kasımda gelecek hükümetin en önemli sorunu da sanırım bu. @CavitTatli