Hafta sonu Diriliş Postası'nda çıkan bir mülakat beni oldukça etkiledi. Mülakat, "Kod Adı İrtica 906" kitabının yazarı Muharrem Coşkun ile yapılmış. Coşkun, bu kitabında Akif'e yapılan zulmü ve "parya muamelesi"ni belgeleriyle anlatmış.
Kitabı yazarken çok enteresan belgelere ulaşmış.
Mehmet Akif…
İstiklal Marşı'nın yazarı…
Kendi ülkesinde "irticacı" diye fişlenmiş.
Mehmet Coşkun, "Yoldaki Çığır" adlı belgeseli hazırlarken çok garip bir iddia ile karşılaşır. İddia: 1936 yılının Aralık ayında, İstiklal Şairi Mehmet Akif vefat edince, dönemin hükümeti, İstanbul Valiliği ve üniversiteye yazı göndererek, "Akif'in cenaze törenine devleti temsilen hiç kimse katılmasın" talimatı vermesidir.
Muharrem Coşkun, bu talimat belgesinin peşine düşer, ancak bütün araştırmalarına rağmen belgeye ulaşamaz. Ne var ki, bu araştırma sayesinde daha sonra uykularını kaçıracak olan çok daha vahim belgelere ulaşır.
O belgeler arasında ne yok ki…
· Mısır'da sürgünde olan Mehmet Akif hakkında düzenlenmiş istihbarat takip raporları,
· Şapka, hilafet ve laiklik hakkında söylediklerinin raporlaştırılması,
· "Sefahat" adlı eserinin nasıl toplatıldığı, nasıl imha edildiği,
· "Gölgeler" adlı eserinin Türkiye'ye sokulmaması için neler yapıldığı,
· Kendisi ile görüşmeye gelenlerin nasıl fişlendiği,
· Kanser tedavisi görürken dahi nasıl takip edildiği, ziyarete gelenlerin nasıl fişlendiği,
· Cenaze törenine gelenlerin bile tek tek nasıl fişlendiği,
· Vefatından sonra yapılan anma programlarının nasıl takip edildiği, anma programlarını düzenleyenlerin nasıl fişlendiği,
· İsmet İnönü'nün Başbakan, Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde hazırlandığı anlaşılan belgelerin tarihlerinin 1935 ile 1937 arasında yoğunlaştığının tespit edilmesi…
Bu vahametin tam anlaşılması için sözü Muharrem Coşkun'a bırakalım:
"Ben bir belge ararken, utanç dağına toslamıştım. Gizli belgelerle devletin resmi yazışmalarında Akif'in devletteki dosyasının adı 'İrtica 906' idi. İnanamadım. Araştırdıkça, daha vahim belgeler çıkıyordu, Milli Şair'in bütün adımları takip edilmiş, kanser tedavisi görürken dahi kendini ziyaret edenler fişlenmiş, konuşmaları takibata alınmış, Safahat isimli eseri için imha edilmesi talimatı verilmişti. İstihbarat, emniyet, valilik, içişleri bakanlığı arasındaki gizli belgelerde Akif'in kod adı 'İrtica 906' olarak yazıyordu. Günlerce uyuyamadım. Düşünün, 1873 yılında Fatih Sarıgüzel'de dünyaya gözlerini açtığında, 'Cihan İmparatorluğu'nun, tarih sahnesinden çekileceğini, savaşlar, göçler, yoksulluk ve çile dolu bir hayat geçireceğini nereden bilebilirdi ki?"
"En acısı da ömrünü adadığı ülkesinde günün birinde 'sakıncalı', 'mürteci' ve 'tehdit' ithamlarıyla muamele göreceğini nasıl tahmin edebilirdi? Halbuki, gençliğinde en ağır eleştirileri yaptığı, dahası, 'müstebid' olarak andığı Sultan II. Abdülhamid döneminde dahi ne takibe uğramış, ne de sürgün edilmişti. Gazetesinde istediği eleştirileri yapabilmiş, şiirlerini konuşturmuş, hatta II. Abdülhamid'i bir darbe ile tahttan indirecek ittihatçılara destek bile olmuştu. Ancak büyük ümitlerle destek verdiği yeni Cumhuriyet o kadar insaflı ve merhametli davranmamıştı. Redd-i miras yapan ve geçmişle bağlarını kesen yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mehmed Akif'in hem gazetesini kapatmış, hem kadim dostunu idamla yargılamış, hem de kendi peşine hafiyeler takarak izlemeye almıştı. Çare olarak ülkeyi terk etmiş, ancak Mısır'a hicret ettikten sonra da takibattan kurtulamamıştı. Şeflik Rejimi, izin sürmüş, onunla ilgili istihbarat yazışmalarını, takip raporlarını 'İrtica 906' kodlu dosyada biriktirmişti"
"İstiklal Şairi eğer 1925'te Mısır'a gitmemiş olsaydı, ülkesinde İstiklal Mahkemeleri'nde pek ala yargılanabilirmiş. Akif Mısır'dan yoksulluk içinde olmasına rağmen oğlunu askerlik için Türkiye'ye gönderiyor. Ama Kur'an okuduğu için askeriyede Emin Ersoy hapse atılıyor. Akif bu haberi aldıktan sonra sehiv secdesiz namaz kılamıyor artık. Belgeleri görünce, kendinizi, 'İyi ki o karanlık yıllarda Mısır'a gitmiş ve bizi o utançtan olsun kurtarmış' diyorsunuz."
İstiklal Şairi Mehmet Akif'in karşılaştığı olaylar gerçekten kan donduran olaylar.
Ne var ki, arşivler tam olarak açılmış değil. Henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Dahası bu olaylara sebep olanlar, zulmü yapanlar hala bir öz eleştiri yapmıyor.
Sözgelimi CHP…
Bu konuyla ilgili hiçbir açıklama yapmış değil. Geçmişe dönük bir yüzleşme içerisinde değil.
İşte tam bu noktada, seçimler arifesinde Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun "özgürlük", "adalet", "ifade özgürlüğü", "gerçek demokrasi" vb sözleri ve vaatleri anlamsız kalıyor.
İnsan sormadan edemiyor…
Yapacaklarınıza teminat olarak yaptıklarınızı mı göstereceksiniz?
Veya…
Bagajınızda bu kadar "acı ve zulüm" varken, hangi yüzle "özgür ve demokratik bir Türkiye" vadediyorsunuz?
Her şeyden önce geçmişte yaptıklarınızla yüzleşmeniz, bunun hesabını Türkiye halkına vermeniz gerekmez mi?
Ama işte, nerde o yürek…